Haiti'nin başına gelenler son bir yıl içinde, herhalde bir başka ülkeyi tarihte de olsa ziyaret etmemiştir

Haiti'nin başına gelenler son bir yıl içinde, herhalde bir başka ülkeyi tarihte de olsa ziyaret etmemiştir. Geçtiğimiz yıl yaşanan deprem büyük bir yıkıma sebep olurken Türkiye dahil insanlar, dünyanın dört bir tarafından yardıma koştular. Ama burunlarının dibindeki birileri de 16.000 askeriyle”yardıma” yürümüştü (Yürümüştü diyorum çünkü Çin dahi bölgeye onlardan erken ulaşmıştı.). Bunun daha önce bir tür işgal olduğunu yazdığımda arama kurtarma işlerinde askerlerin daha işlevli olduğuna işaret eden bazı insanlar çıkmıştı. Ben de kendi kendime de olsa acaba Haiti'nin komşusu Küba 1.000 doktor yerine bir o kadar askeri sıhhiye gönderseydi bu sayın pek duyarlı insan grubumuzun içinden acaba neler geçerdi diye sormuştum. Tabii ki şöyle manşetlere rastlamamız hiç de şaşırtıcı olmazdı. Komünist Küba Haiti'yi İşgal Etti!
 
Bütün çabalara rağmen depremin yarattığı şiddet, yağma ve tecavüz olayları ülkeden epey bir insanın Güney'in başka kentlerine göçlerine neden oldu. Özellikle depremin ilk günlerinde misyoner grupların çocuk çalma-kaçırma faaliyetleri bilhassa dikkat çekiciydi. Bunların basına yansıdığı kadarıyla bir kısmı yakalanabildi. Ortada birçok belirsizlik olduğu için ne kadar çocuğun başka ülkelere ve ne gibi amaçlarla götürüldüğü bilinmiyor. Daha sonraysa 3-4 ay önce nasıl bulaştığı çok açıklığa kavuşmayan kolera baş gösterdi. Kolera binlerce can aldı. Bu göçü iyiden iyiye teşvik eden bir zemin oldu.

Yıkılmış ülke hafif hafif ayağa kalkarken vesayet durumlarının izin verdiği ölçüde politik yaşamı da yeniden kurma çabaları da belirdi. Ama her tür yozluğun uzun zamandır boy verdiği ortamda bu hiç de kolay olacağa benzemez. Geçtiğimiz yıl kasım ayında yapılan başkanlık seçimlerinin ilk turunun sonuçları konusunda varolan anlaşmazlık hala sürüyor. Bu yüzden de 16 Ocak'ta yapılması planlanan ikinci tur seçimleri yapılamadı. İşte tam bu anda (daha önce ülkesinden bir ABD uçağıyla kaçan) “beklenen şahıs” (beyaz bir atla olmasa da en azından kravatının altındaki gömlek beyazdı) kaçtığı Fransa'dan Haiti'ye doğru süzülüverdi. Bu kişi “Baby Doc” namıyla maruf babası gibi, babasının öldüğü 1971'den 1986'ya kadar ülkeyi kanlı bir diktatörlükle yöneten Jean-Claude Duvalier'di.


Babası François Duvalier 1957'de başa geçerken aile diktatörlüğünü de başlatmış oluyordu. Papa Doc (Baba Doktor takma adıydı), iktidarı boyunca ülkede “tonton macoute” adlı paramiliter organizasyonunu da kullanarak işkence ve ölüm dolu yıllar yaşattı. Ortada kesin rakamlar olmamakla birlikte oğlu ve onun döneminde toplam 60.000 insanın öldürüldüğü varsayılıyor. Adanın ilk fatihleri İspanyollardan daha az insan öldürdüğü ise bir gerçek. Baba ve oğulun bu dehşetengiz faaliyetleri uzun yıllar boyunca hamisi ABD nedeniyle sessizlikle geçiştirildi. Gördüğüm tek protesto ögesi çizgi romanlarda olmuş. Ona da protesto denirse, baba, oğul ve tonton macoute mensupları yer yer Creole mitolojisi kapsamında zombi, bogeyman ve vampir olarak tasvir ediliyordu.

Oğul Duvalier ise işkence ve ölümleri sürdürmekle birlikte daha sefa dolu bir yaşam sürdü. 1980lerin başında yapılan düğününe harcadığı 3 milyon dolar sanırım bir örnek oluşturur. İktidarı boyunca adı uyuşturucu ve organ ticareti işlerinden de hiç uzak olmadı. Ülkeden kaçtıktan sonra ise ülke fonlarından çaldığı 800-900 milyon doları Avrupa'da playboy tarzı bir yaşamın içinde har vurup harman savurduğu görülüyor. Bugünse Haiti'ye yardım etmek üzere geldiğini söylüyor. Geçtiğimiz hafta yolsuzluk-hırsızlık suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldı. Ülkeden çıkış yasağı konularak (belki dünden razı) mahkemesi sürecek. İşin açıkçası bu bana bir aklama operasyonu, danışıklı dövüşten başka bir şeyi çağrıştırmadı. Çünkü ortada ölümler işkenceler halihazırda dururken, bu doğrultuda yapılmış insan hakları kuruluşlarının suç duyuruları varken, “burada insanlığa karşı işlenmiş suçlar diye bir şey yok” diyen ülke yargıçlarından ne beklenebilir.

Ve en önemlisi kimden ne bekleyeceğiz. Halihazırda ABD kendi soğuk savaş stratejisi gereği uzun yıllar kirli savaş operasyonlarını Duvalierlerle birlikte yürütmüş. İki defa meşru yollarla seçilen (sonuncusu 2000 Kasım) solcu J.B. Aristide'yi ikisinde de askeri darbeyle uzaklaştıran ve onu şimdi Güney Afrika'da sürgünde yaşamaya mahkum eden “hür dünya”dan mı bir şey bekleyeceğiz.

ABD'nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Susan Rice, Duvalier'in dönüşünden endişe ettiğini söylemiş. O belki ama, bölgedeki ABD siyasetinin hiç de bu doğrultuda olduğu söylenemez. Hem yıllardır Avrupa'da fink atan bu şahsın işlediği suçlar nedeniyle mahkemeye lütfettirilmesi “özgür dünya”nın muhayyilesinde yok mu acaba?

Neyse demem o ki, yakında Haiti'nin başkanlık koltuğunda bir “zombi” görürseniz şaşırmayın.