Hakan Altınay ‘Medeni’yeti

Ulaş BAYRAKTAR

Cumhuriyet’imizin dalya demesine aylar kala bu yüzyılın muhasebesine girişen çok sayıda çalışma sürüyor. Ansiklopediler, kitaplar, makaleler bu insanlık için kısa, bizim için çok uzun zaman diliminin değerlendirmesini yapıyor. Bu çalışmaları topluca düşündüğümde benim zihnimde bir hayal kırıklığı manzarası beliriyor.

Öyle ya Cumhuriyet kurulurken idari sistem Fransa’dan, ceza hukuku İtalya’dan, medeni kanun İsviçre’den alınırken, kurucu kadroların hayali yüzyıllardır padişahın tebaası olarak yaşamış insanlara bu ülkelerin vatandaşlarına reva gördüğü gibi bir yaşamı sunmaktı. Gelin görün ki bir asır sonra iflas etmiş bir kamu yönetimi, muktedirlerin keyfine göre işleyen bir ceza sistemi ve barış içinde birlikte yaşama becerisi köreltilmiş bir toplum manzarası ile karşı karşıyayız.

Bir yıldır haksız bir şekilde özgürlüğünden ve sevdiklerinden ayrı bırakılmış sevgili Hakan Altınay’ın yeni çıkan “Medeni” kitabını bu ahvalimizin veciz bir vesikası gibi okuyorum.

***

Böyle bir kitabı yazdıran süreç zaten hayal kırıklığımızın en kristalleşmiş tezahürü. Hakan’ı; Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden ile bir yıldır ve Osman Kavala'yı 2000 gündür demir parmaklıkların ardında tutan Gezi davası; erklerin ayrılığının nasıl akamete uğradığının, ceza hukukunun nasıl keyfi olarak işlediğinin zaten bir ispatı.

Bu sürece dair çok yazıldı, çizildi. En yüksek uluslararası hukuk organlarının bile haksızlığını tescillediği bu mahkumiyetlere Hakan Altınay bambaşka bir pencereden itiraz ediyor. Okuyuculara tane tane bu mahkumiyetlere giden sürecin idari, hukuki, siyasi veçhelerinin ötesinde bir medeniyet kaybı olduğunu anlatıyor. Ve bunu bir mağduriyet anlatısına büründürmeden, tanıyanların çok iyi bildiği Hakan Altınay üslubuyla olanca samimiyeti, tevazusu ve sabrıyla yapıyor. Kendi kelimelerini ödünç alarak söylersek, maruz kaldıkları “orantısız şiddete … orantılı şefkat ile” cevap verme erdemini sergiliyor.

Hakan bu tavrını da kişisel bir özellik olarak değil, kültürel bir gereklilik olarak gerekçelendiriyor. Çünkü ona göre insan sanıldığı gibi siyasi değil, şehirli bir hayvandır. Kendisine benzemeyenlerle birlikte yaşama, ortaklaşma becerisi ile diğer canlılardan ayrılır. Bu bakımdan insan medeni bir varlıktır.

***

Bu medeni karakterimizin uğradığı erozyonu da aslında sadece Türkiye’de yaşanan bir sorun olarak görmüyor Hakan. Hâkim Batılı, kapitalist kültürün insanı bireysel atomize bir varlık görme eğilimi, kendimizi ve bütün âlemi tek bir varlık halinde görebilmenin ayrıcalığını unutturdu. Dolayısıyla, Türkiye’de deneyimlediğimiz sancıların bu topraklara özgü olmadığını, aslında iflas etmekte olan bir paradigmanın kaçınılmaz sonuçları olarak görmemiz gerektiğini düşündürüyor. Huzur’un ana karakteri Mümtaz’a referans vererek dünyanın kurtuluşunun bu panzehirde saklı olduğuna, beş duyunun ötesinde can kulağıyla dinlemenin, başkalarının dirliğini de gözetmenin tek çıkar yolumuz olduğunu savunuyor.

Çok mu naif, iyi niyetli geliyor Altınay’ın bu iddiaları? Öyle ya bize dayatılan “normal”in penceresinden bakıldığında safdillilik gibi görünür tüm bu satırlar. Oysa 6 Şubat depremleri sonrasında “normal” tekrar tedavüle çıkana kadar tüm kutup çizgilerinin nasıl enkaz altında kaldığını, toplumsal fay hattı sandığımız her yerden iyiliğin, dayanışmanın nasıl bir anda fışkırdığını gördük. Tam da Hakan’ın dediği gibi azınlıktaymış gibi görünen bu medeniyet aslında sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada çoğunlukta. Bunu görmek için büyük acı ve afetlere ihtiyacımız kalmayacağına inancımızı kaybetmeyelim yeter.

Çoğunlukta olduğumuzu bize şefkat ve sabırla hatırlatan sevgili dostum Hakan’a selam olsun; Medeni’nin okuru ve oluru eksik olmasın…