Henüz yirmisine basmadan geldi benim tutkuyla bağımlı olduğum takımıma

Henüz yirmisine basmadan geldi benim tutkuyla bağımlı olduğum takımıma. Feldkamp’ın koşan ve disiplinli olup da yıldız havası olmayan futbolcuları bir başka sevmesiyle her maç onu on birin içerisinde görmeye başladık. Başka bir teknik adam, başka bir takım olsaydı bugün Hakan Şükür diye bir efsaneden söz ediyor olamazdık. O bugünlerde bu ihtimalin üzerinde fazla durmasa da aslında bizim ona olduğumuz kadar o da bize çok şey borçlu. O yakından tanık olduğumuz gelişimine yol açan Feldkamp ve  Galatasaray'ın kimliği olmasaydı 5. lig oyuncusu dahi olabilirdi aslında. Barış Özbek’in Almanya 3. ligi değil de burada kalmasını sağladığı gibi aslında aynı iyiliği Alman hoca Hakan Şükür’e ve elbette bize yapmıştır.
 
Takım başarılı olduğundan dolayı başlarda onun kale önü yeteneksizliğini göz ardı ettim ve fakat sonraları özellikle Saffet Sancaklı döneminde zirve yaptığı gol vuruşu beceriksizliği ile rakip takım taraftarlarının üzerimize gelme sebebi oldu.  Aslında tam da bu noktada taraftarlığınız devreye giriyor  ve birileri sizi onunla vurmak istedikçe siz ona bağlanıyor ve bir başka futbolcuyla değil de onunla yükselmek istiyorsunuz. Ülke çapında kabul edilmediği ölçüde sahipleniyorsunuz. Oynadığı dönemde takıma nice oyuncu gelip  gitse de beni en çok Hakan Şükür’ün attığı goller sevindirmiştir zira, o gol aslında bir rakip kaleye aynı şekilde bir de onunla dalga geçen yarısı da Galatasaraylı olan diğerlerine olmak üzere iki kez atılıyordu. Hakan Şükür benim pazartesileri okula neşeli veya hüzünlü gidişlerimi tek başına belirlemiştir uzun bir zaman dilimi boyunca.
 
Sonrasında algıladığımız Gülen cemaatine yakın olan kimliği ilişkimize yeni bir soluk getirdi. Aleviyim. Balıkesir’in çepni köyü olan İnkaya’da geçti çocukluğum. Çepni o sakalı uzun kesimin küfürüydü memlekette ve gidin bakın, bugün bile bu böyledir.   Korkardım çocuk aklımla onlardan ve haliyle Hakan Şükür’ün nikah şahidinden de. İkilemde kaldık böyle. Gollerine kimseye çaktırmadan içimden sevinmeye başladım zira bir şeylere ihanet ediyor duygusu sardı benliğimi. Ben onun başarılı olmasını istediğim için o başarılı oluyor gibiydi ve yukarıya çıkardığım bu kimliğin atalarıma kadar uzanan zarar bilançosu aklıma geldikçe  bir şeylere  ihanet  ediyormuşum gibi  hissediyordum. Hakan Şükür bu dönemin Arda Turan’ından daha fazla medyatik bir kimliğe sahip olduğu için ona ait olan her parça golleri ya da kaçırdıklarıyla toplumun algısına farklı şekilde yeniden sunuluyordu. Bunun farkında olup da aşmak zor oldu ama bir şekilde üstesinden gelip Hakan Şükür’ü sevmeye devam ettim. Taraftarlık zaten böyle bir şeydi.
 
1996 sonrası Fatih Terim ile beraber kariyerinin zirvesine doğru yolculuk yaptı. Bütün rekorları kırmasına rağmen bir kesim onu inatla kabul etmek istemez iken diğer bir kesim de aynı şekilde sonuna kadar sahipleniyordu. Tartışmalar hiç bitmedi ve benim tarafım oldukça netti. Hakanşükürsevengillerdendik biz. Futbolu bırakana kadar da bu hiç değişmedi. Artık o yorumcu oldu biz de bu arada büyüdük. Benim yorumları karşısında edindiğim genel izlenim kendisinden çok iyi bir sportif direktör olacağı yönündedir.
 
Geçenlerde "Kral Hakan Şükür“ adında Hasan Sarıçiçek’in yazdığı eseri okudum. Her satırı Hakan Şükür’e övgü olan bu kitabın bir yerinde sakatlık haberine karşı o dönemki hocası Fatih Terim’in duyarsızlığı işleniyor. Hocanın yaptığı analizi yazar bizimle paylaşıyor:  "Hakan duygusal biri. Kendisinin önemli olduğunu bilen biri. Böyle gerilimi üst düzey maçlarda kendisine ayrı bir önem verilsin ister. O yüzden, küçük sakatlıkları bile önemser“.
 
Yorumcu kimliği altında yabancı futbolculara olan ve bizzat arkadaşlarının Galatasaray’da oynamaya devam ettiği süreçte bunun yayılmasına da neden olan düşmanlığın nedenlerini aradım hep. Bugün anlıyorum ki zamanında kendisinden daha fazla yabancıların önemsenilmesine karşı bir tepkisiymiş bu yorumlar. Günümüz futbolunda eskiden olduğu gibi her koşulda el üstünde tutulup mutlaka forma giymesi sağlanılan üç değil yer yer pek çoğunun yedek kalmak zorunda olduğu on yabancının takımlarda olması bir yana, sakız çiğnediği için iki ay içerisinde kapı dışarı edilmelerden, işine gelmediği vakit sözleşme dondurmalara ve oyundan çıkarken teknik adamına tavır yaptığı için soyunma odalarında dayak atılmalara kadar yapılan kötü muameleler var artık. İlk 11'in yarısından fazlası yabancı olur iken 23 kişilik kadronun ise büyük çoğunluğunu yerliler oluşturuyor.  Uyumsuzluğun ne anlama geldiğini anlayabiliyor musunuz? Galatasaray’ın yabancılarının verimsizliğinin temelinde yanlış transfer olmasından ziyade uyumsuzluk yatıyor. Onlara karşı alınan yerli cephesinde ise Hakan Şükür’ün emeği kesinlikle yadsınamaz.
 
Sanki diğer para kazanan yıldız Türk futbolcuları birbirlerine terlik atmıyorlar, kavga etmiyorlar, durduk yere olay çıkarıp saçmalamıyorlarmış gibi Kralımız sürekli yabancıların cimriliğinden tutun da şaşal su ile kafasını yıkamalara kadar verilen ayrıntılarla farklı bir algı oluşturmak için sonuna kadar çabalıyor devletin televizyonundan bilmem kaç bin avro para karşılığı..
 
Aynı kitabın içerisinde Ersun Yanal ile olan kavganın da sır perdesi aralanmış. Trabzon ilinde oynanan ulusal maç esnasında o sahanın seçilmesine tepki gösteren Hakan’ı teknik adam oyuncularının önünde azarlar biçimde susturuyor. Kral bunu sorun yapıp odasından dışarı çıkmıyor tüm çağrılara karşılık. Sonunda teknik adam çağrıyı bizzat kendisi yapmak için odasına girdiğinde ayağı masasının üzerinde karşılıyor ve bu tavrı sonrası ilk yedek kalması gerçekleşiyor. Bir daha ulusal formayı giyemiyor.
 
Onun kırılganlıklarının altında gizlenmiş kibiri yatar. Yorumlarının arkasında hesap kitap. Vefa konusunda ise bir kez olsun  Bursaspor’dan Galatasaray’a değil de babasının isteğine uyup Fenerbahçe’ye transfer olduğunu düşünsün, gerisi kendiliğinden gelir.