“Siyaset yalancı hamilelik yaşıyor.  Bunun farkında olmayanlar, barışın doğacağını umut ederek çok erken bir heyecana kapılıyor… Sokak

“Siyaset yalancı hamilelik yaşıyor.  Bunun farkında olmayanlar, barışın doğacağını umut ederek çok erken bir heyecana kapılıyor… Sokak ve siyaset ayrı düşünmeye başladığında, sorun da başlamış demektir. Halkın, iyi bir hakem olduğu kadar, çok da usta bir cellat olabileceğini tarih bize defalarca göstermiştir.’’ Barış ve Taraflar başlıklı yazımda bunları dile getirmiştim ve bugün halkın cellatlaşan yanı sokaklara taştı. Başbakan’ın, pompalı tüfekle sokak göstericilerinin üzerine ateş edenleri “Kendilerini savunuyorlar’’ onayı, artık dalga dalga ülkenin dört bir yanında hayata geçiriliyor.
Savaşlar hep kendi dilini yaratmıştır. Savaşanların dili bu yüzden ortaktır. Daima karşısında düşman bellediklerini suçlayan ve şiddetlerine olmadık mazeretler üreten, bu mazeretlerinin de kabul görmesini dayatan dildir bu. Keskin konuşur, keskin yazar, keskin vururlar. Nişangâh tahtası sürekli genişler, genişledikçe hedefler büyür, büyüdükçe savaş çığlığı bir virüs gibi herkesi kuşatır. İşte bugün bu virüs hepimizi teslim almak için namlusunun ucunu kafalarımıza dayıyor.
Açıkça söylemek gerekirse bu tablonun sorumlusu tarafların kendisidir. Gandhi’nin dediği gibi ‘’Sıkılmış yumrukla el sıkışamazsınız’’  Barışı bile savaşın bir aracı olarak görenlerin bilerek ve isteyerek yarattıkları tabloda hepimiz sıkılan yumrukların hedefi oluyoruz. Azgınlaştırılmış bir milliyetçilik anlayışı siyasetin kanlı basamaklarını oluşturuyor. Savaşın ana parçası olanlar doğal olarak barışın yükünü taşıyamıyorlar. Çünkü barışın dilini siyasi taktiklerinin aracı haline dönüştürerek yeniden şiddeti şekillendiriyorlar. İşte bu noktada çekilenler, yaşananlar hem önemsizleşiyor, hem de siyaseten kurulan cümlelerin birer ajitasyonu olmaktan öteye gidemiyor. Bu kadar barış isteyip, bu kadar savaşa yakın olmanın tek sebebi bu.
Barış anlayışları en başından beri başsızdı. Birilerine ihale edilmeye çalışıldıkça ve bu dayatıldıkça çıkmaz büyüdü. Çözüm olmadan barışın rantını yemeye kalkanlar ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Halkların kaderiyle oynamanın bedeli de ağır olacaktı ve oldu. Savaşta usta olanlar, söz konusu barış olunca çuvalladılar ve baltalar, nacaklar, döner bıçakları, silahlar baş olmak için sokağa hücum ettiler. Şimdi herkes sokaklara taşan, kurulmuş nefreti seyrediyor. Tarafların yeni taktiği bu. Baskılanma yaratarak suçu bir tarafa yıkmak ve kendisine mecbur etmek… Gerçekten halkların kardeşliğini isteyenler ise yaratılan bu tablo karşısında iç geçiriyorlar.
DTP’yi kapatıp siyasi çözümü yasal zeminden ellerinin tersiyle itenler, demokrasiden ne anladıklarını da gösterdiler bizlere. Takke düştü ve demokrasimizin keli göründü. DTP ise elindeki en güçlü olan şeyi yani barışı, seslendiği milyonlara dahil edemedi. Barış isteyen milyonların gerçek duygularını mitinglere, güç gösterilerine heba etti. Sadece Gandhi örneğini önlerine alsalardı bile barışın ne kadar güçlü olduğunu ve gerçek bir talep olduğunu kanıtlayabilirlerdi tüm dünyaya. Ama olmadı… Milyonlarca insan günlerce sadece sokaklarda oturabilirdi, yüz binler her akşam şehirleri barış meşaleleriyle aydınlatabilirdi, ‘’Barış’’ yazılı bir kokartla yürüyebilirlerdi her gün. Yakmadan, yıkmadan ve yılmadan barışın sesini herkese duyurabilirlerdi. Savaşın değil, barışın yaratıcılığı şekillendirilebilirdi. Savaş nasıl ki inandırıcılık istiyorsa, barış da öyle inandırıcılık istiyor. Dünyanın en mazlum, ama en güçlü talebini herkesin anlayacağı bir dilde konuşabilirlerdi. Ama siyasetin alaveresine mahkûm kaldılar, benzeştiler, benzeştikçe politikanın dalaveresi altında ezildiler. Barış bir demokrasi mücadelesi ise eğer ve bu uzun soluklu mücadele ise hiçbir şey için geç değildir. DTP kendini yenilemek ve demokrasi mücadelesinin meşruluğu içinde var olmak zorunda.
Milliyetçiliğin çözüm üretmediğini bir kez daha gördük. Çözümü milliyetçilik eksenli bir argümanla yoğuranlar, bağımsız bir inisiyatif geliştiremezler ki böyle oldu. Şimdi bir kez daha Halkların Kardeşliği şiarını yükseltme zamanı. Çünkü bugünlerde en çok buna ihtiyacımız var, yarın çok geç kalınmış olabilir ve bu şiar siyasi hesaplaşmalara kurban edilmemeli. Eğer kurban edilirse, bir daha asla yaralarımızı saramayız.