Tahmin ettiğim gibi Haneke yazım tepki aldı. Sağ olsun Haneke... Onun sayesinde okurlarımla tanışıyorum, yazışıyorum

Tahmin ettiğim gibi Haneke yazım tepki aldı. Sağ olsun Haneke... Onun sayesinde okurlarımla tanışıyorum, yazışıyorum. Beyaz Bant’a geri dönelim o zaman. Haneke şunu söylüyor: Faşizm biziz! Bunu dediği konusunda birçok yazar hemfikir. Altyazı’da Ayça Çiftçi yazısını şu cümleyle bitiriyor: “Çünkü kamera (….) doğrudan bize döndüğünde, benzer suçları yakalayacağını akıldan çıkarmamızı istemiyor.” Derginin aynı sayısında Kaya Genç de şunları yazmış “… papaz bize kendi papazlığımız hatırlatıyor; onu sevmiyoruz ve oyuz, babamızı sevmiyoruz ve babamızız, başbakanı sevmiyoruz ve başbakanız.” Taraf yazarı Nazlı Erdol’un filmle ilgili yazısının başlığı “Kimse Masum Değil”. Örnekleri çoğaltmak mümkün ve bu yazarların saptaması doğru: Haneke herkesin suçlu olduğunu söylüyor. Tıpkı filmdeki papazın kollarına beyaz bir bant takarak çocuklarının ruhlarına suçluluk duygusunu işlemesi gibi, Haneke de filmiyle zihnimize “beyaz bir bant” takıyor, suçlu olduğumuzu hatırlatmak için. Haneke’nin seyircisiyle ilişkisi, papazın çocuklarıyla ilişkisine benziyor. Tavrı, kastre edici, güçsüzleştirici, depolitize edici bir patriyarkın tavrı. Suçlunun biz olduğumuz iddasını kabul etmiyorum. Hayır, faşizm biz değiliz! Nasıl Allende ile Pinochet bir ve aynı değilse, nasıl Kenan Evren cuntası (başbakan yardımcısı Özal’ı ve “eskiden işçiler gülüyordu, artık biz güleceğiz” diyen işadamlarıyla birlikte) ile işkenceden geçirilen, öldürülen sosyalistler, aydınlar ve gençler bir ve aynı değillerse, nasıl Naziler ile toplama kamplarında yok edilen solcular, Çingeneler, eşcinseller ve Yahudiler bir ve aynı değillerse,biz de faşistlerle bir ve aynı değiliz. Ben faşistlerin suçlarına ortak değilim! Bu yazıları okuyan çoğunluk da değil! Haneke kendini suçlu hissediyorsa hissetsin, bizi ortak etmeye çalışmasın! Bize papazlık yapmasın! Tabii ki faşistlerle faşist olmayanlar arasında tür farkı yok. Tabii ki, gündelik hayat içinde korkunç bir ezme ezilme ilişkisi, hiyerarşi, ırkçılık vb sürüp gidiyor.
Tabii ki kimse sütten çıkma ak kaşık değil. Tabii ki, bize uygulanan şiddet, ruhumuzu bir biçimde sakatlıyor. Ve tabii ki bir bebek bile (mesela annesinin sütünü paylaşmamak için) kardeş katili olabilecek potansiyele sahip. Damarlarımızda bu asil kan var! Bunları biliyoruz. Ama bunlar faşizmi açıklamaz. Siyasetten, ekonomiden, sınıf savaşımından ve kapitalistler arası paylaşım savaşlarından hiç söz etmeden faşizmden söz edemezsiniz. Şu da var: “Faşizmden herkes sorumlu” demekle, “faşizmden kimse sorumlu değil” demek arasında, N.Y. Times eleştirmeni A. O. Scott’un da dediği gibi, bir fark yok (Radikal’den Uğur Vardan bu yazıya dikkatimizi çekmişti). Bu söylemin etkileyici olduğunu kabul ediyorum; manalı bulmuyorum fakat. Tecavüzcüyle tecavüz edilen bir ve aynıysa, daha fazla söz söylemenin de manası olamaz. Oysa mesele mağduru zaten pençesinde kıvrandığı suçluluk duygusundan kurtarmak ve kendisine karşı suç işleyenlere karşı mücadele edebilmesini sağlamaktır! Haneke bu gücü mağdura vermek bir yana dursun, mağdurun aslında ne kadar zalim olduğunu ve ilerde daha da zalimleşeceğini söylüyor, bize. Haneke’ninki politik bir söylem değil metafizik bir söylem sonuçta. Çocukların canavarca davranışlarından söz ediyorsanız (engelli bir çocuğa işkence etmek gibi) ve bunla Nazizm arasında ilişki kuruyorsanız insanın kötülüğünden söz ediyorsunuz demektir. Buradan da politik bir söylem üretmek mümkün gözükmüyor bana. Aksine buradan çıksa çıksa apolitiklik çıkar.
Iron Man 2
‘Iron Man’ herhalde süper kahramanlar içinde en sevimsiz olanı. Son derece maço, insanlara böcek muamelesi çeken, kendini beğenmiş bir kapitalist Demir Adam. Üstelik de ürettiği şey silah. ABD’nin öncülüğünü ettiği neo-liberalizm, savaşı da özel şirketlere havale ettiği için, Iron Man de “tek başıma barışı özelleştirdim” diye böbürlenebiliyor. Demir Adam’ın başlıca sorunu sağlığı: O biyonik biri ve vücudunu ayakta tutan madde (paladyum) aynı zamanda zehirlenmesine de neden oluyor. İkinci sorunu bir Rus. Tabii ki kötüler, eski sosyalistlerden ve onların tohumlarından çıkar, başka nerden çıkacak? Bu kötü Rus, zamanında SSCB’den kaçıp ABD’ye sığınan babasına yapıldığını düşündüğü kötülüğün intikamını almaya çalışıyor. Babası ABD’de milliyetçi olmadan, zengin olmaya çalışma suçu işlemiş!!! Biz ABD’de zengin olmaya çalışmamanın suç olduğunu sanırdık! Demir Adamın bir de müteveffa babasıyla sorunu var. Babasının kendisini sevmediğini sanıyor adamımız. Evet başrolde Demir Adam olarak Robert Downey Jr., baharat kızlar rollerinde Gwyneth Paltrow (filmdeki adı Biber!) ve Scarlett Johansson, kötü Rus olarak Mickey Rourke ve kalleş rakip rolünde Sam Rockwell var. “Sermaye en yüce değerdir ama milliyetçilik de şart” diyen bir Hollywood blockbuster’ına daha ihtiyacınız varsa, sizi tutmayalım.
Aşkın Son Mevsimi
Telif Savaşları
Tolstoy, “ben eserlerimi halk için yazdım, dolayısıyla eserlerimin sahibi halktır” diyor. Yani eserlerinin telif hakkını kimsenin özel mülkiyetine geçirmesini istemiyor. Ama karısı bu eserlere kendisinin de çok emeğinin geçtiğini iddia ediyor. Üstelik sadece niceliksel bir emek değil bu, yaratıcı yanları da var. O da hem kendisinin hem de oğlunun geleceğini güvence altına almak istiyor. İşte Tolstoy’un hayatının son günlerini anlatan “Aşkın Son Mevsimi” gibi romantik bir adı olan bu filmin asıl teması bu, yani telif hakları kimin olmalı! Filmin tavrı özel mülkiyetten yana ve açıkçası bu filmin, telif hakları konusundaki propagandaya katkıda bulunmak dışında bir varlık nedeni de yok. Yazık, filmin keşke Tolstoy’a, onun fikirlerine ve bu fikirlerle dönemin Rusya’sı arasındaki ilişkiye dair söyleyecek birkaç sözü olsaydı.
Hellen Mirren (Tolstoy’un karısı Sofya) ve Christopher Plummer (Tolstoy) idare ediyorlar ama Tolstoy’un yardımcısı rolündeki James McAvoy o kadar kötü ki, diğer oyuncuların zaten çok parlak olmayan performanslarını da gölgeliyor. Paul Giamatti için de iyi şeyler söylemek zor. Telif savaşlarını kim mi kazanıyor? Kısa bir süreliğine Barones Sofya ama filmin söz etmediği bir şey var: Ekim Devrimi bütün bu telif savaşlarını kısa bir süre sonra anlamsız hale getirecek! Ama onun da sonu geldi; sosyalizm çökmeyip, gelişebilseydi filmin adına “Telif Haklarının Son Mevsimi” çok yakışacaktı.