Hatırlatmalar | 12 Mart: Toplumsal yükselişi bastırma hamlesi

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

Türkiye’de egemen sınıfların ve emperyalizmin 12 Mart’ta askerî bir darbeye yönelmesi 65 sonrasında yükselen devrimci muhalefeti bastırma ihtiyacının bir sonucu olarak gündeme geldi.

1965 sonrasında devrimci hareket güçlü bir gelişme dinamiğine sahipti. Kıbrıs olayları nedeniyle gündeme gelen Johnson mektubu toplumda ciddi bir anti-emperyalist tepki ortaya çıkarmıştı. Özellikle anti-emperyalist doğrultuda gelişen devrimci gençlik hareketi DEV-GENÇ büyük bir etkinlik kazanmıştı. Bağımsızlık yürüyüşleri, 6. Filo’yu protesto eylemleri toplumda geniş yankılar uyandırıyordu.

Öte yandan işçi, köylü hareketleri Türkiye tarihinde olmadığı kadar üst boyutlara ulaşmıştı. Kavel direnişinden 15-16 Haziran 1970’deki büyük işçi yürüyüşlerine; DİSK’in kuruluşundan örgütlü işçi sınıfının hak arama mücadelelerinin gelişmesine uzanacak işçi sınıfı hareketi dalga dalga yayılıyordu.

Aynı dönemde köylü hareketi de Fatsa’da fındık, Anamur’da fıstık, Ege köylerinde tütün mitinglerine uzanan, toprak işgalleriyle gelişen geniş boyutlara ulaşıyordu.

Aynı canlılık memurlardan öğretmenlere, aydınlardan sanatçılara kadar toplumun her kesiminde bir örgütlenme ve hak arama mücadelesi olarak gelişiyordu.

Bu büyük toplumsal uyanış dalgasının bastırılması için ABD tarafından örgütlendirilmiş Komünizmle Mücadele Dernekleri ve MHP-Ülkü Ocakları’nın cinayetleri ve faşist saldırılarıyla bastırılmaya çalışıyordu. Devrimci gençlerin Kanlı Pazar’lardan başlayarak Battal Mehetoğlu ve Vedat Demircioğlu’nun 6. Filo protestolarında katledilmesi ve Taylan Özgür’ün kontrgerilla eliyle işlenmiş bir faili meçhul cinayetiyle tırmandırılarak 12 Mart’a kadar yirminin üzerinde genç katledildi. Bu kontrgerillanın sivil faşist güçlerinin yetersiz kaldığı noktada 12 Mart askerî darbesi gündeme getirildi.

Demirel’in 6. Filo bir süre karasularımıza girmesin ricasında bulanacağı, ABD’nin haşhaş ekimini yasaklama talebinin –toplumsal baskı nedeniyle– karşılayamadığı böyle bir devrimci muhalefet dalgasını kendi çıkarlarını riske sokacağını düşünen ABD askerî darbeyi devreye sokma yoluna gitti.

Sosyalist olan 600 dolayında subay ve askeri öğrenci bu dönemde tasfiye edildi.

12 Mart sonrasında yurtseverler, aydınlar, devrimciler, ilerici insanlar zindanlara dolduruldu, işkencelerden geçirildi… Deniz’ler idam sehpasına gönderildi, Kızıldere’de Mahir Çayan’la birlikte 10 devrimci katledildi, Nurhak’lardan Ulaş’lara Cevahir’lere bu toplumsal uyanışın önderi devrimciler katledildi… 12 Mart böylece Amerika’nın istekleri doğrultusunda solu bastırma görevini yerine getirmeye çalıştı.

12 Mart’ın en önemli sonuçlarından birisi 1961 anayasasının nispi demokratik yapısının ortadan kaldırılarak; emekçi sınıfların örgütlenme kanalları kapatılmaya, seçim sistemi ve siyasal rejim anti-demokratik hükümlerle daraltılmaya başladı. 12 Mart devrimcileri katlederek ve demokratik hakları ortadan kaldırarak “sosyal uyanış dalgasını” bastırmak üzere yürürlüğe girse de bunu başaramadı. 1970’lerin ikinci yarısı 12 Mart öncesine da aşacak büyük toplumsal mücadelelere sahne olmaya devam etti… 

***

Balyoz Harekâtı 

12 Mart darbesinin asıl hedefinin Demirel hükümeti değil yükselen toplumsal muhalefet ve devrimci hareketler olduğunun ilk göstergesi, darbenin başa geçirdiği Nihat Erim hükümetinin başlattığı Balyoz harekâtı oldu. Elrom’un kaçırılmasının ardından Erim’in TRT’de yaptığı bir konuşmasındaki “Alınacak tedbirler balyoz gibi kafalarına hemen inecektir” ifadesi hem harekâta adını vermiş hem de balyozun hedefinin sol olduğunu açığa çıkmıştı. Operasyon çerçevesinde 6 ilde sıkıyönetim ilan edildi. DİSK kapatıldı, binlerce sendikalı işçi, aydın, gazeteci, üniversiteli ve devrimci gözaltına alındı. İşkenceden geçirildi. MİT ve emniyetin işkencehane olarak kullandığı Ziverbey köşkü bu dönemin acı simgelerinden biri haline geldi.  

Balyoz Harekâtı, Türkiye’de 12 Mart öncesi yükselen devrimci hareketin, kontrgerilla eylemleri ile bastırılamayışının bir sonucudur. Aynı zamanda, 12 Eylül ile tamamına erecek şekilde, anti-komünizmin ordu eliyle icrasının da ilk denemesidir. Mahir Çayan ve arkadaşlarının çıkardığı Kurtuluş dergisi, hâlâ sol bir darbe olma ihtimali konuşulan 12 Mart’ın henüz ilk günlerinde, darbenin amacını, gideceği yolu ve sonrasında devrimcilerin vereceği mücadeleyi öngörüyordu: 

“Oynanan son oyunla birlikte, ülkemizde faşizm, yukarıdan aşağıya adım adım tezgâhlanmaktadır. Ordu ve bütün devlet kurumlarındaki küçük burjuva radikallerini yeni yeni tasfiyeler beklemektedir. Bütün devlet kurumlarında bürokrasisini sağlamlaştırma yolunda olan emperyalizm, ordu içerisindeki tasfiyelerin peşinden, “anarşistler” dediği sivil kanattaki sağlam Marksist Leninist unsurlara da vuracaktır.  

…Devrimcileri zor ama zevkli kavga günleri beklemektedir.” (Kurtuluş-Devrim İçin Savaşmayana Sosyalist Denmez, Nisan 1971). 

Operasyonun sonucu gözaltına alınan binlerce kişi, ağır işkencelere ve sorgulara tabi tutulmuş, yüzlercesi tutuklanarak hapse atılmıştır. Balyoz operasyonundan1974 Affı'na kadar geçen iki yıllık süreçte TSK, baskı ve şiddet yoluyla tüm ilerici, devrimci, demokrat tepki ve hareketlerin geçici olarak önüne geçti. 

*** 

12 Mart sonrası Anayasa’nın değişmesi 

1961 Anayasası 141-142. “Komünizm propagandası ve sınıf temelli siyaset yapmayı cezalandıran yasalar olmasına MGK’nın kurulmasıyla birlikte askerin siyaset üzerindeki etkisinin artmasına rağmen, Anayasa Mahkemesinin kurularak yürütmenin yetkilerinin sınırlandırılması, üniversite ve TRT’nin özerkliğinin sağlanması, seçim yasasının milli bakiye sistemiyle demokratik katılımın genişletilmesi ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin ortadan kaldırılmasıyla Türkiye’nin en demokratik anayasası olarak tarihe geçti. 1961 Anayasasının yarattığı nispi demokratik ortamında etkisiyle gelişen sol, sosyalist fikirlere paralel gelişen gençliğin, işçilerin, köylülerin yükselen muhalefeti özellikle tekelci burjuvazi başta olmak üzere ABD ve hâkim sınıfların huzurunu kaçırdı. Bu gelişen toplumsal muhalefetin bastırılamadığı, bu minvalde AP’nin tekelci burjuvazinin taleplerini karşılayamadığı ve ABD’nin talepleri çerçevesinde özellikle haşhaş krizin çözülememesinin üst üste bindiği bir konjonktürde 12 Mart gündeme geldi. Egemenler açısından toplumsal muhalefetin gelişmesinin birinci sorumlusu 1961 anayasası olarak görülüyordu. Ve bu anayasa sınırlandırılmalı, demokratik muhtevası ortadan kaldırılmalıydı. Muhtıra sonrası Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın “Toplumsal gelişme ekonomik gelişmeyi aştı” sözü itiraf niteliğindeydi. Yine 12 Mart rejiminin başbakanı Nihat Erim de “Bu anayasa lükstür. Bununla devlet yönetilemez” diyordu. Daha 12 Mart’ta gelmeden anayasanın demokratik maddeleri AP tarafından törpülenmeye başlamıştı. 1 Mart 1968’de barajsız ve her partinin aldığı oy oranında temsil edildiği “milli bakiye sistemi” değiştirildi. 4 Şubat 1970’de önceden fiilî olarak uygulanan “Tedbirler Kanununa” hukukilik kazandırıldı. İşgallere, direnmelere, afiş asmaya ağır cezalar verilecek, derneklerde örgütlenmek kısıtlanıp zorlaştırılacaktı. İçişleri bakanlığına grevler ve yürüyüşleri yasaklama, erteleme yetkisi verildi. 12 Mart sonrası anayasa maddelerinden dörtte üçüne ilişilmiş ve on bir yeni geçici hüküm getirildi. Bu değişimlerin en önemlileri şunlardır: 

“Askerî Yüksek İdari Mahkemesi Kurularak Danıştay yetkisizleştirildi. Bu sayede askerler yargısal denetimden uzaklaştırıldı. Anayasa Mahkemesinin yasa değişikliğini yalnızca biçim yönünden denetleyebileceği öngörüldü. Küçük partilerin Anayasa Mahkemesine iptal davası açabilmeleri önlendi. Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruldu. Gözaltında tutma süresi önce 7 sonra 15 güne çıkarıldı. Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi verilerek yürütme yasama karşısında güçlendirildi. Memurların sendika kurabilmeleri, öğretim üye ve yardımcılarının partilerde görev alabilmeleri imkânsız hale getirildi. TRT’nin özerkliği tamamen ortadan kaldırıldı. Üniversitelerin özerkliği zayıflatıldı.”  

Anayasadaki bu değişiklikler büyük ölçüde 12 Eylül anayasasının zeminini oluşturan değişiklikler olduğu görülmektedir. 

*** 

Deniz Gezmiş

Denizlerin yakalanışı 

12 Mart muhtırasından dört gün sonra Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu üyesi Deniz Gezmiş ve Yusuf Arslan Gemerek’te, Hüseyin İnan Kayseri’de yakalandı. Denizlerin infazının oylandığı meclis oturumunda Adalet Partililer, 27 Mayıs’ta Mendereslerin asılmasının karşılığı olarak “3-3” sloganları atarak el kaldırdı. Amerikancı sağ, Türkiye’nin bağımsızlığı için savaşan devrimcilerden intikam alıyordu. 

Deniz Gezmiş’in yakalandıktan sonra çıkarıldığı mahkemede yaptığı savunma, 12 Mart’ın asıl mahiyetinin; ülkenin emperyalist dönüşümüne karşı gelişen toplumsal uyanışın bastırılması olduğunu kanıtlar nitelikteydi: 

“Biz hiçbir zaman bütün çabamıza rağmen Türkiye’nin bağımsızlığını temin edemedik. Bugüne kadar da bu özlem içinde kaldık. 

İddia makamı bizim vermekte olduğumuz bağımsızlık savaşına karşıdır. 

Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan mahrum eden hepiniz dahil sizlersiniz. Ve sonunda idam isteğiyle buraya getirildik, Türkiye’nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı bu yola koyduk.  

35 milyon metrekare vatan toprakları işgal altındayken, bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür. 

Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyorum. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum.” 

*** 

12 Mart’a Karşı Devrimci Mücadele 

12 Mart’ın asıl hedefi kısa süre sonra ilan edilecek sıkıyönetimle birlikte devrimcilere karşı başlatılan “Balyoz Operasyonu” ile ortaya konuldu. Bu baskı ortamı karşısında sol hareket bir direniş mücadelesi başlattı.  

Toplumda devrimcilere yönelik büyük bir sempati dalgası hâkimdi. Sıkıyönetim uygulamalarıyla toplum baskılanırken, devrimciler de toplumsal mücadele imkânlarının dışına da sürüldü. Büyük bir tutuklama dalgası, sürek avına dönüşmüş operasyonlar içinde Denizlerin idamının engellenmesi için Mahirlerin yaptıkları eylemler; İsrail Başkonsolusu E. Elrom’un kaçırılması, Amerikan ve İngiliz askerlerinin kaçırılması eylemleri gerçekleştirildi.  

12 Mart bu devrimcileri yok etme hedefi doğrultusunda, 31 Mayıs’ta Kürecik Radar Üssüne eylem yapma hazırlığındaki THKO üyesi devrimciler Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan asker tarafından öldürüldü. Sinan’ın cenazesini almaya gelen annesi Nazife Cemgil’in, Nurhaklı köylülere yaptığı konuşma, devrimcilerin, 12 Mart sonrası giriştiği mücadele ve fedakârlıkların özeti niteliğindedir:  

“Bu oğlum Sinan. Bunlar da onun arkadaşları kardeşleri. Onlar da oğullarım. Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekâlı güzel çocuklardı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar.” 

*** 

Taylan Özgür

68 kuşağının ilk faili meçhulü: Taylan Özgür 

68 kuşağının ilk faili meçhul cinayetine kurban giden isim Taylan Özgür’dü. Taylan Özgür öldürülmesi sonu 12 Mart’a kadar uzanacak kanlı bir perdenin açılması anlamına geldi. 21 devrimci gencin öldürüldüğü cinayetler ve şiddet ortamında ülke 12 Mart darbesine taşındı.  

Taylan Özgür’ün öldürülmesi faillerinin halen bulunamadığı bir kontrgerilla hikâyesidir. Taylan, 23 Eylül 1969’da Beyazıt’ta gözaltına alınmak istemiş, sonrasındaki kovalamacada sırtına saplanan kurşunla hayatını kaybetti. Cinayetin ardından görgü tanıkları bir polisin silahı ateşlediğini ifade ettiler. Cinayetten 21 yıl sonra, 27 Kasım 1990’da emekli kurmay yarbay Talat Turhan bir açıklama yaparak, “Taylan’ı öldüren bir polis değil, bir üstteğmendi ve o şimdi bir general” açıklamasını yaptı.  

Turhan, 1978’de Taylan’ın öldürülmesine ilişkin dosyası dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e verdiğini, bu dosyayı paylaşırken yanlarında Deniz Baykal, Uğur Mumcu ve Ertuğrul Günay’ın da olduğunu söyledi.  

Taylan Özgür’ün ablası Hale Kıyıcı, bu bilginin paylaşılmasının ardından tüm bu isimlere ulaşarak katilin isminin açıklanmasını talep ettiyse de kimseden yanıt alamadı. Talat Turhan, ismi neden açıklamadığının sorulması üzerine “olayı dillendirmek içişleri bakanının sorumluluğunda, ben Hasan Fehmi’yi eleştirmiyorum. Çünkü bu örgüt, devlet içinde devlet, çözmeye siyasilerin gücü yetmiyor” diyecekti.  

Kontrgerillanın cinayetlerinden birisi Taylan Özgür’dü. Arkadaşı Sinan Cemgil, ODTÜ’deki cenaze töreninde yaptığı konuşmada, “Türkiye’de CIA artık bir adam temizleme kampanyası açmıştır” sözleriyle gerçek faili açıklamıştı. 

*** 

Mahir Çayan ve Ulaş Bardakçı

Kızıldere’ye doğru

Aynı günlerde Maltepe’de Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in bulunduğu ev kuşatılır, üç gün süren kuşatmanın sonunda Hüseyin Cevahir öldürülürken, Mahir Çayan yaralı olarak ele geçirildi.

Tutuklanan THKP-C ve THKO üyesi devrimciler, bulundukları Maltepe Askeri Cezaevinden tünel kazarak kaçtılar. Ulaş Bardakçı, 19 Şubat 1972’de İstanbul’da polis baskınında öldürüldü.

Birlikte hareket eden THKP-C ve THKO militanları, darbeye karşı ortak mücadele başlattılar. Mahir Çayan, Sinan Kazım Özdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ve Ertuğrul Kürkçü, Karadeniz’e geçerek, NATO’ya bağlı Ünye Radar üssünde çalışan ikisi İngiliz biri Kanadalı üç teknisyeni kaçırdılar. Rehinelerle Kızıldere köyüne geçen devrimciler, burada köy muhtarının evine ulaştılar. 30 Mart günü asker evi kuşattı. Evin çatısında Denizlerin salıverilmesi talebiyle görüşme yapan Mahir Çayan keskin nişancı tarafından katledildi.

Evdeki diğer 9 devrimci, çıkan çatışmada öldürüldü, evin alt katındaki samanlığa sığınan

Ertuğrul Kürkçü sağ ele geçirildi.

30 Mart’ta yaşanan katliam, devrimcilerin fedakarlıklarının, dayanışma ve kardeşlik duygularının sembolü oldu, 12 Mart sonrası öldürülen tüm devrimciler, birkaç yıl içinde yüz binleri bulacak yeni devrimci gençlere bayrak oldu. Türkiye’nin Amerikancı dönüşümüne karşı, darbe sürecinde verilen mücadelenin anlamını, o dönemin devrimci hareketi içerisinde olan Oğuzhan Müftüoğlu şu şekilde ifade edecekti:

“Sonuçta yenilmiş de olsa Paris Komünüyle Ekim Devrimini bugüne taşıyan neyse, ON’ları, Mahir’leri, Fatsa’yı ‘yumruklu yıldızı’ bugüne taşıyan da aynı şeydir.

Bazen onların hayatta kalanlarından biri olarak bana ‘adanmışlık nasıl bir şey?’ diye soranlar olur. Bu günlerin yaşam tarzlarına bakarak diyecek fazla bir şey bulamam. Sanırım biz başka türlü yaşamayı pek düşünmedik; yaşadıklarımızı fedakarlık ve kahramanlık olarak değil hayatın kendisi olarak yaşadık.”