Hatırlatmalar | İkili anlaşmalar, NATO’ya giriş, kontrgerilla: Türkiye’nin kırılma noktaları

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

BirGün Pazar’da bundan sonra her hafta “Hatırlatmalar” sayfası ile karşınızda olacağız. Türkiye tarihindeki bazı kırılma noktalarına projeksiyon tutacağız. Kimi zaman belgelerle kimi zaman tarihe tanıklık eden söyleşilerle unutturulan gerçekleri hatırlatacağız. 

Bu hatırlatmalar bugünü anlamak açısından da yol gösterici olacaktır. 

Böyle bir çabanın giderek İslamcı bir faşizme dönüşen Cumhuriyet’in nasıl teslim edildiğinin anlaşılmasına katkı vereceğini düşünüyoruz. Çünkü Cumhuriyet’in şimdi nasıl yeniden kurulacağı sorusu da nasıl kaybedildiğinin anlaşılmasından geçiyor.  

Hatırlatmalar’a Türkiye’nin 1945 sonrasında ABD’nin soğuk savaş politikalarına bağlı olarak nasıl dönüştürüldüğünü ele alarak başlıyoruz. Ekonomik ve askerî bağımlılık ilişkilerinin temelini oluşturacak olan ikili anlaşmalar, Türkiye’nin NATO’ya katılmasıyla şekillenen devlet yapısı, ucu katliam ve cinayetlerle örülmüş bir sürecin sonunda gerçekleşen 12 Mart ve 12 Eylül’ler, Özel Harp Dairesi, kontr-gerilla ve sivil faşist örgütlenmeler ve İslamcı bir faşizme uzanan bir süreci tarihî belgelerle hatırlatacağız. 

*** 

Türkiye’nin NATO’ya Girişi 

II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan en önemli gelişmelerden birisi ABD’nin kapitalist dünyanın lideri konumuna gelmesi oldu.  

Bu çerçevede Almanya, İngiltere ve Fransa başta savaşın büyük bir tahribat yarattığı Avrupa ülkelerinin Sosyalist Blok karşısında güçlendirilmesini esas alan yardım politikaları devreye sokuldu. Öte yandan Sovyetler çeperindeki ülkeler askerî ve ekonomik yardımlarla Amerika’nın ileri karakolu haline getirildi.  

Türkiye ile bu kapsamda 1947’de “Türkiye’ye Yapılacak Yardım Hakkında Anlaşma” imzalandı. Bu anlaşma ile ordunun eğitim ve teçhizatlanması Amerika’ya bağımlı hale getirilecekti. Truman Doktrini çerçevesinde yapılan bu yardımlarla başlayan sürecin bir sonraki aşaması Türkiye’nin NATO’ya dahil edilmesi oldu. 

Amerika, Sovyetler Birliği’ni askerî olarak dengelemek ve kuşatmak için çeper ülkelerinde askerî üsler oluşturma politikası izledi. Buna bağlı olarak imzalanan ikili anlaşmalarla Türkiye’de Amerikan ve NATO üsleri kuruldu.  

Bu kapsamda 1951’de İncirlik Üssünün kurulmasıyla başlayan süreçte ABD ve NATO üsleri ülkenin dört bir yanına hızla yayıldı. 

*** 

1947 yılında imzalanan anlaşma Türkiye’nin ABD’ye Bağımlılığı açısından bir milat. Anlaşma ordunun Amerika’ya bağlı hale getirilmesinin bir başlangıcıydı.

ABD’NİN DOLAYLI SALDIRI STRATEJİSİ VE TÜRKİYE 

1957 yılında dönemin ABD başkanı Dwight Eisenhower, tarihe “Eisenhower Doktrini” olarak geçecek yeni Amerikan stratejisini kongreden geçirdi. Buna göre komünizme karşı müttefik ülkelere ekonomik ve askerî yardımların yapılmasının yanı sıra, komünist bir ülkenin doğrudan ya da dolaylı saldırısına karşı Amerikan ordusunun doğrudan müdahalesini de içeriyordu. Bu strateji kapsamında dolaylı saldırı kuramı gündeme geliyordu. Dolaylı saldırı, emperyalist sistem içinde yer alan ülkelerdeki düzene karşı her tür muhalefet hareketinin “ABD’nin güvenliğine yönelik dolaylı bir saldırı” olarak kabul ediyor ve bu muhalefet hareketlerini bastırmak üzere ABD’nin askerî müdahale hakkını garanti altına alıyordu. 

Bu strateji kapsamında Türkiye ile ABD arasında imzalanan 5 Mart 1959 antlaşması da ABD’ye tehdit gördüğü durumda Türkiye’ye askerî müdahale hakkını da vermiştir.  

Dolaylı saldırı çerçevesindeki gelişmeler Türkiye’nin resmî ve gayriresmî tüm askerî yapılarının, istihbarat birimlerinin anti-komünizm taktikleri çerçevesinde dönüşümünü kapsıyordu. Bu yaklaşım çerçevesinde Genelkurmaya bağlı Özel Harp Dairesi oluşturuldu. Komünizmle Mücadele derneklerinden Ülkü Ocakları’na kontr-gerillanın sivil faşist uzantıları örgütlendirildi. CIA’nin kont-gerilla ideoloğu David Galula’nın Ayaklanmalara Karşı Koyma Teori ve Pratiği kitabı çevrilerek TSK’ya ayaklanma bastırma eğitimleri verildi.  

1952 yılından itibaren TSK’daki öne çıkan genç subaylar ABD’de özel olarak eğitim aldı. 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi’nin de içinde bulunan Türkeş gibi ABD’de eğitim gören genç subaylar, darbenin ardından bir iç tasfiye sürecinde CIA’nin koruması altına alındı, idamları sürgüne çevrildi ve yurtdışında komünizmle mücadele için yeniden eğitildiler. Eski MİT’çi Enver Altaylı, CIA’nin eski Türkiye şefi Rudi Nazar ile görüşmelerinden hazırladığı biyografisinde, “Türkeş’in idam kararı çıktığında kızı Nazar’ın evindeydi” diyerek aralarındaki samimiyeti belirtiyor. 

Bu şekilde kurulan Özel Harp Dairesi, “açık ve gizli örgütler kurularak, bunlar eliyle her türlü şiddet ve suikast olaylarının yaratılması, suçu solculara atılan sahte operasyonlar düzenlenmesi, bu ülkenin güvenlik örgütlerinin seçilmiş elemanlarının Amerika’daki uluslararası polis akademisi ve Panama’daki kontr-gerilla okullarında sorgulama ve işkence yöntemleri, suikast, adam öldürme sabotaj konularında eğitilmeleri gibi hususlar yer almaktadır” (12 Eylül ve Türkiye Gerçeği, Birgün Yayınları, 2009, s. 76). 

İlerici hareketlerin şiddetle engellenmesi, katliam ve cinayetlerle ülkenin bir iç savaşa doğru sürüklenmesi ve askerî darbeler bu dolaylı savaş çerçevesinde ve onun için örgütlendirilmiş resmî ve gayriresmî güçler eliyle gerçekleştirildi. 

*** 

ÖZEL HARP DAİRESİ’NİN MASRAFLARINI ABD KARŞILADI 

Özel Harp Dairesi o dönemde Amerikan Yardım Heyeti (Jusmmat) ile aynı binada çalışıyor, masrafları da ABD tarafından karşılanıyordu. Daha ilginç olan ise dönemin başbakanının böyle bir örgütün varlığından 1974’te Kıbrıs olaylarından dolayı haberdar olmasıydı. Kıbrıs olayları nedeniyle Amerika artık Özel Harp Dairesi’ne para göndermekten vazgeçmişti. Bu nedenle Özel Harp Dairesi’nin masraflarının örtülü ödenekten karşılanması için dönemin başbakanı B. Ecevit’e başvuruldu. Ecevit de böyle bir yapının varlığından bu şekilde haberdar oldu. 

*** 

AMERİKAN EĞİTİM BURSUYLA DEMİREL’LER, ÖZAL’LAR YETİŞTİRİLDİ 

Amerikan Eğitim Bursu (AID) yardımları çerçevesinde azgelişmiş ülkelerin askerleri ve elitleri Amerikan ideolojisi çerçevesinde eğitim almakta, orduda ve devlet bürokrasisinde önemli görevler üstlenmektedir. Demirel bunun en çarpıcı örneklerinden birisini oluşturmaktadır:  

“1964 yılında Kıbrıs olayları sonrasında İnönü’nün ABD’nin gözünden düşmesi, General Porter’ın Ankara’ya gelerek İnönü’nün yerine geçebilecek bir başbakan bulmak üzere anket ve araştırmalar yapması gibi, bazı gelişmelerden sonra Demirel AP Kongresinde, Johnson ile birlikte çekilmiş resimleri dağıtılarak genel başkan seçilmiştir” (12 Eylül ve Türkiye Gerçeği, Birgün Yayınları, 2009, s. 88). 

*** 

29 Mayıs 1977’de İzmir Çiğli’de Ecevit’e yönelik bir suikast girişimi gerçekleşmiş, suikastta kullanılan silahın Özel Harp Dairesi’ne kayıtlı olduğu belirlenmişti.

GAYRİNİZAMİ HARP VE MHP 

Özel Harp Dairesi’nce yürütülen gayrinizami harbin içinde MHP ve Ülkü Ocakları özel bir rol oynadı.  

1978 yılında Ecevit, eski Özel Harp Dairesi Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu ile Sarıkamış’ta bir görüşme gerçekleştirerek kendisine MHP Kars il başkanı için “Farz-ı muhal, buradaki MHP il başkanı, aynı zamanda Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı?” diye sorunca Yirmibeşoğlu “Evet öyledir, ama kendisi çok güvenilir, vatansever bir arkadaşımızdır” diyordu. 

MHP’nin bu rolünün nasıl şekilleneceğini 27 Mayıs’ta Milli Birlik Komite üyesi olan ve MHP’nin ideologlarından birisi olarak bilinen Dündar Taşer, A. Türkeş’e bir rapor yazarak anlatır. Bu raporda “MHP’ye bağlı birçok derneğin kurulması, bu derneklerin parti başkanlarınca yönetilmesi, her sahada ve her yerde gizli istihbarat teşkilatının örgütlenmesi, mücadelenin öğrencilerin omuzlarından alınarak şehir gerillası nizamı içinde emekli subay ve emekli polislerin idaresinde yalnızca il başkanlarının tanıdığı birbirini tanımayan kişilerden oluşan savunma birliklerinin organize edilmesi gerektiği” ifade edilmiştir.  

Yine 1973’te bu ilişkinin bariz bir örneği MHP yöneticilerinden Sadi Somuncuoğlu seçim konuşmasında; 12 Mart öncesinde ülkücülerin, komandoların komünizme karşı devlete yardımcı olduğu tezinin altını çizerek misyonlarını cunta ile özdeşleştirmekte ve 12 Mart’ta ülkücü gençliğin nöbeti Mehmetçiğe devrettiğini söylemektedir. 

*** 

CIA desteğiyle Türkiye'de islamcılığı desteklemek için kurulan cemiyet bugün AKP'nin önde gelen STK'ları arasında bulunuyor. 

İLİM YAYMA CEMİYETİ’NİN HİKÂYESİ 

İlim Yayma Cemiyeti, 1951 yılında Adnan Menderes iktidarında milliyetçi muhafazakâr kanaat önderi tarafından kuruldu. Kuruluşundan sadece 6 gün sonra Cumhuriyet tarihinin ilk imam hatip okulunun İstanbul’da açılmasına öncülük etti.  

Kuruluşundan birkaç ay sonra Demokrat Parti hükümetinin bakanlar kurulu kararıyla “kamu hizmeti yapan dernek” statüsüne alındı. 1973 yılında ise kendilerine yasal güvence sağlayan vakıflaşma adımı atıldı ve böylece İlim Yayma Cemiyeti bugüne dek katlanarak artan tüm malvarlığını İlim Yayma Vakfı’na devretti.  

Kuruluş felsefesi olarak katı bir sol düşmanlığını rehber edinen Cemiyet, kaynağını CIA destekli Komünizmle Mücadele Derneği’nden aldı. Cemiyet ve vakfın önde gelen isimleri arasında Türkiye’nin sağcılık ve karşıdevrim serüveninde önemli yeri olan hemen herkese rastlamak mümkün: Özal ailesi, Topbaş ailesi, Ülker’ler, Sebahattin Zaim, Nevzat Yalçıntaş, Fethullahçı Ali Bulaç, fesli Kadir Mısıroğlu, Kanlı Pazar esnasında İstanbul Valisi olan Vefa Poyraz… 

Süleyman Demirel’in devletin en üst makamında görev yaptığı 1996 yılında, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı tarafından “memlekete üstün hizmetleri” karşılığında şükran plaketi ile ödüllendirilen Vakıf, bugünkü devasa gücünü şaşırtıcı olmayan bir şekilde AKP iktidarıyla elde etti.  

Günümüzde Bilal Erdoğan’ın başkanlık koltuğunda oturduğu Vakfın tüm ülkeye yayılmış 180 şubesi, 167 öğrenci yurdu ve 98 eğitim merkezi bulunmakta. Adnan Menderes’ten Tayyip Erdoğan’a tüm sağcı siyasi elitin koruyup büyüttüğü Vakıf, bugün hazine arazilerinin hibesinden, Kredi Yurtlar Kurumu tarafından verilen barınma desteğine dek devletin tüm olanaklarından besleniyor.