Detroit yalnızca 20. yüzyılın değil, aynı zamanda bugünlerde yaşanan ve yarınlara gebe olan değişimin de tanığı. Yoksulluk ve işsizliği, teknolojik gelişmelerin toplum yararına işlemesinin önüne geçen ekonomik ilişkilerin doğurduğunun da kanıtı.

Hayalet şehir Detroit’e yolculuk

Marcello Musto - Akademisyen - @MarMusto

Eğer endüstriyel arkeoloji diye bir bilim olsaydı, şüphesiz Detroit incelenen ilk örneği olurdu. Yine de şehrin tarihinde gelişim de pırıltı da bolca bulunabilir. Kutsanmış Motor Şehri on yıllar boyu dünyanın önde gelen otomobil merkeziydi. 1902’de şehir Cadillac’ın doğuşunu kutlarken, bir yıl sonra Henry Ford 1908’de ilk montaj hattı üretimi olan Ford T’nin yapılacağı tesisleri kuruyordu. Aynı yıl General Motors kuruldu, 1925’te de peşine Chrysler. Kısacası, ABD otomotiv endüstrisine dair her şey Detroit’te doğdu. 

Motor Şehri 

Şehir ilerlemenin kanatları altında büyüdü. 20. yüzyılın ikinci on yılında nüfusu iki katına çıkan Detroit, ülkenin en kalabalık dördüncü merkezi oldu. Şehre akın edenlerin büyük çoğunluğu Güney eyaletlerinden geliyordu, büyük kısmını Afrika kökenli Amerikalıların oluşturduğu bu göç dalgası Amerikan tarihine “ilk büyük göç” olarak geçti. 

Genişleme yalnızca dört teker dünyasını etkilemiyordu. Amerika’nın II. Dünya Savaşına girişi, Michigan’ın önde gelen şehrini, Franklin Roosevelt’in deyişiyle “demokrasinin büyük cephanesine” dönüştürüyordu. Kadın erken büyük bir işçi nüfusu şehre akın ederken, Detroit silah sektöründe büyüyor, savaş üretimine diğer tüm Amerikan şehirlerinden daha fazla katkı sağlıyordu. 1945’ten sonra da büyüme devam etti, 1956 itibariyle şehir nüfusu 1 milyon 865 bini buldu. Dönemin ünlü profesörleri ve saygın gazetecileri bu büyümeyi Amerika’da sınıf mücadelesinin sonunun simgesi olarak selamlıyor, işçilerin kitlesel halde orta sınıf seviyesine yükselişini ve bununla gelişen avantajlardan duydukları hoşnutluğu kanıt gösteriyorlardı. 

O günden beri köprüden çok sular aktı. Gerileme 1960’larda başladı, 1973 ve 1979 petrol krizleriyle çöküş hızlandı. Bugün Detroit’te ancak 700 bin kişi yaşıyor, tarihinin en düşük nüfus seviyesi, bu düşüş yokuş aşağı gidecek gibi görülüyor. 21. yüzyılın ilk on yılında, şehir nüfusunun dörtte birini kaybetti. 

100 Bin Boş Arsa 

Şehir sınırları içerisinde yüz binden fazla boş arsa ve terk edilmiş ev var, evlerin çoğu ya harap ya da yaşanamayacak kadar çürümüş durumda. Önümüzdeki yıllarda on bin tanesinin daha yıkılması gerekiyor ancak bunun için gerekli finansman yok. Hakiki bir tenhalık hissi tüm şehri kaplıyor, çoğu blokta ancak bir evin sakini var. Detroit o kadar boş ki bütün bir Boston ya da San Francisco içine sığdırılabilir. Kent yönetimi nüfusu bir arada, belirli bir bölgede tutmaya çalışıyor ve kalan kısmı tarımsal ürün yetiştirmek için dönüştürmeye çalışıyor. Ancak 2008 krizi şehrin durumunu öncesinden bile daha umutsuz hale getirdi.  

Sosyal durum, dışsal etkenlerden daha iyi değil. Detroit’te üç kişiden biri, 18 yaş altının ise yarısından fazlası yoksulluk içerisinde yaşıyor. Irk ayrımı hâlâ çok belirgin: nüfusun yüzde sekseninden fazlasını oluşturan Afrika kökenli Amerikalılar şehir merkezlerinde, ‘beyaz’ işçiler içerisinde hâlâ şehri terk etmemiş olanlar ise ya çeperdeki korunaklı banliyölerde ya da büyük dükkânların yakınlarında yaşıyor. Bu da zamanlar değişse bile 1967’de dönemin Amerikan başkanı Lyndon Johnson’ın müdahale için şehre zırhlı araçlar yolladığı, 43 kişinin yaşamını kaybettiği, 7.200 kişinin tutuklandığı ve 2 binden fazla binanın yıkıldığı çatışmaların sonucu şehri savaş alanına çeviren ırkçılığın hâlâ Detroit’te kanlı canlı var olduğunu gösteriyor. Ülkede suç oranının en yüksek olduğu şehir ve kaderin ironisi, kasko fiyatları, otomotiv endüstrisinin doğduğu kentte hiç de iç açıcı değil. Gerçek işsizlik oranları yüzde elliyi geçti ve devasa yatırımlarla anacaddeye inşa edilen kumarhane sadece tek bir şeyi değiştirdi: umutsuz, hayata küstürülmüş ruhların her akşam son dolarlarını ve son kurtuluş umutlarını harcamak için slot makinesi sırasında beklemesi. 

Çin’e Hurda Metal 

2009’da, krizin sarsıntısı sürerken General Motors ve Chrysler iflas başvurusu yaptı, Ford da ağır hasar almıştı. Büyük üçlüye hem Bush hem de Obama yönetimleri döneminde verilen desteğin toplamı 80 milyar doları bulmuştu. Buna karşılık, işten çıkarmalar, ücret kesintileri, güvencesiz sözleşmeleri içeren “yeniden yapılandırma” süreci genişletilerek, 1994’te General Motors ve Chrysler’e düşük maliyetli parça üretimi için sunulan üretim modelinin de ömrünü uzatmıştı.  

Sonuçta, Detroit yalnızca 20. yüzyılın değil, aynı zamanda bugünlerde yaşanan ve yarınlara gebe olan değişimin de tanığı. Yoksulluk ve işsizliği, teknolojik gelişmelerin toplum yararına işlemesinin önüne geçen ekonomik ilişkilerin doğurduğunun da kanıtı. Fabrikaların iş olmadığı için değil, üretimin emek maliyetinin düşük olduğu ve sınıf mücadelesinin görece zayıf olduğu ülkelere kaydırıldığı için boş olduğunun kanıtı.  

Kışın Detroit’te akşam erken geliyor. Kimileri çevre yolunda dilenciliğe çıkıyor. Uzaklardan, bir zamanların sanayi bölgesinde yanan ateşler parlıyor. Bir grup genç viran haldeki bir fabrikada, denizyoluyla doğuya taşınacak parçalardan ellerine kalacak döküntüler arıyor. O parçalar, poundu 2,5 dolara gelen metal parçaları, şehirde geçinmeye yarayan tek şey. 

Bu metal hurdalar ABD’nin Çin’e en büyük ihracat kalemi ve Detroit dünyadaki diğer bütün şehirlerden daha fazla sahip. Bir zamanlar burada üretilenler şimdi başka bir yerde üretilebilsin diye gemilere yükleniyorlar, daha yüksek kârlar getirecek altyapıların kurulabilmesi için. Fakat kuşkusuz; yeni fabrikalar yeni çelişkiler ve yeni umutlar yaratacaktır.  

Çevirmen: Yunus Emre Ceren