Hayali bir adanın gerçekliğinde

IRMAK ADA  

Sanat çoğu zaman bir bütündür. İnsanlar farklı alanlarında kendilerini daha iyi ifade etseler de aynı evin odalarında gezer gibi zaman zaman diğer sanat dallarında da faaliyet gösterirler. Zira sanatta esas mesele insanın kendini ifade etme arzusudur ve bu eylemi gerçekleştirirken zaman zaman başka araçlar kullanmak da son derece olağandır. Bir neslin müzik alanındaki başarılarıyla tanıdığı Ege’nin son yıllarda edebiyat alanında da kendini göstermeye başlaması da farklı sanat dallarının birbirini besleyişinin güzel bir örneği sayılabilir. 

Daha önce yine Alfa Yayınları tarafından yayımlanan “Kedice Bir Sevda”, “Kedice Bir Tutku” ve “Asil Dedenin Düğünü” adlı romanlarıyla kurgu edebiyat alanında da rüştünü ispat eden Ege, bu kez de “küçük bir adada, zeytinlerin yağıyla olgunlaşıp, üzümlerin buğusuyla hislenip, Akdeniz’in tuzuyla pişen, ada geliştikçe, dışarısı içeriye daha fazla etki ettikçe, büyüdükçe küçük ve masum dünyaları yıkılarak hırsları, hayal kırıklıkları, öfkeleri, kayıpları ve aşklarıyla bambaşka hayatlara savrulan dört çocukluk arkadaşının hikâyesi” olarak tanımladığı “İsyan” ile bir kez daha okurun karşısına çıktı. 

1960’lı yılların ikinci yarısında başlayan hikâye, karakterlerinin izini 90’lı yıllara kadar sürüyor. Hem geniş bir zaman aralığını hem de geniş bir karakter kadrosunu başarıyla idare eden Ege, akıcı ve içten üslubuyla da okuru daha ilk sayfalardan itibaren hikâyenin içine ve o hikâye için kurgulanmış, hayali bir adanın gerçekliğine buyur ediyor. 

Dört çocukluk arkadaşının ama temelde de diğerleri gibi adada doğmamış, ilkokul çağlarında öğretmen olan annesiyle birlikte adaya gelmiş İsyan’ın hikâyesi roman. İlk sayfalarında dünyaca ünlü bir şef ve şarap tadım uzmanı olduğunu gördüğümüz karakterin geçmişine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz sayfalar boyunca.  

Elbette dönemin siyasi ve toplumsal gelişmelerinin de kendine yer bulduğu bir hikâye bu. İsyan’ın kitapta hiç görmediğimiz ama Nazım Hikmet hayranı olduğunu bildiğimiz babasının başına gelenler, yine dönemin meşhur filmleri ve sinema sanatçılarına yapılan ve roman boyunca süren atıflar, dostluk ve aile bağlarının yanı sıra dört ana karakterden birinin çocukların balıkçı arkadaşı Dimitri üzerinden Rum ve Türk halkları arasındaki ilişkilere de değinilmesi kurgunun gerçeklikle bağını sağlamlaştırdığı gibi kurgusal karakterlerin hikâyesini de çok güzel besliyor. Ferit ve babası üzerindense Türkiye’de sermayenin gelişimine değiniyor. 

Tüm bunların yanı sıra sevgi, aşk, korku, affetmek gibi binlerce yıl geçse dahi gerçeliliği yitirmeyecek temaları merkeze almış Ege. Dolayısıyla “İsyan” yalnızca bir dönem hikâyesi değil, her dönemden insanın bağ kurabileceği bir anlatı. Gastronomi ise romanın en temelini oluşturuyor. İsyan karakterinin henüz çocuk yaşta Gülhan’ın babası Mahir Bey tarafından fark edilen yeteneğinin yavaş yavaş işlenmesiyle karakterin hayatının akışı da bambaşka bir yön alıyor. Yazar da gastronomi konusundaki bilgisini roman boyunca sergilemekten geri duymuyor. Her ana bölümün başında da o bölümün lezzetine dair bir ipucu veren yemek tarifleri bulunuyor. 

İsyan’ı üniversite yıllarında geçimini sağlamak için çalıştığı Sultanahmet’teki bir lokantada keşfeden uluslararası bir girişimci olan Levandis, “İnsanlar yemekleri tadarken doğduğu şehre, annesinin kokusuna, büyüdüğü sokaklara dönsün istiyorum. Çünkü çocukluğa dönmek mutluluğa dönmektir,” diye tanımlıyor yemeğe yüklediği misyonu ve İsyan’da gördüğü beceriyi. 

İlk gördüğü andan itibaren Mahir Bey’in kızı Gülhan’a vurulan ancak Dimitri ve Ferit’in yanında şansı olmadığına inandığı için aşkını kalbine gömüp sevdiği kadının arkadaşlığıyla yetinen İsyan, duyduğu aşkın rüzgârıyla ülkeler, kıtalar değiştiriyor, hayatına giren kadınlarla gerçek kimliğini buluyor ve bütün dünyada bir mutfak dâhisi olarak nam salıyor.  

Vatan denen şeyi toprakta değil sevdiklerinde bulan, umudu başka yerlerde değil kendi içlerinde arayanların hikâyesini anlatan “İsyan”, yazarın diğer kitapları gibi Alfa Yayınları tarafından okurla buluşturuldu.