Tarihte Atinalılar az ve öz konuşmaları ile ünlenmişlerdir. Spartalılar ise tam aksi. Spartalılar büyük bir kıtlık ve açlık yaşadıkları dönemde

Tarihte Atinalılar az ve öz konuşmaları ile ünlenmişlerdir. Spartalılar ise tam aksi. Spartalılar büyük bir kıtlık ve açlık yaşadıkları dönemde bile bu özelliklerinden bir şey kaybetmemişler. İşte o kıtlık ve açlık döneminde Spartalılar Atina’ya elçiler göndermiş ve yardım talep etmişler. Elçi göndenmişler göndermesine ama her ne hikmetse, her giden elçi eli boş dönmekte imiş. En sonunda sessizliği ile yadırganan bir Spartalı sessizliğini bozup; “ Ben elçi olarak giderim ve büyük bir ihtimal yardımı da alırım.” demiş. Denemekte mahzur yok bir deneyelim bakalım düşüncesiyle göndermişler bu sessiz elçiyi Atina’ya. Sessiz elçi Atina Meclisi’ne kabul edilmiş. Elçi Meclis üyeleri karşısına geçmiş, gömleğinin altından boş bir çuval çıkarmış, eliyle ters yüz etmiş ve silkelemiş. Meclis üyeleri, “bir şeyiniz kalmadı ve açsınız öyle mi?” demişler. Evet anlamında başını sallamış elçi. Meclis üyeleri hep bir ağızdan, “ bunu şöyle açık açık anlatsanıza be birader. Sizden önce bir yığın Spartalı geldi öyle laf kalabalığı ettiler ki bir şey anlamadık”.
Sözün özü sessiz elçi bir boş çuval sayesinde yardımı almış ve Sparta’ya dönmüş.
Tüm dertleri, sorunları, çözümlerini, kendimizi, ilimizi, yurdumuzu, yurdum insanını ve de dünyayı  anlatabilecek Tarık Günersel’de olduğu gibi bir çuvalım olsaydı her şey ne kolay olurdu değil mi? Ne yazık ki sıradan bir köşe karalamacısı olarak böyle bir çuvalım yok. İnsanın böyle bir çuvalı olmayınca da bir yığın sözcüğe ihtiyacı oluyor doğal olarak. İşte o bir yığın sözcük bazen ortadan kayboluveriyor. Ara tara yok. Nereye gitti bu sözcükler…
Sözcükler olmayınca da bir şeycikler yazmanın olanağı yok. Ayrıca naçizane köşe karalayıcısı olarak akıl danışacağım, icazet alacağım; “Paşam bu gün ne yazayım?” yada “Hoca Efendi bu gün ne yazsak?” diyebileceğim kimse de yok. Olsa da bize uymaz zaten.
Geçen gün televizyondan haberleri izliyorum. Spiker, Başbakan Erdoğan’ın YAŞ krizine yönelik mutabakata vardıkları biçimindeki beyanını aktarıyor. Hahh, dedim işte sihirli sözcük; ‘ mutabakat’. Anayasayı değiştiren, askeri vesayeti ortadan kaldıran, demokrasiyi getiren AKP,  kabul ediyor ki vesayet yok edilmemiştir. Hatta rafa bile kaldırılmamıştır. Tam aksine birlikte akit imzalayıcı ortak olarak hemen yanı başındadır. Demokrasi getirip, götüren, sanal kargocu AKP deyip, yazacak, yazacaktım. Yazmasına yazacaktım amma sevgili Melih Pekdemir yazıverince elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi kalıverdim. Gerçi kendisi incelik edip ‘şey’ diyerek yan yolları açık tuttuysa da sözcüğüm elden gitmişti bir kere.
Neyse ki yurdum insanı, Spartalıları bir hayli geride bırakarak o kadar çok laf çeviriyor ki sözcükler olmuş Germencik İnciri gibi patır patır dökülüyorlar.
İşte onlardan biri ‘ havale etmek’  Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek BDP’nin Demokratik özerklik açıklaması üzerine BDP’yi yargıya havale etmiş. ‘Havale etmek’ masum bir sözcük aslında. Göndermek, yollamak. Lakin Yeni Osmanlı’nın kadıları için Çiçek’in ‘havale’si aslında ‘ talimat’ olarak kabul görmekte ve gereği yerine getirilmekte. Senaryo mu yazıyorum? Üç beş gün bekleyelim ve görelim bakalım…
Neo-liberalizmin piyasacı uygulamalarının operatörü AKP,  özelleştirmeleri can siperane gerçekleştiriyor. Hafta başında dört elektrik dağıtım şirketini daha özelleştirerek; kamuyu tasfiye, sermayeyi ihya etme yolunda bir adım daha attı. Hemen hemen tüm medya haber yaparken ‘ özelleştirme geliri’nden söz etti. ‘ özelleştirme geliri’ işte bir başka sihirli sözcük. Neoliberalizmin taşeronları halkın malını sermayeye aktarırken halka yutturduğu bir başka hap. Aslında kar sözcüğünü barındırmaması gereken bir kamusal hizmet unsurunu sermayeye sunarak gelir getirici bir hizmet haline getiriyor ve halkın sırtından karşılanacak on liranın bir lirasını kasaya koyarak gelir elde ettim diyorsan bu bal gibi yutturmacadır. Yemezler…
“Ben sana bir elma versem, sen bana bir elma versen, bende bir elma, sende bir elma olur.
Ben sana bir bilgi versem, sen bana bir bilgi versen, bende iki bilgi, sende de iki bilgi olur.” demiş Konfiçyus.  Yani, bilgi birikir.
İşte günümüzün sihirli sözcüklerinden biri de bu; ‘ birikim’. Ama, her zaman biriken Konfiçyus’un dediği gibi ‘bilgi’ olmuyor. İntikamcı, ırkçı, havaleci, açılımcı derin yada sığ beyler var oldukça toplum içinde milliyetçilik körüklenip insanlar bir birine düşman ediliyor. Yani ‘ nefret’ biriktiriliyor.
Umut fakirin ekmeği derler ya. Bu günlerde böyle bir ekmek emeklilere uzatılıp, uzatılıp çekiliyor. Emekli maaşlarına ekleneceği söylenen banka promosyonundan söz ediyorum.
Alın size bir başka yutturma sözcük; ‘ promosyon.’ Pazarlamacı dilinde buna ‘ tutundurma’ diyorlar. Yani sözcük anlamı; İşletmenin mal ve hizmetleri hakkında, tanıtma, inandırma, belli davranışa yöneltme, hatırlatma eylemi…
Bu inandırma, ikna etme, yönlendirme lafları bize hiç de yabancı değil aslında.
Bir bakıma AKP’nin kendiside bir promosyon değil mi ?
Bu gün itibariyle Ramazan’a girmiş bulunuyoruz. Ramazan boyunca fitre, zekat, yardım, inayet adıyla varsıllığın doğallığına, dinin ulviliğine, sistemin büyüklüğüne, insanları inandırmak, belli bir davranışa yöneltmek için çeşitli tutundurma işleri yapılacak. Promosyon çadırları çoktan kuruldu ve gezici promosyon ekipleri oluşturuldu. Diğer taraftan oruç tutmayanlar için de uygun ‘kötek promosyon ekipleri’  öyle sanıyorum ki unutulmamıştır.
Ehh, Ramazana da girdiğimize göre , hadi bakalım; “hayırlı promosyonlar”.