Hayvanları anlama(ma)k
Hakan YURDANUR
Benek kızımın anısına…
Hayvanları anlamak ya da anlamamak arasında bir tercihle karşılaşsam ben, ikinciyi savunurum. Maalesef hayvanları anlamıyoruz! Hayvanları anlamak sadece sevmekle olmuyor. Onların yaşam hakkı için mücadele etmek, özgürleşmelerini savunmak da gerekiyor. Hayvanları anlamak, nezaket değil adalet kavramının öne çıkarılmasına bağlı.
Bugünün insan merkezli faşist anlayışı hem hayvanlara, hayvanlar üzerinden de kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayan insanlara saldırıyor. Günümüz koşullarında insan ve hayvan arasındaki ilişki, sahip insan-köle hayvan statüsüne dönüştü. Bu da hayvanların sahipleri üzerinden tanımlanmasına ve algılanmasına neden oldu. Böyle olunca da sahip insanı tanımak köle hayvanı tanımak için yeterli kabul edildi. Sahiplenilen (sokak hayvanları dâhil) hayvanları öldürmeye teşebbüs etmek sahiplerine yapılan saldırı demektir.
Anlama ve anlaşma kavramlarını dile ve konuşmaya indirgeyen büyük bir kitle ve onun kurucusu gerici bir ideoloji ile karşı karşıyayız. Kapitalist sistem de dil, doğrulardan daha fazla yalanların üreticisidir! Durum böyle olunca da her gündeme getirilen konu ve bulunan çözümler doğru olmuyor. Hele ki konu hayvanlar olunca yalanın katsayı artışı çok daha fazla oluyor: Yirmi köpeğin saldırdığı kişi, trafik kazasına neden olan hayvanlar gibi…
Hayvanları anlamak onlarla birlikte konuşabilmektir. İnsan ve hayvan arasında kurulacak yeni bir dile ihtiyacımız var. Dilsizin dili olacak yeni bir dile. Hayvanları konuşamadığı için haksız ilan eden mantık kısa bir süre sonra haksızı kötü ilan eder. O nedenle kurulacak yeni dil, haksızlıklara karşı da mücadele eden bir dil olmalıdır.
Hayvanların ayrı bir dünyalarının ve o dünya da kendilerine göre kurdukları zamanların, mekânların ve yaşamların olduğunu kabul etmeliyiz. Hayvanları anlayamamanın bir nedeni de bu ayrı dünyayı kavrayamayışımız. Örneğin, horozlar sabahın erken saatlerinde insanlar uyansın diye ötmez. Ya da sardalya balığının vücudu insanların damak tadı artsın diye yağlanmaz!
Gelin görün ki hayvanlara ait bu ayrı dünya sürekli insanlaştırılır, insanın emrine sokulur. Bu anlayış hayvanı öldürmeyi de haklı göstermek için kullanılıyor. Amaç ne olursa olsun hayvanların katledilmesinin haklı sebebi olamaz. Unutmamalıyız ki, zehrin daha azı daha az zehirli değildir!
Anlamayı zorlaştırıcı ya da anlamamayı belgeleyen bir diğer düşünce de; hayvan denilince kedi, köpek, kuş ve balığın akla gelmesidir. Dikkat ederseniz tümü evcilleştirilmiş hayvanlardan oluşuyor. Oysa isimlerini bilmediğimiz yüzlerce hayvan türü var. Burada anlamak ile işe yaramak arasında sıkı bağ göze çarpıyor. İşe yarar demişken liste biraz daha uzayabilir: At, eşek, koyun, inek gibi. Yararlı hayvan işe yarayandır ve son kullanma tarihini belirleyen yine insandır.
Örneğin arılar gezegen için çok önemli canlılardır. Eğer arılar yok olursa sadece mutfağımızdaki baldan olmayız. Bitkilerin döllenmesi de arılara bağlı. Arıları anlamak onların yaşam alanlarını yok etmeyerek, havayı kirletmeyerek, kimyasal içerikli zehirli maddeleri atmayarak mümkün olacaktır. Gelin görün ki, kapitalizmin yarattığı saçma üretim ve tüketim modelinde bunları yapmamak neredeyse imkânsız. Albert Einstein’ın söylediği gibi, “Eğer arılar ölürse insanlığın çok uzun ömrü kalmaz.”
Öylesine sahtekâr bir düzende yaşıyoruz ki inanılır gibi değil. Tüketim çılgınlığı korkunç boyutlara varmış durumda. Kanseri önlemek adına yapılan deneyler de hayvanları kanser eden bir sistem, onları ne kadar anlayabilir ki? Bir timsahı nehirde yüzerken gören insan onu, korkunç bir canavar olarak tanımlayabiliyor. Ama aynı insan timsahın derisinden yapılan ayakkabı ya da çantayı büyük bir zevkle kullanabiliyor! Yine aynı insan beslediği tavuğun komşusu tarafından öldürüldüğünde çok kızıyor fakat öldürülen tavuğundan yapılan döner sipariş edildiğinde sesini çıkarmıyor! Örnekleri çoğaltmak mümkün. Saçma üretim ve tüketim modelinde hayvanların yaşam şansı maalesef yok. İlaçtan kozmetiğe, gıdadan tekstile kadar tüm alanlarda hayvanlar öldürülüyor.
Hayvanları bir mal bir eşya gibi gören anlayış var karşımızda. Kapitalist sistemde sahip olmak, insan olmanın önüne geçmiş durumda. Eskiden can ve mal güvenliği denirdi. Artık mal ve can güvenliği deniyor. Böyle olunca da alınıp satılmayan hiç bir canlı önem taşımıyor.
Bugün sistem insana, hayvana ve doğaya eş zamanlı saldırıyor. O nedenle üçünün birlikte savunusu gerekiyor. Tek başına birisinin özgürleşmesi mümkün değil. Bu anlamıyla yönsüz ve tarafsız kalamayacağımız günlerden geçiyoruz. En temelde, güçsüzün gücü ile güçlünün güçsüzlüğü arasındaki çelişki yatıyor ve bu çelişki acilen aşılmak zorunda.
Sokaktaki yaşam mücadelesi sürecinde tanıştığım, kendisinden çok şey öğrendiğim ve bir daha hiç ayrılmadığım Benek Kızımın değerli anısına ve tüm can dostlara ithaf ettiğimiz yazımızı traji - komik bir soru ile bitirelim: Köpekler saldırıyor diyenler neden sermayenin acımasız saldırılarına ses çıkarmıyor ve hatta ayakta alkışlıyor?