Rusya’da terör eylemi oldu. Pazartesi günü Moskova’da dökülen kan o kadar çoktu ki

Rusya’da terör eylemi oldu. Pazartesi günü Moskova’da dökülen kan o kadar çoktu ki, bu haber, dünya televizyonlarında ve gazetelerinde ilk sıradaydı.

Beni arayıp “Rusya’da ne oluyor?” diye epeyce soran oldu. Bunların neredeyse yarısının ilk sorularından biri şuydu:

- Ölenler arasında Türk var mıymış?

İlk duyduğumda yüreğimde şimşekler çaktı, birkaç saniye içinde aklımdan çok şey geçti. Bu sorunun meslek hayatımdaki yeri... Bu konuda yaşadıklarım, dediklerim, yazdıklarım...

Bunları tekrar paylaşmak geldi içimden bugün okurlarla.

*      *      *

- Ölenler arasında Türk var mıymış?

Yirmi yılı aşkın süre yurtdışında muhabirlik yaptığım için bu soruya çok alışığım.

Ve doğal bir soru bu. Dünyanın bir yerinde deprem olduğunda, kitlesel katliam yaşandığında, uçak düştüğünde de hep bu soru sorulur.

Ölenlerin arasında Türk olması söz konusu haberlerin değerini birkaç kez arttırır.

Oluk oluk akan kan manşete yerleşirken, orada zarar gören bir Türk de sürmanşet olur. Ya da tersi...

*      *      *

Aslında bu son derece normal.

Dünyanın her yerinde insanlar kendi ulusundan, kentinden, mahallesinden birilerine ilişkin gelişmeleri daha fazla merak ediyor.

Ama...

Burada aynı zamanda önemli bir ayrıntı gizli.

Biz bazen dünyada olup bitenlere, içinde “bize dair bir şeyler” yoksa pek ilgi göstermiyoruz.

Pek çok Türk gazetesi, içinde Türk olmayan haberleri ya görmezden geliyor, ya da bu haberlere yer ayırmakta son derece cimri davranıyor. Bu, kötü haberde de böyle, iyi haberde de.

Dışa kapalı, dünyayı fazla izlemeyen ve bilmeyen, bunun sonucu (aynı zamanda sebebi) olarak dünyayı pek sevmeyen bir toplumuz. Medya organlarının büyük bölümü bunu net olarak gösteren aynalar.

“Neden böyle?” diye tepki gösterseniz, bütün ilgili meslek erbabının cevabı hazırdır: “Dünya haberleri bizde pek satmaz!”

Yani? İlgi görmez, tiraj ve reyting getirmez, sonuçta para kazandırmaz.

Onun için evrenin sırlarının araştırıldığı haberi tüm dünyayı sarsarken, sizin önünüze yığılan, onunla ilgilisiz konular ve çarşaf çarşaf kısır polemikler olabilir.

*      *      *

Ben pek çok Türk televizyonunun ve gazetesinin yurtdışında yıllarca temsilciliğini yapmış bir gazeteci olarak her zaman aynı sıkıntıyı çektim. “Rusya’da çok önemli şeyler oluyor, ama ne yapsam da bunu bizimkilerin gündemine sokabilsem” diye düşündüm hep.

Mesela, Ekim devrimi veya 1 Mayıs bayramı gibi kitlesel gösteri günlerinde, haber önermek için merkezi arardım. Haberimin "reyting kavgası"na katkısından kuşkulu bir vurguyla mırın kırın eden yetkililer, bazen şöyle ilginç sorular sorarlardı:

- Mitingde Türkler veya Türkiye aleyhtarı göstericiler var mı?

Buyur burdan yak! Nereden bulayım ben şimdi binlerce insan ve slogan arasında bizimle ilgili olanını? Acaba meydanlara çıkıp bizzat ben mi haber yaratmayı denesem?..

*      *      *

Gerçi benden daha kıvrak zekaya sahip bazı arkadaşlarımız “piyasanın ihtiyaçlarına göre” davranmasını başarıyordu. Onların sayesinde Lenin’in ve Gorbaçov’un Türk kökenli olduğunu öğrendik. Kızılderililerle bile akraba çıktık. Türk, Türki, Müslüman vb. ortak paydalar buldukça dünyaya açıldık, bulamadıkça içimize kapandık.

Kapandığımız içimizde neler vardı? Neler yoktu ki? Siyasi liderlerimizin horoz dövüşünden tutun da, ünlü sanatçılarımızın kimlerle birlikte olduklarına kadar “dünyanın haberi”...

Galiba evrenin merkezinde Türkler var. Ya da pek çok meslektaşımız buna içtenlikle inanıyor. Dünyada olup biten her şeyi, Türkiye ve Türkler ile bağlantısı açısından izleyip değerlendirmeye çalışmak gerçekten ilginç bir uğraş olsa gerek. 

Suni gündemlerle içine kapanmakta büyük tecrübe sahibi bir toplumun usta gazetecileri, dünya haberlerine ulusal gözlüklerle çarpıcı yaklaşımlar geliştirebiliyor.

Her yerde sadece “hemşeri var mı?” muhabbeti... “Hemşeri haberi” ile satış yapma cambazlığı...

*      *      *

İspanya’da uçak düşer. Türk gazeteci sorar: “Uçakta Türk var mıymış?”

Fransa’da yangın çıkar. Türk gazeteci sorar: “Yananlar arasında Türk var mıymış?”

Almanya’da ırkçılar yabancıları döver. Türk gazeteci sorar: “Dayak yiyenler arasında Türk var mıymış?”

Dünyanın bir yerinde deprem olsa, çığ düşse, sel baskını olsa, devrim çıksa, kıyamet kopsa Türk gazeteci yine aynı soruyu soracak: “Aralarında Türk var mıymış acabaaa?”

Ee, oyunun kuralı bu! Binlerce yabancı öldü desen “satmıyor”; ama “bir Türkün dişi kırıldı” desen “yok satıyor”!

Bu kadar dışa kapalı bir toplum yaratıyoruz işte! Her yerde sadece “muhabbeti... “Hemşeri haberi” ile satış yapma cambazlığı...

*      *      *

Bu cambazların ortalama müşterisi, Rusya’dan kaç kişiyi bilir? Mesela, Gorbaçov’u bilir. Putin’i bilir. Medvedev’i bilir. Tamam.

Başka?..

Futbol sayesinde Abramoviç’i bilenler vardır (“Chelsea’nin sahibi” olarak)...

Tenis sayesinde Şarapova’yı hatırlayanlar çıkar (aslında Mariya’nın forhand backhand vuruşlarından çok, adaplı deyişiyle “estetiğiyle” ilgilenirler ya, haydi neyse!)...

Jirinovski’yi, Kasparov’u ve Hodorkovski’yi duyanlar da olmuştur.

Ama Mihalkov’u, Plisetskaya’yı ve Zubkov’u bilenler çok azdır (bu sonuncusu Rusya’nın eski başbakanı olur!)...

*      *      *

Onun için, mesela, “Mironov Türkiye’de” haberinde, adamın “Rusya devletinin üç numaralı ismi” olduğunu falan bir yerlere yazmak ihtiyacı çıkar. Hani öyle önemsiz adamı haber yaptığımız sanılmasın diye...

Birçok kez masum bir ifadeyle “ünlü” kelimesini kullanırken, “Bak ey okur, sen belki bilmezsin, ama bu kişi gerçekten büyük adamdır” demeye çalışırız!..

“Dünyaca ünlü tenor Baskov, Moskova Opera Festivali’nde konser verdi” derken mesela...

Tenor kim? Opera ne? Ne konseri?..

Satar mı bu haber? Satmaz tabii!

Onun için hemen “biz bize haber” formatına geçelim:

“Çarlık Rusya’sına dayanan tarihi köklerinde ‘Türk kanı’ olduğunu bizzat açıklayan Baskov bir konser verdi!”

Deme yahu! Kimlerdenmiş o? Nereliymiş? İçinden mi?..