Her katmanıyla keyifli

MUALLA UÇMANER 

Oylum Yılmaz’ın son romanı Ağaçların Rüyası geçen günlerde Doğan Kitap etiketiyle yayımlandı. Yazar, Büyükada’da yaz sıkıntısı içinde kapalı evlere girmeye başlayan iki arkadaşın, Füsun ve Nihan’ın hikâyesine davet ediyor okuru. İki sıkı arkadaş bu evlere girdikçe içlerinde bir şeylerin hareketlenmeye başladığını hissederler. Bu gizli ve çekici macera bir süre sonra onları yavaş yavaş metruk Büyükada Rum Yetimhanesi’ne itekleyecektir. Bu ilerleyiş esnasında yanlarına yeni bir yoldaş alacak, adalılar tarafından meczup olarak görülen Ayhan da bu maceraya katılacaktır.  

Güçlü dil atmosferi 

Ağaçların Rüyası bir tarafıyla iki genç kadının benliklerini, cinselliklerini, düşlerini ve düşüncelerini keşif yolculuğuna odaklanıyor. Füsun’un Nihan’a olan tutkusu, cinsiyet rollerinin ona dayattıklarıyla çatışıyor roman boyunca mesela. Diğer taraftan benliğe yapılan yolculuk aynı zamanda kendi kaynağımıza yani doğaya dönüşe de gönderme yapıyor. Bu anlamıyla kitap bireysel olanla toplumsal olan, tikel ile evrensel arasında salınan bir ritimle ilerleme iddiası taşıyor.  

Yılmaz, tüm bu iddiayı oluşturduğu dil atmosferiyle taşımayı hedefliyor. Tüm roman boyunca takip ettiği üslubu sayesinde mekânın, zamanın, karakterlerin ruhunu metne yedirmeyi başarmış yazar. Uzun cümleler, ağdalı olmaktan kaçınılan bir sadelikle ardı ardına geliyor roman boyunca. Bir süre sonra daha farklı bir şekilde yazılamayacağına ikna olduğumuz bir dil dünyası oluşmaya başladığını hissediyoruz romanda. Dilde yaratılan bu tutarlılık, olay örgüsündeki dengeli ilerleyişle paralel bir şekilde işlemeye başlayınca, bir serüven romanı okuduğumuz hissine kapılıyoruz.  

Çok katmanlı bir roman 

Biçimdeki bu bütünlük, içerikteki tartışmaları da daha görünür kılıyor. Oylum Yılmaz’ın derdi sadece yaz bunaltısı yaşayan genç kadınları anlatmak değil. Aynı zamanda hem toplumsal cinsiyeti hem de toplumsal travmalarımızı masaya yatırmayı hedefliyor yazar. Şule Tüzül’ün sözleriyle ele alınan konuları aktarmak gerekirse: “1964 yılında bir genelgeyle bir günde boşaltılan Büyükada Rum Yetimhanesi. Yetimhanede büyüyen Elza ve Destina. İnsanın doğaya verdiği zararlar. Kabukları soyulan ve öldürülen ağaçlar. Hayvan deneyleri. Hayvanlara yapılan zulümler. Kadın hakları. Aile sorunsalı. Birey ve toplum eleştirisi” ve fazlası Ağaçların Rüyası’nın mevzusu olmaya başlıyor sayfalar ilerledikçe.  Bu kadar çok konunun yazarı değini çılgınına çevirebileceğini düşünebilirdik. Oysa Yılmaz, tüm bu konuları hikâyenin doğal taşıyıcısı haline getirerek, metnin damarlarına yedirmeyi başarıyor.

Rahatlıkla çok katmanlı bir yapı kurduğunu söyleyebiliriz Yılmaz’ın. Bu yapıyı içerikte birden fazla konuyu işlemesiyle inşa etmiyor sadece. Aynı zamanda roman türünün melezliğinin yarattığı olanakları da kullanmaya çalışıyor. Onun için Ağaçların Rüyası’nda Gotik edebiyatın klastrofobikliği, serüven romanının sürükleyiciliği, polisiyenin merak yaratma potansiyeli, fantastiğin yeni dünyalar keşfettirme becerisi birleşip okuma deneyimini  çoğullaştırabilmiş Oylum Yılmaz.  

Ağaçların Rüyası, her şeyin tektipleştirilmeye çalışıldığı bir dönemde farklı bir ses çıkarmayı görev edinen bir yazarın elinden çıkmış bir roman. Her katmanında farklı bir okuma keyfi vaat eden bir eserle karşı karşıyayız. Sadece bunun için bile okurun dikkatini çekmeyi hak ediyor.