Google Play Store
App Store

Yoksulluğu ve eşitsizliği ortadan kaldıracak olanlar “hayırseverler” değil devlet kurumları ve siyasi partilerin politikalarıdır. Siyasi partilerin sosyal politikalarına gelince bu politikaların iktidarın politikası gibi bir “oy avcılığı” değil de gerçek somut projelere çevrilmesi gerekiyor.

Her seçimin suçlusu: Yoksullar
Fotoğraf: BirGün

Hacer Foggo - Yoksulluk Ağı Kurucusu

“Beni esaretten kurtar, ben de senin haksız olduğunu kanıtlayayım.”

İzmir’de seçim kampanyasında çoğunluğu AK Partili olan seçmenlerle konuşuyoruz. İçlerinden biri işçi emeklisi “Kılıçdaroğlu 15 bin TL emekli ikramiyesini verecek mi gerçekten?” diye soruyor. Anlatıyorum, aradan epey bir zaman geçiyor tekrar aynı soruyu soruyor “verecek mi?” sonra tekrar soruyor, biraz daha sorunca borçlarının olduğunu öğreniyorum, bayramda alacağı ikramiye ile bir kısmını ödeyecek.

Onun için tek önemli konu bu. Çünkü somut, net açık, borçları var onu gece gündüz uyutmayan borçları var ve ona kitleniyor. Bu vaadin dışında anlattıklarınız bir şey ifade etmiyor onun için. Bir başka seçmen için “mülakatların kalkması”, tarlada çalışan biri için “yevmiye” parası, bir başkası için toplanmayan çöpler ama mesele yoksulluksa “sosyal yardımlarımız kesilecek mi, daha da yoksullaşır mıyız?” kaygısı var. 

Sosyal yardımın kesilip kesilmeyeceğini soran seçmen aynı zamanda güvencesiz işlerde çalışıyor, yevmiye ile çalışıyor, inşaatta çalışıyor, gündelikçilik yapıyor ve tek bir korkusu var, iş bulamadığında aç kalıyor bütün ailesi. Günlük işlerde çalışıyor ama yetmiyor, sosyal yardımlar da kesilirse bütün aile aç kalacak. 

İstanbul’da bir mahalledeyim, bir aşevi haftanın belli bir günü, belli saatlerde insanlara yemek veriyor ama bir şey karşılığında, oy zamanı oyunu isteyecek. Oylar veriliyor, vermeseler o yemeği alamayacaklar, o erzakı, o kömürü…

Yoksullar her seçimden sorumlu

Yoksullar her seçimde sonuçlardan sık sık sorumlu tutuluyor, seçimlerde ortaya çıkan sonuçlardan “yoksulları” sorumlu tutmak yerine yoksullukla ilgili verilen sosyal politika vaatlerinin yeterli olup olmadığı, inandırıcı ve güven verici olup olmadığını değerlendirmemiz gerekiyor. 

Ortak politikalar metninde yer alan sosyal politikalarla ilgili yapılacak düzenlemeler sahada, sosyal medyada ve TV’lerde ne kadar tartışıldı. Bir TV programında hatırlıyorum saatlerce aday tartışılması yapılıyordu ve ben uzun bir süre bekledikten sonra Eskişehir de açlık ve bakımsızlıktan ölen 6 yaşındaki Elif Nur’un hikâyesini anlatabildim, kamu ve iktidar sorumluluğunu da vurgulayarak. Biz Elif Nur’ları, yurtta intihar eden Enes’i, depremdeki kayıpların önemini anlamazsak o sorunu yaşayan da bizim dediğimizi anlamaz. Halkın canının yandığı bir konu için bir komisyon kurmakla da olmuyor, komisyon konusunun öznesi olanlar, acı çekenler eğer o komisyon temsilcilerine ulaşamıyorsa güven zedeleniyor. 

Bu nedenle yapılan her politikanın sahiciliği ve sahip çıkılması politikacılara olan güveni artırıyor.  İzmir’de ve İstanbul’da seçim döneminde sahada çalışırken evde, sokakta, kahvehanede hemen hemen her parti için söyledikleri bir tek şey vardı ortak “seçimden seçime geliyorlar, seçiliyorlar bir daha da buraya uğramıyorlar”. Ya da seçtikleri belediye başkanının seçim sonrası o mahalleye o ilçeye verdiği sözü yerine getirmediğini tek tek anlatıyorlar. Ya da bir belediyede üst düzeyde çalışan birinin bana söylediği gibi çok şey isterler “vatandaşın derdi bitmez her şeyi çözemezsiniz”. Bu yetkili belki haklı ama her şeyi değil bir şeyi çözülebilirsiniz ve o bir şeyi, kendilerinin istediği gibi çözüldüğünü görmek istiyorlar. Sahicilik önemli, siyasetin yalan olmaktan çıkartılması gerekiyor. Seçim sonrası yerine getirilemeyecek hiçbir vaadi söylememek gibi. Çünkü bugün iktidar gerçek bilgiyi, değerli olmaktan çıkarttı. 

Bir belediye başkanı adayından 5 sene önce park isteyen 12 yaşındaki çocuk bugün 17 yaşında ve o söz verip kuramadığınız parkta oynayamadan büyüdü işte. Ve şimdi bir tekstil atölyesinde işçi olarak çalışıyor. 18 yaşında oy kullanacak ve inanın size oy vermeyecek. Açlıkla mücadele eden bir anne sosyal yardım kurumlarının kapısını aşındırıyor. Çocuğunun önüne koyacağı yiyecek. O gün o an, sizin saydığınız bütün haklar kendisi için soyut. Ona anlattığınız hakların soyut olmadığını, göndereceğiniz tek kurum ise orada o mahallede, o ilçede bu hakları somut olarak uygulayacak kurumlar. O ilçedeki belediye, o ilçedeki parti, o ilçedeki STÖ’ler ve o ilçedeki mahalledeki temsilcileriniz. 

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın 2023 yılı bütçe sunuş konuşmasına göre 2022 yılında 84,6 milyonluk Türkiye nüfusunun 60 milyonu ekonomik ve sosyal yardım alabilmek için “Bütünleşik Sosyal Yardım Bilgi Sistemi”ne (BSYBS) kayıt yaptırdı. Bu sayı 2014’te 30,5 milyon, 2021’de 57,5 milyon kişiydi. Kayıtlı hane sayısı da 2014’e 8 milyon iken 2021’de bu sayı 17,7 milyona fırladı. Bu araştırma yoksulluğun çoğaldığını ve iktidarın devam etmesi içinde bunu zorunlu kılan bir politika olduğunun da gösteriyor. Bu durum aynı zamanda oyların ticarileştirildiğini ve yoksulluğa yönelik bugüne kadar uygulanan stratejik bir programın sonucu.  Bu nedenle sadece seçimden seçime hatırlanan, seçim sonrası “aşağılanan” bir kitle değil uzun soluklu ve siyasi katılımının, örgütlenmenin içinde söz sahibi olacak bir kitleye ihtiyacımız var. Yine ikinci turda bir mahalledeyim bana “bu hafta da seçim olduğunu ben bilmiyordum” dedi okuma yazması olmayan Sevgi. Sevgi’ye uzattığınız broşürü okuması mümkün değil Sevgi’ye okuma yazma öğretecek bir alanı açmak için uğraşmanız gerekiyor. 

Bir başkası oradaki bir partilinin oy karşılığında kendisine vereceği şeylerden söz etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deprem bölgesinde ve başka yerlerde “para dağıtması”nın derin yoksulluk yaşayan insanlar için bir “güç” anlamına geldiğini bilmemiz gerekiyor. Her yıl iyice yoksullaştırılan ve artık sadece açlığını ve kirasını düşünen çocuklarının okulu terk edip çalışmaya başladığı, uyuşturucu kullanma yaşının düştüğü, suça sürüklenen çocukların sayısının arttığı, bedenini satanların çoğaldığı bir dönemde yapılacak şey artık sizinle dayanışmaktan vazgeçtik “askıda fatura” ödemeyeceğiz “bursları keseceğiz” olmamalı. 
Bu bakış yukarıda sözünü ettiğim yapısal eşitsizliği ortadan kaldırmayacak tam tersine o eşitsizlik derinleştikçe o yapıya köle olacak kitlenin çoğalmasına neden olacak.

Eşitsizliği ortadan kaldıracak olanlar 

Ayrıca yoksulluğu ve eşitsizliği ortadan kaldıracak olanlar “hayırseverler” değil devlet kurumları ve siyasi partilerin politikalarıdır. Siyasi partilerin sosyal politikalarına gelince bu politikaların iktidarın politikası gibi bir “oy avcılığı” değil de gerçek somut projelere çevrilmesi gerekiyor. Sıbyan mekteplerine çocuğunu gönderen anneleri eleştirmek yerine o mahallelerde çocukların özgürce gidip gelecekleri yerleri, kadın ve çocuk merkezlerini kurmak somut bir politika. Yıllarca böyle merkezlerin kurulmasına öncülük ettim birçok şehirde ama ne oldu biliyor musunuz, birçoğu kapandı. Neden çünkü o ilçedeki o ildeki belediye temsilcisi, oradaki milletvekillerine derdimizi anlatamadık açıkçası biraz da bu yüzden milletvekili adayı oldum. 

Asıl mesele siyasi parti temsilcilerine, insan hakları temelli ekonomi, kadın hakları, çocuk, yaşlı, engelli vb hakları üzerinden yoksulluk politikasını hayata geçirmeyi anlatmamız gerekiyor. Yoksulluk ve bilgisizlik derinleştikçe kültürel yozlaşma da artacak, bir avuç zengin ayrıcalıklarını korumaya ve güçlenmeye devam edecek. Kısacası seçimden, ekonomiden, savaştan, suçtan sorumlu olanlar yoksullar değil politikacılardır.

Aporofobi, yoksullara yönelik küçümseme

Adalet, sivil toplum ve demokrasi üzerine makaleler yazan İspanyol filozof Adela Cortina’nın yoksulluğun, yoksulların reddi üzerine yazdığı kitapları var. Yoksulluk içindeki insanlara karşı oluşan bu önyargının adı için “aporofobi” yani “yoksulluğun reddi” kavramını kullanıyor. Aporofobi, yoksullara yönelik küçümseme, yoksuldan korkma, düşmanlaştırma, aşağılama ve hor görmeye de dayanan yaygın bir tiksinti. Her birimizin çeşitli zamanlarda özellikle kendi konfor alanlarımız bozulduğu zaman aradığımız “suçlularla” ilgili Cortina "beyinlerimiz aporofobik" diyor. Grup temelli önyargı, düşmanlık daha sonra nefrete dönüşüyor. Oysa hiç kimse yoksul doğmayı istemez. Oysa TÜİK’in son rakamlarına baktığımızda sürekli yoksulluk oranı yüzde 14 yani, yüzde 2 arttığını görüyoruz, bu nesilden nesile devam edecek, ailelerin çocuklarına yoksulluğu miras bıraktığı bir rakam. 

Sosyal projeleri hayata geçiren belediyelerin bulunduğu yerlerdeki oy oranı artışlarına bakarsanız o küçümseyici dilden de kurtulur ve aradığınız cevabın oralarda olduğunu görürsünüz. Gerçekliği küçümsemek, dalga geçmek değil bu gerçekliği kabul edip onu değiştirecek gerçek adımları bulmamız gerekiyor. Bu seçmeni bu hale getirenler kimler, “oyunu satın” alanlar yani politikacılar. Kaynakların eşitsiz dağılımı ile kendi gücünü artıranlar, yoksulları kontrol ederek bu güçlerini artırıyorlar. Filipin’in özgürlüğü için savaşan yazar, politikacı Raul Manglapus’un sözleri bu durumu anlatıyor:  “…Beni bilgisizlikle suçluyorsun. Ama ben cahilim çünkü efendim beni cahil tutmayı kârlı buluyor. Beni esaretten kurtar, ben de senin haksız olduğunu kanıtlayayım.”