Bütün annelerin Anneler Günü’nü kutlayarak söze başlayıp başka kutlamalarla ilgili dilim döndüğünce bir iki kelam etmek isterim. Yıllardır, Mayıs başıyla birlikte Anneler Günü’nü kutlayan reklamlar dönmeye başlar. Yıllardır, çocuğuyla film izleyen, kitap okuyan, dans eden, ‘evin güvenli ortamı’ dışına çıkıp hayata karışan; salep- mahlep kokulu bir adanmışlık dışında evladıyla gerçekten eğlenen, dost yahut çete arkadaşı olabilmiş bir anne gösteren Anneler Günü temalı reklam görmedim.

Anneler Günü reklamlarında, ilk rol modelimizi rondo kullanmaktan ibaret gösteren firmalar, Kadınlar Günü temalı reklamlarında sundukları özgürlük dileklerinin içtenliğine inanmamızı bekliyor. Her şey sermaye için annecim!
Şunu belirtmeyi bile zül sayarım ama bizim annelerimiz de kadın; çocuk doğurduktan sonra bu durum değişmiyor. Gel gör ki sistem, kadın ve anneyi birbirinden ayrı iki mefhum olarak sunuyor. Reklamlar biyolojik süreçten hızlı ilerlediğinden olsa gerek, kadınlar günü temalı reklamlarda kadınlar; maratonda bütün engelleri aşıp ipi göğüslerken, imkânı kısıtlı köy okullarından çıkıp bilgisayar mühendisi olurken, ‘yapamazsın dediler ama yaptım’ diye özgürlüğe yol alırken; 8 Mart’tan mayısın ikinci pazarına kadar geçen iki ayda ‘adanmış’ annelere dönüşüveriyor. Diğer bütün özelliklerini, amaçlarını geride bırakıp, çocukları uyandırmayacak kadar sessiz elektrik süpürgelerinin, çatala en güzel sarılan makarna markasının, küçük ev aletleri sayesinde zaman kazanıp ‘asla kendilerine değil’ tabii ki sadece çocuklarına daha çok zaman ayırmanın uzmanı oluyorlar.

Reklamlar nezdinde özgür başladığımız yıllık müfredat, yancı ve gölge olmakla tamamlanıyor:

Kadın dediğin, 8 Mart’ta özgür, Anneler Günü’nde adanmış, Babalar Günü’nde çocuğunun adına kocasına hediye alan dublör olacak.

Şefkati, fedakârlığı, emeği sadece aile içi mefhumlar olarak göstermek, dünyanın geri kalanını üveyleştiriyor. Bütün dünyaya yapılmış bir “gömlek kaftandan yakındır” anonsu…

Oysa biz, başka kadınlar tanıyoruz, başka anneler. Evladı gazetecilikten yargılandıktan sonra ben gazeteci annesiyim bana düşer diyerek diğer basın davalarına da giden kadınlar… Çocuk cinayetlerinin ardından mahkemelere gidip birbirinin evladının anısına sahip çıkan kadınlar. Cumartesi Anneleri ve onların yanında saf tutan kadınlar… Evet reklamlar haklı, annelerimiz bizimle ilgilendi. Hastalandığımızda alnımıza sirkeli gazlı bez koydular, sonra normalde gitmeyecekse de eyleme giden çocuğunun yanında gidip polis gaz sıkarsa kendi evladına ve başkalarına vermek üzere yanında gaz maskesi ve sirke taşıyan yine o kadınlardı.

Bu örnekler fedakârlık da içeriyor evet. Ama kadınla birlikte evladını da eve kapatmayan bir fedakârlık, bir yoldaşlık hukuku…

Kendi olmanın, özgürlüğün, aile dışındakilerle de dayanışmanın üzerinde “annelik” yazan bir son kullanma tarihi etiketi yok.

Sistemin sunduğu; “sizin için kendinden vazgeçmiş anneler”i model alarak büyüyen, “çocuğu için kendinden vazgeçmiş anneler”i model alarak “çocuğu için kend…”i takiben; “ben yapamadım evladım yapsın” diyen annelerin “ben yapamadım evladım yapsın” diyen çocuklarının “ben yapamadım evl…” döngüsüne teslim olmamız bekleniyor. O döngü içinde yetişen çocukların kuşaktan kuşağa aktarması beklenen ağır bir miras: “Senin için kendimden vazgeçtim” sözünün yüklediği suçluluk duygusu.

Annelerden, dünya sahnesine yeni bir insanın çıkmasında emekleri olduğu için kendilerini suflör konumuna çekmeleri bekleniyor. Oysa annelerimizle biz, karşılıklı konuşabiliriz, her ne yapıyorsak birlikte yapabilir yahut birbirimizden bir başına bir şeyler yapmayı öğrenebiliriz. Çünkü insanlar göbek bağları olsa da yan yana gelince yoldaş, ekip arkadaşı, çete olabilirler. Çünkü biz birbirimizin kötü taklitleri değil iyi öncüleri olabiliriz.

Biz rondo kullanmayı kullanma talimatına bakarak da öğreniriz. Makarnanın alasını öğrenci evine taşındığımız an pişirmeye başlarız…

Sevgili annelerimiz, sizin de bize sıkça söylediğiniz gibi; siz bizi dert etmeyin, biz başımızın çaresine bakarız, siz nasıl mutlu olacaksanız öyle yaşayın… İyi olduğunuzu bilelim yeter.