Google Play Store
App Store

Sınıf, okul farklılıklarla güzelleşen ve zenginleşen bir yerdir. Okulların ayrımcılığı yeniden üreten yerler olmaması hepimizin sorumluluğu.

Her şeye rağmen okuldayız
Fotoğraf: AA

Ayşe Alan - Eğitimci, Yazar

Yarın okullar açılıyor. Öğrenciler ve veliler için yeni bir maraton başlıyor. Ülkemizde her sene eğitimin daha sorunlu bir alan haline geldiği aşikâr. Önceki yıllarda yaşamımızın akışı görece daha olağandı. Son yıllarda siyasi dalgalanmalardan savaşlara, yangınlardan sellere, pandemiden depreme, zamansız soğuklardan sıcak dalgalarına kadar uzanan krizlerin belirlediği eğitim-öğretim yılları yaşadık. Bu sene de diğer seneler gibi öngörebildiklerimiz ve öngöremediğimiz sorunlarla geçebilir. Ne de olsa yaşadığımız çağ belirsizlikler ve krizler çağı! Ekolojik ve ekonomik kriz hayatımızın her alanını sarsıyor, elbette okulu da.

Yarın kaygılı ve kendilerini yetersiz hisseden velilerin okulları açılıyor. 

Veliler kaygılı ve kendilerini yetersiz hissediyor. Ekonomik kriz ile mücadele ederken, önlerinde çocuklarının eğitim masraflarını karşılayamama, onların geleceğini kuramama, merkezî sınavlara hazırlık gibi konular var. Bir yandan da okula güvenimiz sarsıldığı için, kendilerini aldıkları kararlar konusunda rahat hissedemiyorlar. “Hangi okul daha iyi?” “Peki, iyi bir okula gitmesinin gerçekten yararı olacak mı?” “Üniversiteler bu durumdayken çocuğum istediği mesleği yapabilecek mi?” gibi sorular, henüz çocuğunu ilkokula yeni yazdırmış velilerin bile kafasında.

Yarın okul terki artıran eğitim sistemimin okulları açılıyor. 

Kamusal eğitim çoktandır sınıf atlama işlevini yitirdi. Uzatmaları oynuyor.

Hal böyleyken okul denilince her birimizin kafasında başka bir resim beliriyor. Çünkü Türkiye’de okul sistemi zeminini kaybetti. Pek çok şey gibi. Sistematik bir şekilde yoksulluğun yeniden üretildiği, bilimsel eğitimden uzaklaşan, niteliksiz hale gelen, çocukların uzaklaştığı, açık öğretime geçme sayılarının arttığı kurumlar haline geldi. Devlet eliyle teşvik edilen özel okullar bir tür eğitim işinin devredildiği kurumlar olarak çalışıyor.

Yarın oturma düzeni bile 200 yıldır aynı kalan okullar açılıyor. 

Ne diyordu Hababam Sınıfı’nda Mahmut Hoca?

“Okul sadece dört yanı duvarlarla çevrili, tepesinde dam olan yer değildir.

Okul her yerdir. Sırasında bir orman, sırasında bir dağ başı…

Öğrenmenin, bilginin olduğu her yer okuldur.”

Geçen yıl öğrencilerime bu sözleri okuduğumda, bana “doğru hocam, uzaktan eğitim var” demişlerdi. Onların okulla ilişkisi ve deneyiminin ne kadar farklı olduğunu anladığım anlardan biridir. İnsan 2 milyon yıldır öğreniyor. İlkçağdan, Sümerler’den beri okul var. 200 küsur yıldır ise bugün bildiğimiz anlamda, sınırları devlet tarafından çizilmiş, milli eğitim sistemi ve zorunlu eğitim var. Son iki yüzyılda dünyada çok şey değişti, ama en az değişen kurum okullar oldu. Hepimizi eve kapatan ve ekranları sınıf yapan pandemi bile bizim gibi ülkelerde bildiğimiz okul sistemini sarsamadı. Ne içerik, ne de sistem olarak!

Ama biz değiştik, çocuklarımız değişti. Hatta çocuklarımız ile iki farklı evrende yaşayan iki farklı halk gibi olduk. Geçen yıldan beridir de eğitim ve yapay zekâ konuşuyoruz. Çocuklarımızı bilmediğimiz mesleklere hazırlıyoruz diyoruz, ama hâlâ sınıfların oturma düzenini bile değiştirmedik. Demek ki mevcut sistem çocuklara dar geliyor ama biz cinsiyete göre ayrılan okulları tartışıyoruz ve değişime dair umutlarımız tükeniyor.

Yarın çocuklarımızın farklılıklarıyla güzelleştirdiği okulları açılıyor. 

Çocuklar yaşlarına göre sınıflara ayrılacaklar. Aynı yaşta olmaları, aynı olmalarını gerektirmiyor. Sınıf, okul farklılıklarla güzelleşen ve zenginleşen bir yerdir. Okulların ayrımcılığı yeniden üreten yerler olmaması hepimizin sorumluluğu. Öğrencilerin hepsinin birbirinden öğreneceği çok şey var. Öğrenmenin sadece akademik içerikle sınırlı olmadığının altını çizmek isterim. Hele ki bu dönemde hiç değil! Öğrenciler birbirinin deneyiminden öğrenir, davranışlarından öğrenir, düşünme biçimlerinden, becerilerinden öğrenir. Çatışma yaşayarak, sorun çözmeyi öğrenir.

Her çocuk farklı, farklılıklarıyla güzel, renkli. Okul çocuğu akademik beklentilerle sınırlandırılıyor. Zihnini özgürleştirmiyor, kendini keşfetmesine olanak sağlanmıyor. Çocuk kabul gördüğü, kuşatıldığı ortamda serpilir, kendini keşfetme olanağı bulduğu ortamda becerilerinin farkına varır. Mevcut okul sistemimiz bunları sağlamıyor. Daha da acısı bunları sağlama yönünde bir tahayyülü, bir politikası bile yok. Kısır, günlük siyasi tartışmalar arasında yeni bir paradigmaya yer de yok.

Yarın her şeye rağmen asla vazgeçmemiz gereken okullarımız açılıyor. 

Bu kadar sorun ve yozlaşma ortamında nasıl sağlam kalacağız? Ben buna mesafeli bir sahiplenme ile diye cevap veriyorum. Okulun yetersizliğini görmeli; çocuğa akademik beklentileri dayatmamalı; öğrenmenin, beceri geliştirmenin günümüzde onlarca yolunun olduğunu fark etmeliyiz. Ancak bunu yaparken okullarımızdan asla vazgeçmemeliyiz. Niteliği ne kadar düşmüş, kapsayıcılığı ne kadar azalmış olursa olsun, okullar hâlâ önemli ve okuldan kopmalar çocuklara büyük zarar veriyor.

Okullarımıza daha çok sahip çıkmanın yollarını bulmalı, çocuklarımızın okulu en iyi şekilde deneyimlemesi için onlara eşlik etmeliyiz. Kaliteli bir veli-öğretmen ilişkisi, çocuğun okulda katılacağı bir kulüp faaliyetini teşvik etmek, arkadaşlarıyla ortak organizasyonlar oluşturmasını desteklemek, okulu çocuğa bir mecburiyet değil bir sosyalleşme alanı olarak görmek ve göstermek çok şeyi değiştirir.

Yukarıda değişime dair umutlarımız azaldı demiştim. İşte tam da bu yüzden bu kadar belirsizlikle dolu bir dönemde okulla ilişkimizi yeniden düşünmemiz gerekiyor. Okulun bizim ve çocuklarımız için anlamının ne olduğu üzerine iyice düşünmemiz ve anlamamız gerekiyor.