Sevilen yazar ve çevirmen Saliha Nilüfer, yeni romanı Fakirdağ’da soru işaretleri ve endişelerle başlayan yeni hayatına alışmaya çalışan bir çocuğun hikâyesine odaklanıyor.

Her zaman minik arkadaşlarımdan çok şey öğrendim

Deniz Sessiz

Yeni romanıyla okurlarıyla buluşan Saliha Nilüfer arkadaşlığın, oyunların, dayanışmanın farklı bir şehre alışmadaki rolünü̈ anlatıyor. Yazarla hem son romanını hem çocuklarla ilişkisini konuştuk.

Çocuklar doğdukları andan itibaren dünyaya dair çokça keşifte bulunuyorlar. Kitabınızda çocukların bir sarnıç keşfetmeleri de oldukça dikkat çekici. “Neden sarnıç?” diye sormak istiyorum…

Memleketimizin pek çok yerinde bu şekilde tesadüfen keşfedilen tarihi sarnıçların, yeraltı geçitlerinin, tarihi mezarların hikâyelerini duymuşsunuzdur. Her seferinde büyük ilgiyle okuyorum böyle hikâyeleri; henüz araştırılmamış, gün ışığına çıkarılmamış ne çok değerimiz olduğunu düşününce topraklarımızın muazzam kültürel zenginliğiyle bir kez daha büyüleniyorum.

Derin de okudukları ışığında yeni kasabaya taşınacakları andan itibaren hayalinde mağaralar, gizli geçitler canlandırıyor ve böyle bir yapıyı keşfetmenin gizli gizli hayallerini kuruyor. Neden sarnıç derseniz… Çünkü geçmiş uygarlıklarda hayranlıkla izlediğim yapılardan birisi sarnıç. Bu son derece basit çözüm, gezegenimizde milyarlarca yıldır çevrimdeki suyu doğal yollarla biriktirmenin en güzel yöntemlerinden biriyken, bugünse neredeyse tamamen terk edilmiş. Her açıdan geçmişe kıyasla çok ileri olduğumuzu söylüyoruz, oysa gezegenin giderek tükenen kaynaklarını korumaya gelince, acil önlem alınması gereken konuları bile henüz önceliğimiz haline getiremedik. Neden son teknoloji inşa edilen binaların, kamusal alanların her birine bir yağmur deposu koyma zorunluluğu getirmiyoruz örneğin? Sarnıç gibi son derece etkili su biriktirme yöntemini, uygun geniş alanlarda neden tekrar kullanıma sokmuyoruz? Dünyanın her yerinde kuraklık gitgide önemli bir sorun haline gelirken bu sorular kaçınılmaz olarak hepimizin aklını kurcalıyordur. Yeni bir hayata başlayan Derin’in arkadaşlarıyla birlikte bir “sarnıç” keşfetmesinin başka anlamları da olabilir elbette, onları bulup çıkarmayı da okura bırakalım.

Derin kendince uydurduğu sözcükleri kullanmayı seviyor. Çocukların sürekli sözcük oyunları oynamalarını, türetmelerini dil üzerine çalışan bir çevirmen olarak nasıl yorumlarsınız?

Keşke çocuklarla daha çok zaman geçirebilsek, dile yeni hâkim oldukları sırada ortaya çıkan oyuncu, yaratıcı çözümleri cidden çok eğlenceli, ilham verici olabiliyor. Oğlum büyürken bir kısmını unutmamak için not alıyordum, çok çabuk akıldan çıkıyor çünkü. Biz yetişkinlerin dilde yaratıcı hamleler için bildiklerimizi unutmaya ihtiyacımız var. Çocuklar ise anadil sezgisine, kelimelere yüklenen anlamlara tam vakıf değiller, henüz yabancılar. Bu yabancılıktan akla gelmeyecek oyunlar, çağrışımlar çıkabiliyor. Dile oyun oynanabilir, kurcalanabilir mesafeden bakmaktan vazgeçmemek gerek. Belirttiğiniz gibi çevirmen de neticede dil emekçisi, dili eğip büken yerine ve metnine göre az ya da çok oyuncu, yaratıcı çözümler bulması gereken kişi.

Kitapta, Derin ve arkadaşlarının, Fistan ve Çaçaron adlı iki kediyle aralarında özel bir bağ var. Çocuklar ve hayvanlar arasında kurulan ilişkinin, onların, dünyanın, doğanın geleceği nasıl bir anlamı var?

Bugünün çocuklarının gezegendeki bütün canlıların yaşam hakkına saygı duyan bireyler haline gelmesi hepimiz için ulaşmayı arzuladığımız bir sonuç olsa gerek. Kitapta “ocman” çocukları, Fistan’la Çaçaron’u hem çok seviyor hem de aynı ortamı paylaştıkları bu canlıların sağlığından, bakımından kendilerini sorumlu hissediyorlar. O geniş kedi ailesinin yakından gözlemlendiğinde bir hiyerarşisi, kendi içinde bir düzeni, bir diyalog yöntemi olduğunu fark ediyorlar. Arada bir başını okşayıp geçtiğimiz sevimli bir arkadaştan öte aynı havayı soluduğumuz, sağlıklı güvenli yaşama koşullarını hak eden canlılar onlar. “Bahçe” de aslında salt eğlenceli oyunların mekânı değil, tüm canlıların ortak yaşam alanı, bizi geleceğe taşıyan, besleyen, çocuğun da içinde bütün özerkliğiyle var olabildiği bir ekosistem - belki bir mikro gezegen. Çocuklar orada kendiliğinden biten yabani otun bile ne kadar değerli olduğunu öğrenirken aslında dünyaya, doğaya dair temel bir bakış açısı ediniyorlar.

Okurken hem gülümseten hem de düşündüren, “Büyükleri Anlama Rehberi”ni sormak istiyorum. Bu rehberden yola çıkarak, çocuklar ve yetişkinlerin ilişkisine dair yorumunuz ne olur?

Teşekkür ederim bu yorumunuz için, gülümsetebildiyse ne mutlu… İki dünyanın arasına kalın çizgiler çekilmesini hiç anlayamadım. Her zaman minik arkadaşlarımdan çok şey öğrendim, özellikle de en yakın minik arkadaşım çocuğumdan; büyüme döneminde dünyaya yeniden, sıfırdan onun gözüyle bakmak eşsiz bir deneyimdi, kabuk değiştirdiğimi hissettim diyebilirim. Bana göre bir çocuğun örnek alınacak sayısız özelliği var, oysa yaşantımızda örnek aldığımız pek fazla yetişkin yoktur. Çocuklar daima meraklıdır, istediklerini elde etmek için epey çabalar, hiç boş durmaz ve küçücük bir şeyden eğlence çıkarmayı becerirler. Büyükler laf olsun diye, sizi gücendirmemek için gülebilir, çocuksa ancak sahiden komikseniz bunu yapar. İçtenlikle, doğrudan düşündüklerini söylemelerine, bunu dile getirirkenki saflığa, masumluğa, hepsinin kendine has oluşuna hayranım. Yazdığınızı, söylediğinizi, konuştuğunuzu beğenmedilerse, yaptığınız ilgilerini çekmediyse hiç rol yapmazlar, yeter ki biz onları mütemadiyen hizaya getirmeye çalışmayalım. İşte o hizaya getirme çabasıyla kopuyor zaten ipler, çekiliyor kalın çizgiler... Dilerseniz “büyükleri anlama rehberine” birkaç ek yapalım: Büyükler sıkça rol yapar, meraksızdırlar, çabuk pes ederler, hayat telaşında çoğunlukla eğlenme duygusundan yoksun, gözlem yeteneğini yitirmiş bireylere dönüşmüşlerdir. Ne diyelim, çok klasik olacak ama bu açıdan bakınca yaşamıma yeni heyecanlar, meraklarla besleyen çocukların dünyasıyla bağımın hiç kopmamasını dilerim.