Kurduğu düzen ile siyasi gücünü yerelde konsolide eden iktidar, sosyal belediyeciliği toplu iftarlara indirgeyerek kent yoksulluğunu bitirmek bir yana, toplumu kendine daha da bağımlı hale getiriyor.

Herkes için her şey, kendimiz için hiçbir şey: Toplumcu belediyecilik
Fotoğraf: DHA

Cevahir Efe AKÇELİK*

"Burada yargılanmamın asıl nedeni, kısa yaptığım Fatsa Belediye Başkanlığı dönemimde, gerçekleştirmiş olduğum hizmetlerin unutturulmak istenmesidir.

Ne var ki kendi çağlarında çağlarını değiştirmek için çaba harcayanlar, ne denli unutturulmak istenmişse, çağlar geçtikçe sulara, toprağa düşmüş çınar tohumu gibi büyür, ululaşır, saygı kazanır."

Fikri SÖNMEZ

Erzincan 3 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi

31 Mart yerel seçimleri yaklaşırken Türkiye'de yerel yönetimlere ilişkin pek çok fikir yeniden tartışılmaya başlandı. AKP tarafından uygulandığı iddia edilen "sosyal belediyecilik" kavramı üzerinden tartışmayı yürüten çeşitli kesimler, istemeden de olsa AKP'nin yerel yönetim anlayışının sınırları dahilinde tartışmayı sürdürmeye devam ediyorlar.

AKP'nin uyguladığı neoliberal-İslamcı politikaların yerel temsilcileri konumunda olan belediyeler; kurdukları ilişki ağlarıyla hem toplumda muhafazakâr dönüşümü hem de kayırma ekonomisi ile sistemin sürekliliğini sağlamaktalar. Kurduğu bu düzen ile siyasi gücünü yerelde konsolide eden iktidar, sosyal belediyeciliği toplu iftarlar, çorba dağıtımı ve yardım kolisine indirgeyerek kent yoksulluğunu bitirmek bir yana, toplumu kendine daha da bağımlı hale getiren bir sadaka kültürü yaratmaktadır. Toplumun dezavantajlı kesimlerine yönelik illüzyon yaratan bu uygulamaların ısrarla "sosyal belediyecilik" olarak nitelendirilmesi, az önce ifade edilen uygulamadaki "AKP belediyeciliğinin" meşrulaştırılması anlamına gelen ideolojik bir yaklaşımdır.

Karşımıza çıkan bu "sosyal belediyecilik" heyulasının panzehri, toplumcu belediyecilik anlayışıdır. Toplumcu belediyecilik; 24 yıldır iktidar tarafından sermayenin talep ve istekleri doğrultusunda yürütülen kent politikalarına ve kayırma ekonomisine karşı kent hakkını esas alan, yeni bir toplumsal düzenin ilk nüvesini oluşturabilir.

Eğitim, sağlık, beslenme, barınma, istihdam, kültür-sanat ve altyapı gibi halkın önceliklerinin esas alındığı katılımcı planlama ve bütçe uygulamaları ile kent suçu işleyen meclis üyelerinin ve belediye başkanlarının geri çağırılma hakkının bulunduğu, etkin denetim mekanizmalarının kurulduğu, kayırmacılık ve çıkar ilişkilerinden sıyrılmış bir yerel yönetim anlayışına kentlerin ve toplumun her zamankinden çok ihtiyacı vardır.

ZEMİN ARAYIŞLARI

Bu zeminlerden ilki halkın doğrudan yönetime ve denetime dahil olduğu halk meclisleridir.

1970'li yıllarda İtalya'nın Bologna kentinde yönetimde olan İtalya Komünist Partisi (PCI) mahalle meclisleri kurarak halkın yönetime doğrudan katılımını mümkün kılan düzenlemeler yapmış, katılımcı planlama uygulaması ile arazi spekülasyonlarını engelleyerek mekânsal eşitsizliğin önüne geçmiştir. PCI uyguladığı katılımcı planlama modeli ile konut kooperatifleri kurmuş, bu kooperatiflere kentin en yoksul bölgelerinde arazi tahsis ederek barınma krizine çözüm aramıştır. Ayrıca kurulan mahalle meclisleri; yamaçlarda kentsel yayılmanın önlenmesi, merkezdeki trafiğin sınırlandırılması, toplu taşımanın artırılması, sağlık, eğitim ve kültürel tesis gibi kamu alanlarının inşası konusunda ilerici kararların altına imza atmıştır.

Aynı yıllarda Fatsa'da Fikri SÖNMEZ'in belediye başkanı olmasıyla beraber, ilçenin 7 mahallesinde 11 halk komitesi kurulmuş, bu mahalle komiteleri halkın taleplerini doğrudan Fatsa Belediyesi'ne iletmiştir. Kentin temel sorunlarından olan çamur problemi kurulan halk komiteleriyle beraber kısa sürede çözüme ulaşmıştır. Belediye Meclisi toplantıları halka açık olarak yapılmış, böylelikle halkın yararına olan kararların reddi engellenmiştir. Temel ihtiyaç maddeleri üzerindeki karaborsa ve tefecilikle aktif mücadele edilmiş, Fatsa halkının sorunlarına yine halkla birlikte çözümler üretilmiştir. Fatsa'da klasik, seçici temsil mekanizmalarının reddedildiği, halk komiteleri aracılığıyla halkın hem yönetime hem de denetime ortak olduğu bir model hayata geçirilmiştir.

Dönüşüm zeminlerinden bir diğeri ise katılımcı bütçe ve planlama uygulamasıdır. Katılımcı bütçe uygulaması, kamu kaynaklarının halkın tercih ve ihtiyaçlarına göre planlandığı bir yöntemdir. Kentlilik bilincinin de oluşmasını sağlayan bu model ile yolsuzluğun azaltılması, halkın yönetime ortak edilmesi ve kamu kaynaklarının halk lehine kullanılmasının önü açılmaktadır.

1989 yılında Brezilya’nın Porto Alegre kentinde İşçi Partisi’nin (Partido dos Trabalhadores) seçimi kazanmasıyla ilk kez hayata geçirilen katılımcı bütçe uygulaması, ülke siyasi kültüründe yaygın olan yolsuzluk ve kayırmacılığa karşı kent yoksullarına pozitif ayrımcılık uygulayan bir model olmuştur.

Porto Alegre'nin her mahallesinde halka açık olarak gerçekleştirilen toplantılar; 17 mahalle meclisi, 6 tematik meclis ve katılımcı bütçe konseyi şeklinde üç aşamalı olarak yapılmıştır. Mahalle meclislerinde mikro düzeyde öncelenen yatırımlar, seçilen delegeler aracılığıyla katılımcı bütçe konseyine taşınmıştır. Mahalle meclislerine paralel olarak; ulaşım, sağlık, eğitim-spor-eğlence, kültür ve gençlik, ekonomik kalkınma ve turizm, barınma-kent planlaması ve çevresel gelişim başlıklarında toplanan tematik meclislerde makro düzeyli çalışmalar yaparak kentin bütününü ilgilendiren konuları ele almıştır. Tartışmalardan süzülerek gelen yatırım öncelikleri, katılımcı bütçe konseyine sunularak bütçe taslağı hazırlanmış ve belediye meclisi tarafından aynen kabul edilmişir.

Katılımcı bütçe uygulamasın hayata geçmesiyle Porto Alegre'de kamu harcamalarında şeffaflık artmış, mekânsal ve sosyal eşitsizlik günden güne azalmaya başlamıştır. Kayırmacı ilişki ağına son veren bu uygulama ile kent yoksulları da ilk defa yönetimde söz sahibi olmuştur.

Hindistan'ın Kerela eyaletinde ise katılımcı bütçe uygulamasına benzer bir çalışma 1996 yılında hayata geçirilmiştir. ‘Halkın Planı Seferberliği’ adı verilen bu çalışmayla planlama ve bütçe hazırlık süreçlerinde yaklaşık 2 milyon insanın fikri alınmıştır. Halkın Planı Seferberliği'nin temel ilkeleri; şeffaflık ve hesap verilebilirliğin artırılması, yolsuzluğun azaltılması, karar alma süreçlerine en yüksek katılımın sağlanması özellikle kadınlara ve yoksullara söz verilmesi olmuştur.

YENİ DİRENÇ MERKEZLERİ

Yerel yönetimler bugün, ekonomik ve politik gücü ile kent yatırımlarını belirleyen mutlu azınlıkların yönettiği, kayırmacı ilişki ağlarıyla halkın gerçek taleplerini görmekten uzak, kamunun kendini denetleme ve dönüştürme aygıtlarından kopuk vaziyettedir.  Aynı zamanda iktidarın, kayyum politikaları başta olmak üzere büyük bir idari ve mali baskısı altındadır. Büyükşehir Yasası ve Belediye Yasası gibi yerel yönetimlere ilişkin pek çok mevzuat değişikliği yapılması konusunu çekmecesinde tutan iktidarın yerel seçimlerin ardından gelişebilecek olası bir mağlubiyet sonrası yerel yönetimlere müdahale araçlarını geliştirerek baskıyı artıracağı da aşikardır.

Seçici temsiliyet kanallarının tasfiye edildiği, her türlü yönetim, karar alma ve denetim süreçlerine halkın doğrudan katılım sağladığı toplumcu belediyecilik anlayışı çoğu insana ütopik gelebilir. Ancak yereldeki karar alma süreçlerinin; mahalle meclisleri, katılımcı planlama ve bütçe uygulamaları, geri çağırma hakkı gibi araçlarla demokratikleştirilmesi, iktidarın yerelde uyguladığı kayırmacı ekonomi politikalarına ve vesayet girişimlerine karşı kentlerde yeni bir direnç merkezi oluşturulabilir.

İktidarın yerel yönetimler üzerindeki vesayetinin kırılması güçlü bir toplumsal tabanla sağlanabilir. Bu da sadece halkı yönetime ortak etmekle yani toplumcu belediyecilik ile mümkündür.

Toplumcu belediyeciliği özetlediğini düşündüğüm, Zapatistaların belirli zümre ve sınıfların ayrıcalığına karşı, toplumsal adaleti ve eşitliği vurgulayan sloganıyla bitirelim.

Herkes için her şey, kendimiz için hiçbir şey!

*TMMOB YK Üyesi