“Demokrasi için telefon dinleyen de dinleten de şereflidir” buyurmuş, militan demokrasinin genç neferlerinden bir meslektaşım...

“Demokrasi için telefon dinleyen de dinleten de şereflidir” buyurmuş, militan demokrasinin genç neferlerinden bir meslektaşım.
Ahmet Altan’ın ince bir ayar vermeden önce ‘gazetenin en parlak yazarı’ diyerek sırtını sıvazladığı bu ‘harika çocuğun’ yasadışı telefon dinleme skandalları üzerine döktürdüğü incileri okudukça, Viktor Hugo’nun idam üzerine söylediği şu aforizma geliyor aklıma:
“Devlet adam öldürmemeyi nasıl öğretiyor? Adam öldürerek mi? Adam öldürerek neyi öğretiyor? Adam öldürmemeyi mi?”
Yakın tarihinin neredeyse tamamı çetelerin edimlerinden ibaret olan az gelişmiş ülkenin geri kalmış liberal demokratlarının, akla ziyan militan demokrat mantıklarını ‘pratik ahlak’ güzellemeleriyle gerekçelendirmelerine fazlasıyla alışığız bizler.
Ama girişte yer verdiğimiz satırlara, ez cümle solu ‘demokrasiden nasibini almamış elistist aydınlamacılıkla’ yaftalamayı nerdeyse yayın politikası haline getirmiş bir mecrada rastlayınca görmezlikten gelemiyor insan.
Üstelik de genç ve sivil militan demokratımız, Altan’ın yerinde uyarısı üzerine “kendim kaşındım” diye başladığı yazısının hemen ardından, Hükümetin Doğan Grubuna kestiği buram buram intikam kokan ceza üzerine “Sen de kaşındın Aydın Bey” diyebilecek kadar da fütursuzlaşmışken.
Keşke sorunu ülkede müzminleşen haksızlık ve hukuksuzluk karşısında genç bir yazarın ‘ya basta’ çığlığıymış gibi yorumlamak gerçekten mümkün olabilseydi. Emin olun bugüne değin süregelen sıkıntılarımı bir anda unutur ve sesine ses verirdim.
Çünkü dünya görüşümü şekillendiren temel etmen, kindarca bir taraftarlık psikolojisiyle beslenen sahte bir demokrasi vurgusu değil. Bir arada yaşama iradesinin olmazsa olmazı, ortak müştereklerden beslenen bir demokrasi tahayyülünü önemsiyorum.
Geçmişi ya da politik kimliği ne olursa olsun, hukuksuzluk ya da darbecilik zihniyeti karşısında, köylü kurnazlığı yapmadan ve başka bir demokrasi karşıtı cephenin elini güçlendirmek için ayak oyunlarına başvurmadan demokrasi için demokratça mücadele eden herkesle ortaklaşabilirim.
Ve bu konuda hiçbir kompleksim yok; daha önceki yazılarım bunun en açık kanıtıdır.
Öyle ki, sol bir gelenekten gelip, bugün demokrasiye kastetmekle suçladığı siyasal iktidarın demokrasi dışı yöntemlerle bertaraf edilmesi için çalışan,  demokratlığı küfür sayan‘orducu sosyalist’ Yalçın Küçük’le, tarihsel yakınlık gibi gerekçelerle saf tutamam.
Buna karşın, içinizde bana kızacaklar olacağını biliyorum,  Yalçın Hocaya göre, örneğin Şamil Tayyar’la ortak müştereklerimizin daha çok olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim; Sayın Tayyar’la pek çok alan da yan yana yürüyebilirim.
Bir yazarın, gazetecinin demokratlığının kanıtı, ‘psikopata bağlamış’ bir yeni yetme gibi, “Bırak alla sen şimdi hukuğu guguğu, etiği kütüğü” diye naralar atmak değildir.  Siyasi kan davalarını, ‘hırsızın hiç mi suçu yok’ mantığıyla, demokrasisever pozlar takınarak gerekçelendirmeye çalışmak, demokratların değil, kör taraftarlıktan muzdarip militanların işidir.
Ergenekon örgütüyle mücadele ederken, hukukun katledilmemesi gerektiği yönündeki ısrarlı uyarılarımın altında yatan da tam olarak bu noktadır işte.
Eğer siz, siyasal iktidara muhalefet eden bir yayın gurubu üzerinde demokratik teamüllere aykırı ekonomik ve hukuki baskıları savunursanız; bir terör örgütünün çökertilmesi için yasadışı telefon dinleme gibi yöntemleri onayladığınızı, dahası yücelttiğinizi söylerseniz, ne farkınız kalır demokrasi düşmanlarından?
Asit kuyularında yurttaşları erittiği iddia edilenler de demokrasiye kastettiklerini savundukları ‘şeriatçıları,’ ‘solcuları’ ya da ‘bölücüleri’ haklamak için zaman zaman hukuk dışına çıkmanın meşru olduğunu savunmuyorlar mı?
İşkenceyi genelin güvenliği için haklı bulan zihniyet niçin faşizan mesela?
‘Demokrasi getirmek’ için uluslar arası hukuku çiğneyen ABD’de de çok şerefli mi nazarınızda?
Adı yok sanı yok bir garip kuş mu demokrasi?
Ey hat, neresinden tutsak elimizde kalan bir mantık yazarımızın ki. Hatta önemli bir gazetede köşe tutmuş mantıksızlığın trajedisi de diyebiliriz. Ve ne yazık ki yalnız da değil.
12 Eylül sonrasının kısır düşünce ortamında popüler politik çıkışlarıyla yüzümüzü güldüren bir sanatçımıza karşı bir başka sanatçımız tarafından söylendiği rivayet edilen aşağıdaki satırlar, yazımızın muhatabı için biçilmiş kaftan sanki:
Hey genç jakoben kaldır maskeni,
Sen yorgun değilsin, ayrıca da demokrat.

***
MEDYAZADE
Can Dündar geçtiğimiz günlerde köşesinde “Anadolu Google’da en çok hangi sözcüğü arıyor” başlıklı bir yazı yazdı. Hemen girişte de sorunun yanıtını verdi: Aşkı!
Dündar’ın yazısını okur okumaz, Google Trends isimli siteye girdim. Birkaç sözcük de ben yazdım. “İnternette aşkı arayan” Anadoluluların daha başka neyi aradıklarına baktım.
Tövbe tövbe, örneğin seks kelimesi de en çok Anadolu ilerinden aranmış. Bu kelimenin ‘sekis’ gibi türevlerinde de Anadolu birinciliği kimseye kaptırmıyor.
Affedersiniz ama orospu, oruspu, orrospu gibi ayıp kelimeler de yine en çok Anadolu’dan aranmış.
Diyeceksiniz ki, ne var canım Medyazade, bunlar da aşka dair kelimeler değil mi?
Haklısınız, benim de Anadoluların uçkuruna ne kadar sahip bir millet olduğundan zerre şüphem yok. Ancak altını çizmek istediğim nokta bunların hassas konular olduğu. Nasıl mı?
Efendim kötü niyetli biri çıksa, Dündar’ın mantığı üzerinden gidip ‘Anadolu neyi arıyor’ diye sorsa. Altında da yukarıda bulduğum çok aranan kelimelerden birini kullanıp,  “Anadolu (…) arıyor” diye yazsa, ne yapacaksınız? Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmayın. Anlaşılan Dündar Mustafa mevzuundan ders almamış; herhalde ‘belasını’ arıyor.

***
...Dİyor kİ:
“Dicle ötesinde örgütlenmeyeceğiz, orada demokrasi yok!” Osman Pamukoğlu/ Vatan.
Yıllarını ‘bölücülükle’ mücadeleye adadığını söyleyen ve şimdilerde siyasete soyunan emekli paşamızın bu yaptığına ne denir şimdi? Ayrıca paşamızın can güvenliğinden kaygılanmasına da gerek yok. Bölgede ‘nam salmış’ kimi isimler emekli olunca faili meçhuller nerdeyse son bulmuş diyorlar.