Emperyalizm yeni bir evreye dönüşümünü başlattı: Hiper emperyalizm. Bu emperyalizmin aşırıya kaçarak ve devinsel bir biçimde işlediği, ancak gerileyen bir imparatorluğa özgü sınırlandırmalara da mahkûm olduğu bir evre.

Hiper emperyalizm: Yeni bir tehlikeli çürüme dönemi*

Tricontinental*

Burjuva ideologlarının Amerikan emperyalizminin dokunulmazlığını hissettirebilme arzusuyla tarihin sonunu ilan etmesinden bu yana 30 kısır yıl geçti. Emperyalizmin postasını hep ensesinde hisseden halk mücadeleleri içinse yolun “sonu” bir türlü gelmedi.  

1996’da Brezilya’daki Carajas katliamı gibi vahşi baskı yöntemlerinin doldurduğu bir atmosferde, Topraksız İşçiler Hareketi, Uluslararası Amerikan şirketi Monsanto gibi tarım sektörü devlerine karşı, toprak reformları için mücadele yürüttü. “Kıtayı sarsan asker” Hugo Chavez, 1999’da seçimleri kazandıktan sonra Latin Amerika keskin bir sola dönüş yaşadı. Bu dönüş milyonlarca işçinin, köylünün, yerlinin, kadının ve öğrencinin, 200 yıllık Monroe Doktrinini doğrudan karşısına alarak, Amerika’larda ABD serbest ticaret bölgeleri planını engelleyen kitlesel örgütlü hareketini de içeriyordu.  

2002’de, Nijeryalı kadınlar Shell ve Chevron’un kapılarında Nijer Deltasındaki çevresel yıkımı ve sömürüyü protesto ettiler. 2004’te Haitililer, ABD’lilerin yüzyıllardır süren aşağılamalarına karşı, Jean-Bertrand Astiride’in sürgün edilmesinin ardından kitlesel olarak ayağa kalkmış ve ülkedeki Amerikan işgalini protesto etmişti. Milyonlarca Nepalli, 2006’da silahlı mücadele veren komünistlerin önderliğinde monarşiyi yıkan direnişi kutluyordu. 2010 yılında manav Mohamed Bouazizi kendisini ateşe verdiğinde, Tunus halkı bir insanı böyle bir ölüme sürükleyen neoliberal sisteme karşı ayaklandı.  

Takip eden yıllarda değişimler –kimi zaman küçük ve fark edilmesi zor, başka zamanlarda ise şiddetli biçimlerde– açığa çıkmaya devam etti. Bu değişimler içerisinde halk hareketleri de devlet aktörleri de bulunuyordu. ABD’nin karşısında, Çin’in yükselen ekonomik gücü ve on yıllardır iç sermaye yatırımlarından mahrum kalan, üretimdeki üstünlüğünü kaybeden Küresel Kuzey’i, GSYİH’da 2007’de geçen Küresel Güney’in büyüyen ekonomileri vardı. 

2009’da Çay Partisi’nin yükselişe geçişi, ABD iç politikasında bir iç kırılmayı işaret ediyordu. Uluslararası alanda, ABD ne Çin’de yumuşak bir rejim kırılmasını ne de Rusya’da hükümet değişimi ve nükleerden arındırma hedefini gerçekleştirebildi. Irak Savaşı felaketinin ardından geçici bir süre askerî harcamaları kısan ABD, yeniden askerî gücünün kullanımını ve tehdidini, yaşanan değişimlere karşı geliştirdiği yanıtın temeline yerleştiren bir politikaya geçti. 

Hegemonya tarihsel olarak üç seviyede kaybedilir: üretim, finans ve askeriye. ABD üretim üzerindeki hegemonyasını kaybetti, yine de özellikle askerî alanla ilgili sektörlerde teknoloji hegemonyası sürüyor. Her ne kadar daha erken bir evresinde olsa ve doların değeri etrafında gelişse de finansal hegemonyası da sınanıyor. Gerileyiş ekonomik ve siyasi yönden hızlansa da askeri alandaki gücünü koruyor; bu da ekonomik gerilemenin yarattığı sonuçların üstesinden askerî güç ile gelebilme fikrini ABD için giderek daha cezbedici hale getiriyor. 

Kendi bakış açılarından, Amerikan kapitalizmi Çin’in yükselişini sınırlama çabalarını rasyonel görüyor. Bu çabaların başarısızlıkla sonuçlanması Amerikalıların üretici güçlerin yüksek seviyelerini kontrolündeki göreceli avantajlarını ve sonucunda da bu kontrolün verdiği tekel imtiyazlarını kaybetmelerine sebep olacak. ABD devlet aktörleri Çin ile bağlantıyı kesme ve Çin’e yönelik askerî hazırlıkları ilerletme konusunda (her ne kadar ABD üretim güçlerini içeride yeniden modernize etmek imkânsız da olsa) tam bir uyum içerisinde.

NATO’nun genişlemesi konusunda verilen teminatların devamlı çiğnenmesi ve Kiev ile Donbas arasındaki iç savaşın sonucu olarak Şubat 2022’de Rus birliklerinin Ukrayna’ya girmesi hem ABD hem de dünyadaki askerî cepheleşme açısından yeni bir çağ açtı. Acele bir yaylım ateşi sürecinde, ABD açıkça tüm Küresel Kuzey ülkelerini kendisine bağladı ve bunu yaparken bu ülkelerin silahlı kuvvetlerini de tali hale getirdi. Örtülü bir dille NATO+ diye ifade edilen, üçü hariç tüm Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan bir de facto birlik üzerindeki askerî hegemonyasını ilan etti. Litvanya’da gerçekleşen 2023 NATO zirvesine üye ya da gözlemci olarak katılan ülkeler –ki aralarında Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Güney Kore bulunuyor– NATO+’ın fiilî üyeleri sayıldı. Zirveye yalnızca İsrail (siyasi menfaatleri açısından muaf tutuldu) ve Küresel Kuzey’deki birkaç küçük ülke katılmadı. 

Ekim 2023’ten beri İsrail ABD’nin açık ve utanmaz desteği ile Filistinlileri yerinden etme, etnik temizlik, kolektif cezalandırma ve soykırıma maruz bırakıyor. Ukrayna’daki gelişmeleri izleyen süreçte Gazze’de yaşananlar, emperyalist sistem içerisinde niteliksel değişimlerin yaşandığının işaretlerini veriyor. ABD şimdi diğer emperyalist ülkelerin ekonomik siyasal ve askerî bağımlılık süreçlerini tamamladı. Bu da bütünleşmiş, askerî odaklı bir emperyalist bloğun konsolidasyonunu yarattı. Küresel güneyi bütünüyle kontrolü altına almayı hedefleyen bu proje şu anda odağını kontrolünden kaçan son bölge olan Avrasya’nın egemenliğine çevirmiş durumda.  

Emperyalizm yeni bir evreye dönüşümünü başlattı: Hiper-emperyalizm. Bu emperyalizmin aşırıya kaçarak ve devinsel bir biçimde işlediği, ancak gerileyen bir imparatorluğa özgü sınırlandırmalara da mahkûm olduğu bir evre. Harcanan eforun yarattığı kasılmalar ABD militarizmi altında yaşayan ve en ufak seste refleks olarak kafasını tutan milyonlarca Kongolu, Filistinli, Somalili, Suriyeli ve Yemenli tarafından hissediliyor. 

Yine de yaşadığımız şey Soğuk Savaşın yürürlüğe soktuğu, vesayet savaşları ile başlayıp Dünya Bankası ve diğer gelişim kurumlarının ekonomik emperyalizmi ile süren küresel çapta bir kanlı atmosfer değil. Bu, boğulmakta olan ve yatına dönmesi gerektiğine inanan bir milyarderin emperyalizmi. Bunun için güçlü kalan kaslarını çalıştırıyor: askerî gücünü. Fakat, bir dönem sahip olduğu, emperyalist kontrol teknolojisi için gerekli üretici gücünün eksikliğinde ve finansal gücünün sınırında olduğunun bilincinde olarak. Bu yüzden, tüm eforunu elindeki mekanizmalara kanalize ediyor: kültür (hakikatin kontrolü) ve savaş.  

Hiper-emperyalizm taktikleri kısmen hibrid savaşın modernizasyonu tarafından şekilleniyor; hukuk savaşı, hiper ambargolar, milli rezervlerin ve değerlerin kontrolü, askerî olmayan savaşın diğer biçimleri. Dijital çağın özü olan yeni gözetleme ve dinleme teknolojileri, fikir savaşının emperyalist kontrolü için silahlandırıldı. Bu da hakikatin karşısına giderek daha ahlaksız ve gizli metotlar yürütmeyi içeriyor.  

*mronline.org web sitesinden kısaltılarak çevrilmiştir. 

Çevirmen: Y. Emre Ceren.