Demem o ki televizyon iyiden iyiye sinemanın önüne geçti. Robert Redford yıllardır, Sundance söyleşilerinde, sinema sektörünün değişmesi ve dönüşmesi gerektiğini anlatıyor. Bazı diziler tüm bölümlerini Netflix ve benzeri internet televizyonlarında aynı günde yayınlıyor. Spielberg gibi yönetmen ve yapımcıların bile yakında prodüksiyonlarını sinema salonlarında değil internet üzerinden yayınlayacağı söyleniyor

Hollywood’un  sonu mu geliyor?

Hafta içi, hafta sonu, gişe filmi, sanat filmi fark etmeksizin Amerika’da sinema salonları sinek avlıyor. Bazı kompleksler terk edilmiş, hayalet binalara dönmüş durumda. Aşağıdaki grafik Amerika’da yıllık bilet satışlarının (sağ eksen) 2002’deki 1,58 milyar tepe seviyesinden, 2017 senesinde 1,18 milyara kadar gerilediğini gösteriyor. Yani yaklaşık yüzde 24 gibi büyük bir bilet kaybından söz ediyoruz. Gişe hasılatındaki (sol eksen) düşüş ise daha da çarpıcı. Zirve senesi olan 2002’deki enflasyondan arındırılmış hasılat 14,09 milyar dolar iken 2017’deki hasılat, yaklaşık yüzde 31 azalarak, 9,65 milyar dolar olmuş.

Son 23 senede ekonominin hızla büyüdüğünü ve nüfusun sürekli arttığını düşünürsek bu figürlerin yerinde sayması bile sektörün göreli olarak daraldığı manasına gelecekken, bilet satışındaki ve gişe hasılatındaki bu mutlak gerilemeler sektörün düpedüz bir bunalıma sürüklendiğini gösteriyor.
hollywood-un-sonu-mu-geliyor-470785-1.
Bir diğer gösterge de senelik gişe rekoru kıran filmlerin hasılatının azalıyor olması. Doksanlardan sonrasına baktığımızda Titanik, günümüz sabit fiyatlarıyla, 1,21 milyar dolarlık gişe yapmışken, misal, 2016’nın lideri Rogue One: A Star Wars Story sadece 540 milyon dolar gişe yapmış. Yarısı bile değil.

Orijinal filmler çekilmiyor
Şöyle dönüp son 15-20 yılın gişe rekoru kıran filmlerine bir göz gezdirdiğimizde karşımıza net bir şablon çıkıyor. Yüksek gişe yapmış filmlerin tamamına yakını ya devam/öncül filmi (sequel/prequel) ya yeniden çevrim (remake) ya da süper kahraman filmi. Herhangi bir kitaba ya da çizgi romana sırtını dayamadan, sıfırdan çekilip iyi gişe yapmış (Braveheart, Titanik, Top Gun gibi) film yok denecek kadar az.

Tablodan da gördüğünüz üzere aralarında herhangi bir çizgi romanın adaptasyonu, bir filmin devamı veya ön-bölüm olmayan tek film Kayıp Balık Nemo. O da zaten animasyon.

Aynı şekilde, gelmiş geçmiş en fazla zarar yazan 20 filmin 18’i yine 2002 sonrası çekilen filmler. Ve bunların çoğu (mesela Life of Pi ve The Golden Compass) orijinal filmler. Hollywood artık yeni ve kaliteli filmler üretemiyor. Orijinal film girişimlerinin de çoğu batıyor. Sektör artık risk alamadığı için filmleri mitoz bölünmeyle çoğaltıyorlar. Kısa bir roman olan Hobbit’ten üç film çıkardılar. Gişeyi garantilemek için romanda olmayan yıldız karakterleri (mesela Legolas) filme eklediler. Açlık Oyunları’nın ilk iki filmi tuttuğu için üçüncü kitabı bölüp iki film çektiler.

Anlayacağınız, yapımcılar sinekten yağ çıkarmaya çalışıyorlar. Yerli yersiz tutan her filmin devam filmi yapılıyor. Artık baydığı noktada, ön-bölümünü çekiyorlar. Sonra üstüne üç boyutlusunu çekip (bkz. Testere) suyunu da çıkardıktan sonra başka projeye geçiyorlar. Filmler sürekli kendini tekrar ettiğinden çoluk çocuk süper kahraman filmlerini doldursa da yetişkinleri cezbedecek filmlerin sayısı az olunca salonlar genelde boş kalıyor.

Üretim biçimi sıkıştığı zaman icat çıkarma baskısı artar. Şartlar el verirse icat çıkar; yarattığı yeni ekonomi yavaşlayan sistemi toparlar (bkz. buhar makinesi/tren, elektrik/elektronik, otomobil, bilgisayar/internet). Sinema sektörü kendi içindeki bu tıkanmışlığı aşmak için önce IMAX, sonra da 3D inovasyonlarını yaptı. Daha farklı bir sinema deneyimi sunarak izleyiciyi evlerinden çıkarıp salonlara çekmeye çalıştılar. Başta ilginç geldiyse de insanlar renkli gözlüklerden çabuk sıkıldı.

Netflix etkisi
Netflix, yılların video/vcd/dvd/bluray kiralama şirketi olan Blockbuster’ı 2010 senesinde iflas noktasına getirdi. Hatta konuyla ilgili çok goygoy bir South Park bölümü (s16e12) de yapılmıştı, kaçmasın. Artık insanlar istedikleri filmi evlerinde çevrimiçi veya çevrimdışı olarak, görece düşük bir fiyata izleyebiliyorlar. Netflix yüzünden yapımcılar filmlerini DVD ortamında daha erken çıkarmaya başladılar. Yani filmlerin sinema salonlarında kalma süresi de kısaldı.

Tabii ki salonda film izlemek ile evde film izlemek aynı şeyler değil. Netflix’e düşmesini beklemeden izlemek isteyeceğiniz filmler olabilir. Veya arada sevgiliyle dışarı çıkıp sinema randevusu yapmak isteyebilirsiniz. Ama ortalama bir filmi, birkaç ay sonra, her halükârda aylık ücretini ödediğiniz Netflix’te izlemek varken neden sinemaya gidesiniz? Üstelik bilet fiyatları da bu kadar yüksek iken.

TV dizilerinin istilası
Artık TV dizileri sinema filmi kalitesinde çekiliyor. Bazı dizilerin tek bir bölümünün bütçesi koca bir filmin bütçesini aşıyor. Üstelik dizi sektörü Hollywood’un içine düştüğü “franchise film serisi” batağına saplanmış değil; hâlâ çok orijinal yapımlara rastlayabiliyoruz. Bir noktadan sonra insanlar Ninja Kaplumbağalar 6 filmini izlemek yerine, misal, La Casa de Papel gibi orijinal bir diziyi izlemeyi tercih ediyorlar. Bu diziler, filmlere kıyasla, daha komplike hikâyeler ve daha detaylı işlenmiş karakterler sunuyor.

Demem o ki televizyon iyiden iyiye sinemanın önüne geçti. Robert Redford yıllardır, Sundance söyleşilerinde, sinema sektörünün değişmesi ve dönüşmesi gerektiğini anlatıyor. Bazı diziler tüm bölümlerini Netflix ve benzeri internet televizyonlarında aynı günde yayınlıyor. Spielberg gibi yönetmen ve yapımcıların bile yakında prodüksiyonlarını sinema salonlarında değil internet üzerinden yayınlayacağı söyleniyor.

hollywood-un-sonu-mu-geliyor-470786-1.

Yüksek bilet fiyatları
Amerika’da ortalama bilet fiyatı 9 dolar. New York, Chicago gibi metropollerde bu fiyatlar 15-20 dolara kadar çıkıyor. Festivallerde biletler 25-30 dolarlardan başlıyor. 5 dolara patlamış mısır, 3 dolara içecek. Sadece 2 kişi gidiyor olsa, 2 saat için en az 60 dolar. Amerikalılar bu fiyatları çok yüksek buluyor. Benzer durumu NBA maçlarında da görüyoruz, biletler pahalı, stadyumlardaki doluluk oranı yüzde 60’larda. Halkın alım gücü iyiden iyiye aşındığı için konserdi, maçtı, sinemaydı artık eskisi kadar rağbet görmüyor. Hatta bazı eyaletlerde yarı fiyatına halk günü uygulaması bile yapılmaya başlandı. Abur cubur fiyatlarının da saçma sapan yüksek olması insanları caydıran bir diğer faktör. Türkiye’de durum Amerika’dakinden de kötü. Sinema bileti fiyatının asgari ücrete oranı bizde daha yüksek.

Ürün satışları ve dünya gelirleri
Gone Girl gibi bir projenin ancak filmini satarsın; kısır ve riskli bir proje olur. Ama Örümcek Adam çekersen filmini satarsın, çantasını satarsın, tişörtünü satarsın, posterini satarsın, kostümünü satarsın, bilgisayar oyununu satarsın, anahtarlığını satarsın, her şeyini satarsın. Garanti bir rant var. İşte bu yüzden Gone Girl gibi iyi filmler 3-5 yılda bir denk geliyor. Gerçi o da kitap uyarlaması ama, yine de...

hollywood-un-sonu-mu-geliyor-470787-1.
Robert Redford

Büyük şirketleri batmaktan kurtaran bir diğer kanal ise dünya gelirleri. Amerika ekonomisi durağan, Hollywood krizde, iç piyasa giderek daralıyor. Fakat ekonomik durumu görece daha iyi olan yükselen bazı ülkelerden gelen gişe hasılatı yapımcıların muhasebesini toparlayabiliyor. Eskiden Hollywood filmleri Amerikan izleyicisine göre çekilirdi. Artık dünyanın diğer ülkelerindeki izleyicilerin de talepleri dikkate alınarak çekiliyor. Mesela Transformers, çizgi dizisi vaktiyle her yerde yayınlandığı için, tüm dünyada karşılık bulan bir yapım. Transformers 4, toplam hasılatının %77’sini Amerika dışından elde etmişti.

Türkiye’de tekelleşmenin sonuçları
Biliyoruz ki Türkiye’de yerli filmlerin piyasası Hollywood filmlerinden büyük. Her yıl en çok gişe yapan filmlerin çoğu yerli yapım oluyor. Fakat ülkemizde göze çarpan iki temel sorundan birisi yüksek bilet fiyatları, diğeri de artık iyice bayan şive komedileri. Yüksek bilet fiyatları operasyonda tekelleşmenin sonucu, yoksa sinema filmi göstermenin marjinal maliyeti çok düşük. Şive komedileri de kısmen dağıtımda tekelleşmeyle alâkalı. Mars Entertainment Group, hem dağıtımı hem de operasyonu büyük oranda kontrol ediyor. Bugün Türkiye’de her üç sinema biletinden ikisini Mars’a bağlı olan CineMaximum satıyor. Dağıtılan her üç filmin de birini yine Mars Media dağıtıyor.

Kapitalist, kâr haddine bakar. Eğer Recep İvedik 8, Eyvah Eyvah 5, Oflu Hoca 4 gibi filmler daha kârlı olacaksa Sarmaşık ve Kış Uykusu gibi filmler dağıtımı yapılmaz. Yapımcılar da dağıtılmayacak film çekip batmak istemezler. Mesela Recep İvedik 4 Türkiye’deki 2300 salonun takribî 1400’ünde gösterilirken Sarmaşık sadece 16 salonda gösterilmişti. Hâl böyle olunca ortalık devam filmleri ve şive komedilerinden geçilmez oluyor. Sanatsal ve orijinal filmler çekmek isteyenler Kültür Bakanlığı’nın desteklerini zorluyorlar. Fakat o desteklerin kimlere verildiği soru işareti…

Öte yandan medyada çıkan “salon çok, seyirci yok” veya “Beyoğlu’nda sinemalar can çekişiyor” ve benzeri başlıklı haberler başka sorunlara da işaret ediyor. Sinemalar AVM’lerin bir parçası haline getirilerek tüketim kültürüne entegre edildi. Sinemaları geçtim, tiyatro salonları bile AVM’lerin içine açılıyor artık. AVM’ye giden insan profili belli olduğu için buradaki sinemalarda gösterilen filmlerin de kalitesi ona göre oluyor.

Toparlamak gerekirse, dağıtım ortamındaki rekabet (Netflix, redbox, torrent, korsan stream) ve giderek tekdüzeleşen filmler nedeniyle sinema sektörü derin bir kriz yaşıyor. Azalan hasılatlar şirketlerin borsa fiyatlarına da yansımış durumda. Walt Disney vb. yapımcıların hisseleri sürekli değer kaybederken, Netflix NASDAQ’ta rekordan rekora koşuyor. Tekelleşme eğilimi bunların bir sonucudur. Edison ampulü bulduğunda bütün mumcular işsiz kalmıştı. Alternatif bir model eskisine oranla daha verimli, daha ucuz ve daha pratik bir şekilde film yayını yapıyorsa eski model piyasasını yitirebilir. Buna yaratıcı yıkım deniyor. Yirminci yüzyılın başında mumcuların başına gelen şey bugün sinema esnafının başına geliyor. Belki özel buluşmalarda ya da çok beklediğiniz filmler için sinemaya her zaman gideceksiniz ama gidişat toplam sinema ziyaretlerinin daha da azalacağına işaret ediyor.

Tim Wu “The Master Switch” kitabında Amerikan enformasyon şirketlerinin tarihsel bir incelemesini yaparken işin sinema ve TV ayağında bu meseleleri çok iyi çözümlüyor. Şu an yapım sektöründe 600’den fazla şirket her sene yüzlerce film yapıyor. En büyük 6 şirket olan Warner Bros, Walt Disney, Sony Pictures, Paramount, 20th Century Fox ve Universal sırasıyla yüzde 11, yüzde 10,3, yüzde 9,5, yüzde 8,6, yüzde 8,4 ve yüzde 7,7 pazar paylarına sahipler. Altı şirketin payları birbirine çok yakın ve toplamda da 682 şirket var. Yani sadece iki şirketin toplam yüzde 70 pazar payı olduğu gazlı içecek sektörüne kıyasla film sektöründe rekabetin daha yaygın olduğunu söyleyebiliriz.

Wu’nun da öngördüğü gibi, orta vadede büyük balıkların, batan veya kârlılığı azalan yapımcıları satın alacağını, hatta büyük şirketlerin kendi aralarında birleşmeler yaparak daha konsantre bir oligopol piyasaya doğru yöneliş olacağını düşünüyorum. Geçen yıl Disney ve Fox birleşme duyurusu yapmışlardı. Yasal süreç devam ediyor. Hollywood’un üretim noktasındaki kârlılık sorunları ancak tekelleşmeyle çözülebilir. Zaten Netflix biraz da bu yönelime sigorta olarak kendi prodüksiyonlarına başlamadı mı?