Sahi biz nasıl direnmeden, kabullenerek, korkarak, boyun eğerek yaşayıp gidiyoruz ki? Esaretin hiç farkında olmadan. Farkında olsak da ne yapacağımızı bilmeden. Şu anda yapmamız gerekeni biliyoruz ama irili ufaklı tüm direnişleri desteklemek.

Hoyratlık ve direniş

Nesli Zağlı

“Ne hoş bir güzelliği vardır; hafif adımlarla dünyadan gülümseyerek geçenlerin. Kimseye bir kötülüğü dokunmadan yaşayanların. Onurlu bir yaşamı seçenlerin…”

İnsan yaşamı genel olarak yoksunluklarının ekseninde ve mahrum bırakanların yörüngesinde geçiyor. Yani hayatta bizi aştan, işten, ilgiden, sevgiden, korunma ve kollanmadan mahrum bırakan kim varsa tüm yaşam kurgumuz onunla hesaplaştığımız, onun onayını almaya çalıştığımız bir alana dönüşüyor. Örneğin bir yaşam boyu tüm ilişkilerimizde mesafeli ve eleştirel bir annenin veya cezalandırıcı ve zorba bir babanın izlerini sürüyor ve onlar bu dünyadan göçüp gitse bile yokluklarının yörüngesine yerleşiyoruz. Toplumsal düzeyde de maalesef bu böyle. Bizim bireysel farklılıklarımızı (din, dil, ırk, cinsel yönelim vb.) gözetmeyen, hatta parmak sallayarak tehdit eden, en temel haklarımızdan bizi mahrum bırakan (iş, aş, özgürlük vb.) zorba devlet babayla karşı karşıyayız. En nazik ve ölçülü deyişle bu baba “hoyrat” bir baba. Bizim de ülke olarak son on yıllarımız bu hoyratlığın yörüngesinde savrularak geçti.

2022 yılının ilk ayını devirirken pandeminin etkisini bile geride bırakan en önemli konu elbette ki yıllık yüzde 114’ü bulan enflasyon ve azılı bir geçim derdi. Sanki yıllardır içinde oturduğumuz aile evine kira isteyen zorba baba, bu kez de temel ihtiyaçlarını da sen karşıla diyor. İşte bizimki öyle bir çaresizlik, öyle bir haksızlık. Zamlardan başka hiçbir şey konuşamıyoruz, düşünerek ve hissederek yaşayamıyoruz. Bu ruhsal bir işgal aslında ve temel ihtiyaçlarla sınanmak en hafifinden “hoyratça”. Bu hoyratlık ise her yerde var. Daha geçen hafta ülkenin başı, 10 yaşında bir çocuğa muhalefet lideri için hain dedirtirken ve ardından gülüp eğlenirken yaptığı da hoyratlık… Televizyoncu kapıkullarından birinin genç bir kadına ekranlarda psikolojik şiddet uygularken yaptığı da hoyratlık… Komşunun komşuyu park yeri davasında sokak ortasında öldürmesi de hoyratlık… Her gün en az bir kadını katleden erkeklerin kravatla aldıkları iyi hal indirimi de hoyratlık… Ölüm yuvası haline dönüşmeye başlayan tarikat yurtları, güvenlik ve insancıllıktan uzak iş yerleri, madenler, üniversiteler, hasta mahkûmların ve mahkûm çocuklarının asla korunmadığı cezaevleri de hoyratlık…

Yukarıda saydığım hoyratlık emarelerine onlarcasını ekleyebileceğimizi ve başımıza tüm bu gelenler için “hoyratlık” ifadesini insancıl zarafetimi korumak adına kullandığımı tahmin etmişsinizdir. Yoksa onun yerine kullanabileceğim okkalı kelimeler var. Rahmetli Ferhan Şensoy’un dediği gibi aslında “çok faşist bir yağmur yağıyor”, bunu iyi biliyoruz. Tam kışın hoyratlığı bizi savururken “kocaman bir şemsiyenin altında toplanma zamanıdır” diyen, haklarını arayan, zaten ezelden beri haklı olan işçiler bir araya gelmeye ve direnmeye başladılar. Patlayan tomurcuklar gibi her yerden iş bırakma eylemlerinin haberleri gelmeye başladı. Bu haberler bize de kış ortasında bahar kokusu gibi geldi. Günlerdir düşünüyorum da bu direniş bende hoyrat babaya karşı veremediğim mücadeleyi kardeşim veriyormuş hissi yaratıyor. Sahi biz nasıl direnmeden, kabullenerek, korkarak, boyun eğerek yaşayıp gidiyoruz ki? Esaretin hiç farkında olmadan. Farkında olsak da ne yapacağımızı bilmeden. Şu anda yapmamız gerekeni biliyoruz ama irili ufaklı tüm direnişleri desteklemek. Yine de unutmamalıyız ki bu oldukça geç kalmış bir destektir.

Direniş, İngilizcesi “resistance” yani dilimizdeki direnç anlamına da geliyor. Direniş kelimesini kimin olumlu, kimin olumsuz anlamıyla kullandığı da sanırım insanın kendini yerkürede nerede konumlandırdığına bağlı. Çünkü direnişe olumsuz bir anlam yüklemek, dünyanın düz olduğunu iddia etmekten farklı değil. İkisinde de olasılıkları hesaba katmayan lineer bir kısa devre var. Direnişin psiko-politiğine biraz göz gezdirmek istediğinizde sizi arsızca karşılayan Amerikan literatüründe genellikle direnişle nasıl baş edilebileceğiyle ilgili yaklaşımlar var. Organizasyonlarda ve toplumda direnç gösterenleri nasıl tanırız, nasıl yaklaşırız, yok efendim nasıl baş ederiz gibi başlıklar. Zaten sosyal psikoloji büyük oranda bu etki-tepki literatüründen ibarettir, bilen bilir. Ama bizim ihtiyacımız olan direnişi, insan doğasının bir gerekliliği; çağların, toplumların, kapitalizmin ve devletlerin hoyratlığına karşı bir direnç gibi ele almaktır. Doğaya baktığınızda bu direnci iyi görürsünüz. Bir soğan tarlasını söküp nadasa bıraksanız ve daha çok para getirsin diye bamya ekmek isteseniz, toprak iki sene yer altında direnmiş soğanlarla size sürpriz yapabilir.

Hoyrat baba analojisine geri dönersek, direniş özellikle ergenlik çağında olması makbul olandır. Her verilene tamam diyen, hakkım aslında ne diye düşünmeyen, ihtiyaçlarım karşılanıyor mu diye sorgulamadan, kendi bireysel varoluşuna dair nüveleri yok sayıp, ebeveynin doğrusuna yeşillenen bir genci yetişkin yaşamında boşluk, cansızlık ve sınırları çizilememiş bir benlik bekliyor olabilir. Genç insan biraz dalaşmalı, didişmeli ve baş kaldırmalı ki kendi içine kapalı bir kendilikten kurtulsun. Ben çok uyumlu biriydim, ailemle hiç ters düşmedim, bugünlere uyum ve huzur içinde geldim dendiğinde hemen korkuyla bir kaşımı kaldırıyorum. Uyum dediğimiz sistemin (aile, toplum vs.) güdebilmek ve yönetebilmek için beklentisidir çoğu zaman. Eğer olsaydı tam anlamıyla eşit, adil, incelikli, insancıl sistemleri muaf ederdik burada, ama maalesef yok.

Ben son birkaç gündür sistemin hoyratlığı ve onun karşısında çiçeklenen direnişler üzerinde düşünürken, dün bir toplantıda sevgili Serpil Vargel hocam “amor fati” kavramından bahsetti. Nietzche’nin yazılarında sıklıkla kullandığı ve “kaderini sev” anlamına gelen bir terim. Biz de psikoterapide danışanlarımızın “kaderlerini sevmeleriyle” nasıl çalıştığımızı konuştuk. Şimdi burada özetlenmesi mümkün olmayan yönleriyle. Toplantı sonrasında düşündüğümde amor fatinin belli koşullar altında mümkün olduğuna inandım. Hoyratlığın, adaletsizliğin, tacizin, şiddetin olmadığı bir durumda kişi kaderini sevmeli ve yol almalı. Eğer ortada bir zulüm varsa, direniş doğaldır, haktır ve zorunludur. Direniş insanca, hakça, zarafetle ve onurla yapılmalıdır, onların hoyratlığına ve zulmüne karşı…