Biliyorum, sevgili kardeşim Ümit Alan BirGün’de, arkadaşım Özgür Mumcu da Radikal’de üzerine düşeni yaparak köşesini bu mektuba ayırdı

Biliyorum, sevgili kardeşim Ümit Alan BirGün’de,  arkadaşım Özgür Mumcu da Radikal’de üzerine düşeni yaparak köşesini bu mektuba ayırdı fakat ben hem okumayanları düşünerek hem de kendimi Hrant Dink’in arkadaşlarından biri saydığım için az sonra okuyacağınız mektubu bugün bu köşeye taşımak istedim. Söz konusu metin, Türkiye’nin başbakanına, konuya ilişkin söylemek istediklerimi açık ve net bir dille, dosdoğru ve insanca, söylüyor. Bu anlamda alıntı yapmakta bir beis görmüyorum.

“Sayın Başbakan,

Arkadaşımız Hrant Dink'i öldürdüler. Beşinci yılına yaklaşan adalet arayışımız kadük kalmıştır. Dilekçe verdiğimiz topyekûn devlet, kendini katile yakın gördü. Zaten katil, polis, bayrak ve muzaffer gülümseme kahramanlık posterinde poz vermişti. Bir türlü ilamını malum edemediğiniz o kalabalık güruh, elbirliğiyle kıstırmışlar, hain pusuda kurşun sıkmışlar, kaçmışlar, saklanmışlardı. 
Şikâyetçiyiz.

Adalet, namus sözümdür diye ölü evinde ant içtiğiniz halde, Hrant Dink’i işaret parmağıyla gösterip ‘bunu,’ diyen yardımcınızı ‘meclis başkanı’; resmi makamda adamları resmen ‘yakarız canını bak’ diyen valinizi vekil; emanet edilen canı kollamayan emniyet müdürünüzü vali, 17 yaşındaki O.S.’yi kocaman Ogün Samast ettiniz. Kan adaletle susar, şikâyetçiyiz.

İsim verdik soruşturun diye, içişleri bakanınız, ‘olmaz, onlar bizim çocuklar’ dedi.

Dışişleri bakanınız AİHM savunmasında bu toprakların yiğit evladına Nazi dedi.

Çevik kuvvetleriniz Rakel Dink önlerinden geçerken katillere yazılan methiye türkülerini mırıldanarak Beşiktaş Adliyesi'nde koro yapıverdi.

Katillerimizi adalet evine getiren jandarma, cezaevi aracına ‘ya sev ya terk et’ diye yapıştırma asmıştı.

Sayın Başbakan,

Nedir daha derine inmeyi engelleyen o ‘büyük kasabanın sırrı?’ Azınlıklardan gasp edilenin birazını geri vermeniz sebebiyle seslendirdiğiniz nutukta, ‘bu ülkede hiç kimse ruh tedirginliğiyle yaşamayacak artık’ diyordunuz Hrant'ın veda mektubuna atfen... İnanın, tedirginliğimiz her zamankinden büyüktür.

Sayın Başbakan,

Mala gelenin telafisi bulunur. Cana gelene de davranınız. Anadolu toprağından Hrant Dink’in payına bir metrekare toprak düştü. O da mezarıdır! Kamera denilen vakanüvis silinmiş, bize kalan 19 Ocak 2007 tarihli seyirliğinde 5 kişi saydık, Hrant'a pusu kuranlardan...

Kim bunlar Sayın Başbakan?

Görüneni, görünmeyeni, katillerimizi istiyoruz, adalet olsun, hak hâkim olsun diye. Bizim hakkımız bizde saklı duruyor, helalleşmekten başka çarenin kalmadığı savaş yorgunu memleketimizde... Suallerimiz cevapsız! Adalet nöbetçisi ‘Hepimiz Hrant'ız’ diyen yüzbinlerin eli hâlâ vicdanında...

Cevaplarımızı almadan susmayacağız. Sormaya devam edeceğiz.

Hrant için, adalet için!"

 
Bu arada İstanbul’daki okur dostlarım için hemen belirtmek istediğim başka bir husus da şu; belki haberiniz olmuştur, 5. Sahaf Festivali geçtiğimiz günlerde, Beyoğlu’nda, eskiden Tüyap’ın olduğu, şimdiyse TRT’nin bulunduğu yerde başladı. Önceden verilen bilgiye göre festival bugün bitecekti, fakat süre bir hafta daha uzatıldı...

Şu dünyada en çok kıskandığım kişi, bir hazinenin bekçiliğini yapan sahaf denen kişidir... Kitabın, kitap aşkının, aldığınız eski kitabın kokusunun, o kitabın sayfaları arasından düşen bir notun, yaprağın, mektubun güzelliği, anısıdır sahafta yaşanan.

Bir değerin, bir kıymet bilişin, bir hatıranın, bir öğrenme aşkının, bir tanışmanın, dergilerin arasında dost olduğunuz biriyle içtiğiniz çayın, bir kış akşamının güzelliğidir sahaf. Sadece “top 10” listelerinden “satın aldığınız” kitabın değil; bin emekle bulduğunuz kitabın cildi, basım yılı, üzerindeki imzası, yani özelliğidir; bir kişi olarak kitabın hayattaki yeri, duruşu, var oluşudur.

Haftaya pazara kadar uzatılan 5. Sahaf Festivali’nde Mesele dergisinin eski kitap dükkânından sahafların piri Sakallı Lütfü’ye (Lütfü Seymen), benim sevgili dostum Tolga’nın Pami Sahaf’ından yeni tanışabileceğiniz onlarca kitaba, plağa, sahafa, insana dek bir dolu şey bulacaksınız. Gidin.

Çoktandır aradığınız bir kitapla, hiç ummadığınız bir dükkânın köşesinde unutulmuş tozlu bir kutunun en üstünde karşılaşmak, dünyanın en güzel tesadüfüdür; hem pazar denilen gün, ancak eski kitapların renginde güzel olur...

Kitaplarda buluşmak üzere!