Google Play Store
App Store

Christine de Pizan genellikle Hanımlar Kentinin Kitabı ve sonrasında yazdığı, benzer temaları işleyen edebi-felsefi eserleri üzerinden tanınır ve henüz adı konmamış bir feminizmin ilk önemli temsilcilerinden biri olarak hatırlanır. Oysa o aynı zamanda hümanist dönemin önemli nasihatname yazarlarından biriydi.

Hümanist, nasihatname yazarı ve kadın: Christine de Pizan

Ateş USLU

Hümanizm-Rönesans akımının pek çok başka alanı olduğu gibi siyasal düşünceyi de dönüştürdüğü sıkça ve haklı olarak söylenir. Ancak bu haklılık hızlıca sınırlarına ulaşır: Rönesans bin yıllık karanlığın ardından muazzam bir yenilenme dönemi olarak, hümanizm yine bin yıldır unutulan bireyi merkeze koyan, dönemin düşünürleri de yüzlerce yıl öncesinin Yunan ve Roma düşüncesini tozlu raflardan çıkarıp Kilise’nin vahiy merkezli dogmatizmine karşı çıkan kahramanlar olarak anlatıldıkça 14.-15. yüzyıllarda İtalya’da, kısıtlı da olsa Fransa’da, daha sonraları Avrupa’nın pek çok yerinde yaygınlaşan bu akımın önceki dönemin, Ortaçağ’ın düşünceleriyle bir kopuş teşkil ettiği ama aynı zamanda süreklilik içinde de olduğu unutulur. Bu genellemeci yaklaşımın pek çok nedenini sayabiliriz, bunlardan biri, hümanist düşünürlerin fikirlerine özel olarak eğilmeyi unutarak hümanizm üzerine büyük ve kolaycı genellemelere hızlıca yönelmektir.


Burada, önemli eserlerini 15. yüzyıl başlarında vermiş bir düşünürün, Christine de Pizan’ın eserleri üzerinden hümanist siyasal düşüncenin tarihinin kapısını yeniden aralamaya çalışacağım. Christine de Pizan genellikle Hanımlar Kentinin Kitabı ve sonrasında yazdığı, benzer temaları işleyen edebi-felsefi eserleri üzerinden tanınır ve henüz adı konmamış bir feminizmin ilk önemli temsilcilerinden biri olarak hatırlanır. Oysa o aynı zamanda hümanist dönemin önemli nasihatname yazarlarından biriydi. Yüz Yıl Savaşları’nın tam ortasında, savaşın taraflarından Fransa’nın merkezinde yaşıyordu. Hanımlar Kenti’ni tamamladığı sıralarda, 1404-1405’te yazmaya başladığı ve 1407’de tamamladığı Siyasal Bedenin Kitabı’nı kral VI. Charles’a ithaf etmişti. Kralın sarayında cereyan eden ve zamanla bir iç savaşa dönen hanedan içi çekişmeye tanıklık ediyordu: VI. Charles akıl sağlığını giderek yitirirken hanedanla bağlantılı olan aristokratlar “Burgonyalılar” ve “Orléans’cılar” (ya da “Armagnac’lar”) olmak üzere ikiye bölünmüşlerdi.
Siyasal Bedenin Kitabı Aristoteles’e ve Cicero’ya atıflarla doludur, ancak bu Yunan ve Roma kaynaklarının sadece Rönesans düşünürleri tarafından değil, 12.-13. yüzyıllardan itibaren Skolastik düşünürler tarafından da yoğun bir şekilde kullanıldığını unutmayalım. Dahası, Christine de Pizan’ın başlıca ilham kaynağı olan Salisburyli John 12. yüzyılda yaşamış bir skolastik düşünürdü. Eserde John yerine Plutarkhos’a göndermeler olması bizi şaşırtmamalıdır. Salisburyli John Policraticus adlı eserini Plutarkhos’un bir nasihat kitabından ilhamla yazdığını iddia etse de bütün Plutarkhos atıfları uydurma niteliğindeydi. Christine muhtemelen farkında olmadan Plutarkhos yerine skolastik nasihatname yazarını alıntılamış oluyordu.

Siyasal Bedenin Kitabı üç bölümden oluşur; Christine sırasıyla hükümdara, soylulara ve sıradan halka nasihatler sıralar. Hükümdar bölümü diğer iki bölümün toplamından biraz daha uzundur, dolayısıyla kitabın esas ağırlık noktasını oluşturur. Peki, nasıl bir kişidir Christine’in övgüye layık hükümdarı? Düşünürümüz hem Hıristiyan kutsal metinlerine ve ilahiyatçılara (bu arada Augustinus’un Tanrı Kenti Üzerine adlı başyapıtına) hem de Yunan-Roma yazarlarına atıfla merhamet, cömertlik, adalet ve yiğitlik gibi bir dizi erdem sıralıyor ve bu niteliklere sahip olan hükümdarları övüyordu. Tiran olmayan hükümdarların özelliklerine özel bir yer vermişti: Bunlar Tanrı’dan korkan, kendilerinden çok ülkelerinin kamusal iyiliğini düşünen, adaleti muhafaza eden kişilerdi. Salisburyli John’un zorbalaşan hükümdarların öldürülebileceğine dair düşüncelerineyse yer vermemişti.

Kitabın en çarpıcı özelliklerinden biri, toplumu tıpkı John gibi bir insana benzeten Christine’in ruhbanı John’dan farklı olarak insanın en önemli parçasıyla ruh ile özdeşleştirmek yerine rahipleri avam tabakanın diğer kesimleriyle birlikte bacaklar/ayaklar olarak görmesiydi. Sadece Christine’in değil dönemin başka yazarlarının da eserlerinde Kilise kralın ve soyluların gölgesinde kalmaya başlamıştı. Ancak bunu hümanist düşüncenin getirdiği bir dünyevileşmenin ya da dinden uzaklaşmanın sonucu olarak görmemeliyiz. Hümanist yazarların çoğu (ve bu arada Christine de) son derece dindar insanlardı ve yine çoğunun Kilise’ye karşı bir düşmanca tavırları da yoktu. Onların Kilise’yi hükümdarlara denk görmemeleri daha ziyade dönemin koşullarının sonucuydu: 14. yüzyıl başlarından beri Fransa ve İngiltere gibi krallıkların ve Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun askeri güçlerini ve kentlerden gelen ekonomik destek sayesinde güçlenip Papalık gölgesinden çıkmaları, hem de Kilise’nin üst hiyerarşisine duyulan güvenin büyük veba salgını (“Kara Ölüm”) gibi nedenlerle sarsılması belki bütünüyle dinin ya da Kilise’nin değil ama üst düzey Kilise hiyerarşisinin, en başta da Papa’nın konumunun sorgulanmasına neden olmuştu. Hümanistler laikliği insanlığa veya Avrupa’ya armağan etmemişler, ancak laikleşme/dünyevileşme sürecinde atılan bir adımı, Kilise’nin siyasal iktidarın üstünde yer alan bir kurum olma konumundan çıkışını, eserlerine yansıtmışlardı.

Siyasal Bedenin Kitabı’nın tamamlandığı sıralarda Orléans’cıların önderi olan Louis d’Orléans öldürülmüş, bu cinayeti meşrulaştırmak isteyen Burgonyalılar Louis’nin tiranlık kurma amacında olduğunu iddia edip Salisburyli John’un tiranların öldürülmesine cevaz veren görüşlerine atıf yapmışlardı. Christine’in bu tartışmanın hangi tarafında yer aldığı çok açık değildir; Tracy Adams’ın çalışmaları onun en azından 1407’den sonra Orléans tarafına tutarlı bir şekilde destek verdiğini gösteren bulgular içeriyor.

Kara Ölüm’e, Yüz Yıl Savaşları’na, bitmek bilmez iç savaşlara tanıklık eden 14.-15. yüzyıl yazarlarının eserlerine giderek karamsarlık hâkim oluyordu; pek çok hümanist yazarda bu karamsarlık genel dünya işlerine dair bir umutsuzluk ve bu nedenle bireye ve arkadaş çevrelerine dönüş şeklinde kendini gösterir. Christine de Pizan ise bu genel yönelime rağmen iyimserliğini korumuş; Barış Kitabı’nda (1412-1414) iç savaş koşullarına rağmen barışın kurulmasına dair umudunu edebi bir maharetle işlemişti. Bu iyimserliğinde de pek çok konuda olduğu gibi önceki dönemlerin düşünürlerine atıf yapıyordu; Aristoteles’in ve Aristotelesçi geleneğin, Yeni Platoncuların, skolastiklerin ve Dante Alighieri gibi yazarların eserlerinde karşımıza çıkan, bu dünyada barışın kurulabileceğine ve mutluluğun elde edilebileceğine dair fikirleri burada da yer alır.

Christine 1429 yılında, Armagnac tarafına yeniden gücünü kazandıran genç kadın savaşçı Jeanne d’Arc’ın komutasındaki birliklerin zaferlerini haber almıştı. Hayatı boyunca kadınların var olduğunu kalemiyle kanıtlama çabası içinde olmuş olan hümanist yazar, bu genç kadının ülkeye ve dünyaya barış getireceği umuduyla son eserini yazmıştı: Jeanne d’Arc’ın Şiiri.

Christine de Pizan, The Book of the Body Politic, çev. Kate Langdon Forhan, Cambridge: Cambridge University Press, 1994.
Christine de Pizan, The Book of Peace, Pennsylvania State University Press, 2008