Olasılıkların kaçınılmazlığı üzerine giden Hüseyin Peker’den kaçınılmazın olasılığı üzerine yürüyen bir Hüseyin Peker’e doğru bir hat oluşmuştur. Belki de bu dönem için Peker şiirinin “en yeni”, “tekrar etmeyen” kazanımı budur.

Hüseyin Peker şiiri  ve kaçınılmazın olasılığı

ONUR AKYIL 

Şiir yok olmakla ilgilidir; üstelik yaşamı öven, direnişi öne çıkaran bir yol izlese bile böyledir bu. Çünkü şair, şeylerin geçişindeki sonsuzluğu kavramakta ustadır sözcüklerden önce. Kabul etmek gerekir ki sözcükler sonradan gelir. Nihayetinde sözcük ve / veya sözcükler biçim kazanmış ve daha da ilginci sınır çizilmiş düşüncelerdir; dolayısıyla, aslında tanımsız bir sonsuzluğu, onun duygusunu kuşanırlar. Paradoks buradadır, yok olmak sonsuzluğun içindedir; sonsuzluksa yokluğu tartışmalı kılar. Bununla birlikte gerçek algılanandır, olan değil, şair açısından elbette. 

Hüseyin Peker şiirin tehlikeli tarafını burada arar, bulur ve keskinleştirir. Son ve sonsuzluk gittikçe daha derin bir çarpışmayı taşır okuyucuya. Yazılan, söylenen bu çarpışmanın izlenmesi değil, gözlemlenmesi üzerine oluşan bir içsel fırtınadır. Peker, ozan özne olarak kendini zaman zaman geri çeker bu gözlemlemede ama bu bir yitiş, bir kayboluş yaratmaz şiirde. Olan, Peker’in de kendisini on ve sonsuzluk ilişkisi gibi ben ve benlik ilişkisi üzerinden ikinci bir gözlemlemeye tabi tutmasıdır. Bu durumun işaret ettiği mesele de kuşkusuz yabancılaşmanın bir getirisidir. Daha doğrusu yabancılaşmayı, okur açısından görünür ve görünür olduğu kadar anlaşılır kılan şeydir.  

Kuşkusuz dünya yabancılaşmanın çeşitli biçimleri üzerine kuruludur. Her yabancılaşma biçimi gelişimi yaratan, gelişimi zorunlu kılan çatışmaları doğuran şey olarak önem kazanır. Olanın sabit biçimi ya da gerçek diyebileceğimiz alan bu özellik sayesinde, ortaya çıkan çatışmaların yorumlanmasını, yorumlanması için algılanmasını ortaya çıkardığı ölçüde yeni ve ana çatışmayla da çatışan bir alan oluşturur. Şairin, sonun ve sonsuzluğun tekinsizliği de burada oluşur. Peker’in başlangıcından bu yana yazdıklarını, bu gözle okumak, bu şiirlerin peşine bu temel yaklaşımdan düşmek gerekir. 

Bu bağlamda “Böceklenme” de yer alan şiirler, yeni ve güçlü şiirler olmalarına karşın, tipik Hüseyin Peker şiirleri olarak ele alınmalıdır. Kimileri bunun bir “tekrar” olduğunu düşünebilir; ancak tekrar da her daim değişen özellikler ekseninde tekrar eder. Çünkü son ve sonsuzluk, ben ve benlik bir kavrama olarak tekrarı yaşasa bile, içerik ve / veya tekrarın oluşum şartları ya da sonrası diyalektik bir zorunluluk olarak değişkendir. Bu nokta “Böceklenme” şiirlerinde açık biçimde belirgindir. 

Kitaptan, kitaptaki şiirlerden veriler toplamaya geçtiğimizde, “Böceklenme”nin ilk şiiri “Vedalaşmak Yok” yukarıdaki noktaları barındıran bir temel şiir olarak değerlendirilmelidir. Şiirde son ve sonsuzluk, ben ve benlik arasındaki geçişler ve bu geçişlerin yarattığı yabancılaşmanın ürettiği çatışmalar, Peker’in insan ve nesne arasındaki bağlarıyla sağlanmaktadır. 

Şu dizelerle bu söylemimiz örneklenebilir: “ evi arama vakti geldi, odundan pencereleri / bebek besleyen perdeleri / işte benim kazı ekibi: öfke içinde dünya mirasına / sus diyorlar, kendini yok edeceksin bu bitişte / çok terlemişsin, bitir şu konserleri”. Benzer bir kuvvet aynı şiirde yer alan şu dizelerde de izlenir: “çürüğü bile güzeldi yaşadığımız saatlerin / renksiz kalan kahkahalar, hepsi güzeldi, dost sohbetleri / kuş kafesini andıran bir ömür / tabutuna “ölümsüz” yazan herkes /evi satıyor musun diye soruyor önüne gelene”.  

“Kırık Kemikler” şiirinde ise örneğin karşımıza çıkan dizeler : “sınırla beni, bantla pantolon askılarımı / eteklerini kemerle büz / bütün gece uyutma üstüne / kırık kemiklerle süsleyeyim lacivert giysilerimi” şeklinde çıkar. Fakat altı yeniden çizilmeli ki kitap boyu tüm şiirlerde izlenmektedir bu durum / kullanım / örüntü. 

Ek olarak söylenmesi gereken önemli bir ayrım, Peker’in eskilerin deyimiyle “çınarlık” evresinde olan yaşıdır. Bu evrede son ve sonsuzluk, ben ve benlik sanatsal yaratıda herhangi ek bir çabaya gerek duyulmadan mutlaka izlenen bir hal alır. Peker’in şiirsel yönelimleriyle, yaşın getirisi olan doğal sorgulamaların bu anlamda, Peker’in önceki dönemlerine oranla daha “doymuş” bir biçimde kesiştiği görülüyor. Olasılıkların kaçınılmazlığı üzerine giden Peker’den, kaçınılmazın olasılığı üzerine yürüyen bir Peker’e doğru bir hat oluşmuştur. Belki de bu dönem için Peker şiirinin “en yeni” , “tekrar etmeyen” kazanımı budur. Daha doğru bir ifadeyle Peker, tekrarın değişen koşullarını daha net kavradığını okura artık sezdirmez, bizzat söyler. Bu anlamda ölümün bütün şiirlerde bir son duygusuna eşlik eden ama yer yer ondan daha baskın olan bir toplu kopuş olarak düşünüldüğü görülür. Nesnelerin de zaman zaman şiirlerdeki bağlamsal kopuşları bu noktada izlenir. Peker kesinlik barındırmak istemeden yaşamın geriye dönük anımsanışını, ölümle sonlanan değil aksine ona yaklaştıkça başlayan bir süreç olarak böyle kurgular. 

Elbette burada bahsettiğimiz kurgu, şiirin bağımsız kurgusudur. Şiir şeylerle direkt ilişkisi olmayan soyut kurgunun işlediği bir alandır. Peker de şimdi, tam da bu şiirlerle bu alanda gezinmektedir. Gerçek ve onunla birlikte hep var olan değişkenleri, ölüm denen hem gerçek hem de şüpheli sona yaklaştıkça şiirlerin anlam alanını giderek boyutlandırır. Bunun söylediği şudur; yazının başında değindiğimiz gibi şair belli bir yaşam birikiminden sonra herhangi bir merkeze bağımlı olmayan şiirler üretmeye mecburdur. Bu anlamda Peker’in üstü ziyadesiyle kapalı olsa da politik bir hattı da izlediği söylenebilir. Ancak bu durum başka ve derin bir tartışma alanın kapılarını aralar; fakat yine de şair tercihi denen nedenlerle bunun üzerinde, şiirlerle ilgili bir eksiklik olarak öne çıkarmakla ilgili ısrara gerek yoktur ama söylenmeden de geçilemez… 

Sonuç olarak Hüseyin Peker’in şiirimizdeki serüveni “Böceklenme” ile birlikte yeni bir evreye girmese de “Böceklenme” düşünen bir zihin adına kolay okunabilen bir kitap değildir. Okuma emeğinin hakkıyla talep etmektedir. 

Hüseyin Peker yazmaya elbette devam edecek, yazmak insan olmayı zaman ilerledikçe yeniden öğrenmenin en kestirme yoludur. Böylelikle dostluk maçları da tek vuruşla bitmekten kurtulabilir.