Besteci, kendisine İspanyol edebiyatının başyapıtlarını, felsefe eserlerini, çok çeşitli konularda denemeleri ve kitapları okuyan arkadaşı hakkında "Rafael bana sahip olmadığım gözleri ödünç verdi" dermiş hep.

Hüzünle kutsanmış konçerto

İBRAHİM KARAOĞLU

Bellek mekânları vardır kentlerin, kendilerine özgü imgelerle ikonlaşan ve kadim zamanların anılarını içinde saklı tutan. Geçmiş zamanın silinmez izlerini, izlenim ve algılarla bilince dönüştürür bu mekânlar; belleğini oluştururlar kentlerin. Siretleri ve suretleri binbir öyküyle yüklüdür. O öyküler sarıp sarmalar içimizi.

Böylesi bir bellek mekânıdır Barselona’nın orta yerindeki “Katalan Müzik Sarayı”. Kadim müzik kültürlerini yaşatma içgüdüsünü estetik bir bilince dönüştürüp bu görkemli yapıyı heykel gibi yapmışlar. Koskocaman anıtsal bir heykel bu saray, kentin en önemli imgelerinden biri. Katalanların müzikle kutsanmış ruhlarının duyumsandığı yer. Belki de ruhlarının müzikle tercüme edildiği mekân. Buradan yankılanan ezgilerin kıvılcımları tutuşturuyor kentin ruhundaki oynak ateşi. “Katalan modernizminin mimari bir cevheri” diyorlar; doğru. Mozaik, vitray ve heykellerle dolu kocaman bir mücevher kutusu. Aslında doğal bir müze. Kültürel ve sosyal yaşamın kaçınılmaz buluşma yerlerinden. Çağrışımlarla yüklü derin bir bellek mekânı. Anımsattığı pek çok şey istencimizin dışında beliriyor bilincimizde (okuduklarımız, izlediklerimiz, dinlediklerimiz, gördüklerimiz); bir olayın, başka bir olayın nedeni olarak anımsanabileceği çağrışımları yaşatıyor böylesi tarihsel mekânlar…

Bir kış günü, kuşluk vakti keşfettim bu güzel sarayı. Yıllar önce öğrenmiştim, Joaquin Rodrigo’nun çok sevdiğim gitar konçertosu “Concierto de Aranjuez” seksen yıl önce ilk kez bu salonda çalınmış. Çok istiyordum bu Katalan sarayını görmeyi; aradım, buldum. Yanı başında mağrur bir heykel var; “Carmela”. Heykeltıraş Jaume Plensa yapmış. Barselonalı bir genç kızın fotoğrafından yaratmış “Carmela”yı. Plensa, üç boyutlu bir görüntüyü; fotoğrafı önce tarayıp ardından da demire dökmeden bir eksende sıkıştırarak oluşturmuş. Tam karşısından bakıldığında büyük bir büst gibi görünen esrarengiz bir heykel. Zamansız, gizemli bir Akdeniz güzelliğini yansıtıyor. Ama ince bir hüzün var suretinde; “Ay Carmela”yı çağrıştırıyor. “Ay Carmela”, ilk gençliğimin unutulmaz marşını anımsıyorum ona baktıkça. İspanyolların belleğinin çok derinlerinden gelen bu şarkıyı ne çok sever benim kuşağım. “Ay Carmela”, 1808’de Napolyon’un birlikleriyle savaşan İspanyol gerillalar tarafından söylenmiş ilkin. Sonra, yıllar geçtikçe sözleri sosyal ve politik koşullara uyarlanmış. İç Savaş’ta farklı versiyonlarla söylenip farklı isimlerle anılmış. Yüzyıllar boyunca ruhlarındaki isyanı yansıtmışlar bu şarkıyla İspanyollar. İç Savaş’ta Franco’nun ordularına karşı savaşan sosyalistler “Ay Carmela”yı hiç düşürmemişler dillerinden; kendi kahramanlık öyküleriyle yüceltmişler. Ve “Carmela”; özlenen sevgili, özgürlük ve vatan olmuş dilden dile; savaştan sevgiliye yazılmış içli bir mektup olmuş… Faşist Franco’nun zulmüne karşı direnişin de isyan simgesi “Carmela”. Oturdum “Carmela”nın kaidesine ve ruhumda dolanıp durdu Rosa Leòn’un büyülü sesiyle söylediği şarkı; “Fakat bombalar hiçbir şeye yaramaz/ Kalplerin attığı yerde/ Ay Carmela! Ay Carmela!”

Müzik sarayıyla arasında sessiz bir diyalog var sanki iç seslerle konuşuyorlar biteviye. Belki de hep “Carmela” anlatıyor. Heykele baktığımda “Ay Carmela”yı, müzik sarayına baktığımda “Concierto de Aranjuez”i duyuyorum sanki. Ve Joaguin Rodrigo’nun yaşamına ilişkin okuduklarımı anımsıyorum.

“Körler elleriyle görür” der ya Descartes, Joaguin Rodrigo da acıyı ve sevinci dokunarak duyumsamış bir müzisyen. Bilinci ruhuna yayılmış bir sanat insanı. Üç yaşında difteriye yakalanarak yitirmiş görme yetisini. On çocuklu bir ailenin en küçüğü. İspanya’nın Valencia eyaletindeki Sugonta’da doğmuş. Kör olunca, aile, Rodrigo’nun yerel körler okuluna gitmesi için Valencia’ya taşınmış. Sekiz yaşında solfej, piyano ve keman eğitimine başlamış; o dönemin en iyi öğretmenlerinden müzik eğitimi almış.

Rodrigo’nun tüm yaşamı boyunca onur duyduğu sanatsal kültürü edinmesinde en çok etkili olan insan Rafael adlı yardımcısıymış. Ona bakmak için aile tarafından işe alınmış, ancak sonraki yıllarda onun refakatçisi ve sekreteri olmuş. Besteci, kendisine İspanyol edebiyatının başyapıtlarını, felsefe eserlerini, çok çeşitli konularda denemeleri ve kitapları okuyan arkadaşı hakkında “Rafael bana sahip olmadığım gözleri ödünç verdi” dermiş hep.

1920’lerin başında, çok başarılı bir piyanist ve besteci olmuş Joaguin Rodrigo. Büyük senfoni orkestraları için oluşturduğu yapıtlarıyla ödüller almaya başlamış.

Paris, 20. yüzyılın başından beri İspanyol yazarlar, ressamlar ve müzisyenler için önemli bir kültür merkezi olduğu için Rodrigo da 1927’de Fransa’ya taşınmış. Paris’teki Ecole Normale de Musique’de Fransız ustası Paul Dukas ile birlikte çalışmaya başlamış. Paul Dukas, Joaquín Rodrigo’yu Paris’e gelen tüm İspanyol bestecilerin en yeteneklisi olarak tanımlamış.

Rodrigo, 1933’te, üç yıldan beri birlikte olduğu, Kamhi ailesinin kızı Türk piyanist Victoria Kamhi’yle evlenir. Victoria Kamhi Arditti, Türk yüksek burjuvazisinin kültürel ve ekonomik seçkinlerine mensup Sefarad Yahudi bir ailenin piyano eğitimine dört yaşında başlamış başarılı kızıdır. Annesi Viyanalı olduğu için Victoria, Paris’e geçmeden önce çalışmalarını Viyana’da geliştirir. 1929’da Joaquín Rodrigo ile tanıştığında önce onun müziğine, sonra da kendine aşık olur. Evlilik sonrasında Kamhi piyano kariyerine son vererek gözleri görmeyen kocasının asistanlığını yapmaya başlar. Kamhi, Joaquin Rodrigo’nun kariyerindeki başarılarının en önemli etkenlerinden biridir. Avrupa kültürlerini çok iyi bilmesi ve birkaç Avrupa dilini konuşabilmesi Rodrigo için çok büyük bir şanstır.

Rodrigo ve eşi, aldıkları bursun yenilenmesini sağlayarak, Haziran 1936’da Almanya’da, Baden-Baden’de biraz zaman geçirmeye karar verirler. Ancak 18 Temmuz’da İspanya İç Savaşı’nın başladığı haberi gelir. Joaquín ve Victoria’nın hayatlarındaki zor yıllar başlar, çünkü aldıkları burs tekrar yenilenmez ve “İspanyol mülteci” olarak kabul edildikleri Freiburg’da körler enstitüsündeki odalarında İspanyolca ve müzik dersleri vererek yaşamlarını sürdürürler.

“1936 yılında İspanya’da Hitler ve Mussolini destekli, General Franco komutasındaki askeri faşist güçler, seçimle işbaşına gelen sosyalistlerin ‘Halk Cephesi’ koalisyonuna karşı ayaklanır ve İspanya, tüm dünyanın gözü önünde korkunç bir İç Savaş’a sürüklenir. Avrupa ülkeleri Hitler’den çekindikleri için, halka karşı yapılan bu kalkışmaya ‘İspanya’nın iç meselesi’ diyerek sessiz kalırlar. Ancak birçok ülkenin devrimcileri, sosyalistleri ve antifaşistleri ‘Enternasyonal Tugaylar’ oluşturarak İspanya halkının yanında saf tutarlar. Üç yıl süren İç Savaş, maalesef Halk Cephesi’nin yenilgisiyle sonuçlanır ve İspanya’da Franco’nun diktatörlük dönemi başlar.”

Rodrigo ve eşi Fransa’ya dönerler ve Paris’teki ikametlerinin son yılında piyano resitalleri verir Rodrigo. Kendisinden sipariş edilen çeşitli orkestrasyonları gerçekleştirir ve hafif müzik tarzında birçok şarkı besteler. Concierto de Aranjuez’i de bu dönemde klasik gitar için besteler. Ve Rodrigo, Gitar Konçertosu olarak bilinen eserini 1939 yılının başlarında Paris’te II. Dünya Savaşı’nın gerilimli ortamında besteler. Sırasıyla Allegro Con Spirito, Adagio ve Allegro Gentile adlı üç bölümden oluşmaktadır Konçertosu. Gözleri görmediği için eşine bölümler halinde yazdırdığı “Concierto de Aranjuez”, İspanya’daki İç Savaş ortamının eseridir. Yüz binlerce kişinin öldüğü bu İç Savaş’ı, cephelerde faşizme karşı direnen devrimcilerin umutlu coşkusunu ve sonrasında yönetimi ele geçiren Diktatör Franco’nun kendi halkına yaşattığı acıları ve yaptığı zulümleri anlatır. Tüm dünya Rodrigo’yu bu konçertoyla tanır. Derin bir acının saklı kalan her şeyini, duygularımızı sorgular bu konçerto; müziğin hiçbir şeyin taklidi olmadığını, iç seslerimizin ritimsel bir tercümesi olduğunu duyumsatır.

1972 yılının 6 Mayıs’ında, darağacına çıkmadan önce “Rodrigo’nun o ünlü Gitar Konçertosu’nu da dinlemek isterim orada” demiş Deniz Gezmiş. Dinletmemişler. Barselona’da, kentin kalbinde Katalan Müzik Sarayı. Yanı başında “Carmela” heykeli. Oturdum heykelin kaidesine, bu öyküyü anlatım onlara; aynı hüznün ortaklarına.