İstanbul'dan başlayıp Şile, K

İstanbul'dan başlayıp Şile, Kandıra, Ereğli, I Zonguldak, Amasra, Cide, İnebolu, Abana'ya kadar Batı Karadeniz sahilinde dolaşıp dostluklar biriktirmediğim sahil kenti kalmamıştı.

Samsun'dan Hopa hatta Sarp sınırına kadar da gitmiştim.

Arada kalan ve en çok görmek istediğim Sinop'a, gelmek bir türlü kısmet olmamıştı.

1996'ın ilk günlerinde Avrasya Feribotu kaçırıldığında Garbis Özatay'la birlikte özel bir uçak kiralayıp (tabii Milliyet adına) Samsun'a inmiştik. Avrasya'yı kaçıranlar adına gazeteyi arayanlar, bizim gemiye binebileceğimizi söylemişlerdi. Biz Samsun'a geldiğimizde Avrasya, Sinop'a doğru yol alıyordu.

Taksiye atlayıp hızla ilerlerken "gemiye binemesem" diye kendimi teselli ediyordum:

-Sinop'u görmüş olacağım!

Gece yarısı Sinop'a geldik. Fakat gemiyi kaçıranlar tam yol ilerliyorlardı. Uzun hikâye... Gemiye binemediğim gibi, Sinop'u da göremeden karadan yola devam ettim. Hem gemi kaçırdım, hem de Sinop'u...

Aradan iki yıl geçti. Bedri Koraman'nın açtığı karikatür sergisi için 1998'de Samsun'a geldim. Bedri Abi, "vefalı" Bafralıydı: Doğup büyüdüğü kente tam 52 yıl sonra ilk kez uğruyordu!..

Onunla birlikte ben de Bafra'da yazın tadını çıkartıyordum. Bir akşam deniz kenarında içerken "Ben Sinop'u hiç görmedim" deyince Bedri Abi'nin Bafralı dostları "çok kolay" dediler:

-Yarın birlikte gider gezeriz!

O gece Sinop heyecanıyla yattım. Sabah gazeteden gelen telefonla bütün program değişti. Sinop özlemimin biteceği günün akşam saatlerinde Üsküp Havaalanı'na inmiştim.

Karadeniz'in bu "çıkmaz sokak" kentine ilişkin ilk kışkırtıcı anekdotları Netaş işçisi arkadaşım Sinoplu Şeref Yakın'dan dinlemiştim:

-Eğer Cevat Şakir sürgün olarak bize gelseydi; Sinop, Bodrum olurdu! Bizim en büyük talihsizliğimiz bir Balıkçımızın olmamasıdır.

National Geographic dergisi için bir haftayı aşkın süredir, Sinop ve civarındayım. Bu satırları 65 yıl önce otel olarak inşa edilen, üç kuşaktır aynı aile tarafından işletilen Denizci Otel'in ahşap cumbalı 103 numaralı odasında yazıyorum. Küçük.şirin, sevimli ve sıcak bir tesis...

Tıpkı Sinop gibi.

Ancak kentin artıları da var: Sinop çektiği acılara karşın etkileyici güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen olgun bir kadının hüzünlü ağırbaşlılığına sahip.

Zaten Sinop'un, adından başlayarak her şeyinde kadınlara özgü kadersizlik söz konusu. Mitolojiye göre Akarsuların Tanrısı Asopos'un Su Perisi kızı Sinope'nin kurduğu söyleniyor. Kent adını bu büyüleyici güzelden alıyor.

Bodrum'un yükseliş yıllarında bütün meyhanelerden "milli marş" havasında yükselen türkünün nüfusa kayıtlı olduğu yer, Bodrum değil Sinop!..

"Başın öne eğilmesin/Aldırma gönül aldırma..."

Sabahattin Ali, Sinop Kalesi'nde hapis yatarken çile içindeki günlerini anlattığı şiirin acısı, Sinop'a, balı- kaymağı Bodrum'a nasip olmuş.

Sabahattin Ali aynı şiirinde diyor ki:

"Dışarda deli dalgalar/ Gelir duvarları yalar."

Şimdi "deli dalgalar" ile "kale duvarları" arasında 50 metrelik dolgu alanı bulunuyor. Bu şehircilik harikası (!) üzerindeki arsada ne yapılıyor dersiniz?

Gırgır motorları inşa edilen dağınık, der-me-çatma tersaneler! Devasa tekneler, hurda demir-çekil artıkları, molozlar, ahşap hurdalar, çekekler, kalın yağ döküntüleri ve daha bir dolu çirkinlikler...

Önceki gün Sinop'un "yaşayan efsanesi" model Sinop tekneleri yapımcılığını 56 yıldır sürdüren Ayhan Usta (Demir) ile sahilde yürüyorduk. Bana kalenin denizle temas ettiği eski halini anlatırken, gözümüze çöp yığınları arasındaki Roma sütunu takıldı. Öylece duruyordu.

Bir kent kendisine karşı yapılan bunca hoyratlığa karşı bu kadar güzel kalmayı nasıl başarabilir?

Sinop belki de bu yüzden hüzünlü... Ama kesin olan bir şey var, Sinop olgun kadın güzelliğini, dudaklarındaki acılı tebessümle sürdürmeye devam ediyor.