Meriç Kırmızı – Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Her dört yılda bir yapılan Uluslararası Eleştirel Coğrafya Konferansı’nın (International Conference of Critical Geography) sekizincisi bu yıl “In Permanent Crisis? Uneven Development, Everywhere War and Radical Praxis” (Kalıcı Kriz(de) mi? Eşitsiz Gelişme, Her yerde Savaş ve Radikal Praksis) başlığıyla 19-23 Nisan tarihlerinde Atina’da yapıldı. İlk kez […]

ICCG 2019: Beklenmedik bir Atina ile yüzleşme

Meriç Kırmızı – Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi

Her dört yılda bir yapılan Uluslararası Eleştirel Coğrafya Konferansı’nın (International Conference of Critical Geography) sekizincisi bu yıl “In Permanent Crisis? Uneven Development, Everywhere War and Radical Praxis” (Kalıcı Kriz(de) mi? Eşitsiz Gelişme, Her yerde Savaş ve Radikal Praksis) başlığıyla 19-23 Nisan tarihlerinde Atina’da yapıldı. İlk kez katıldığımız bu konferans sayesinde Atina’yı da görmüş olduk ve beklediğimizden çok farklı bir Atina’yla karşılaştık.

Karşımıza çıkan Atina, kafamızdaki klasik, düzenli bir Avrupa kenti imgesine çok aykırı düştü. Önyargılarımızın bu yolla kırılması biraz da konferansı düzenleyenlerin eleştirel yaklaşımlarından kaynaklanıyordu ve bu durum bize göre, konferansın bir başarısıydı. Gerçekte, Atina Ulusal Teknik Üniversitesi’nin (National Technical University of Athens) Mimarlık Fakültesi’nde düzenlenen konferansın genel havası katıldığımız diğer uluslararası konferansların ticarileşmiş havasından bütünüyle farklıydı. Öncelikle, kongreye katılım bağışlar dışında ücretsizdi; kayıt sırasında kongre çantası gibi eşantiyonlar dağıtılmıyordu; her öğlen (öğlen dediysek öğleden sonra 2.30’ta!) katılımcılara sokakta yiyebileceğinizden çok daha kaliteli bir yemek ve molalarda da kahve ve bisküvi ücretsiz olarak sağlanıyordu.

Sizin tek yapmanız gereken uçak biletinizi ve otelinizi ayarlayıp, orada bulunmak ve sunumlara, tartışmalara ve diğer etkinliklere katılmaktı; üstüne bir de günlük harcamalarınızı düşünmenize gerek yoktu. Ayrıca, Mimarlık Fakültesi’nin kare bir iç avluya bakan, yüksek tavanlı sınıflarındaki oturumlara köpekler de istedikleri gibi girip, çıktı; kimse de karışmadı. Örneğin, Pelin Tan’ın düzenlediği bir oturumu David Harvey’ın da içinde olduğu katılımcılar ve siyah beyaz, uslu bir köpekle hep birlikte dinleyebildik. Konferansın bize göre, oturumlardan daha dikkat çekici olan diğer etkinlikleri ise, Atina’da toplumbilimcilerin ilgisini çekebilecek göçmenler, sığınmacılar, sanayi ve sanayisizleşme, soylulaştırma, büyük gelişim projeleri gibi gelişmeleri yerinde gezip, görmeye ve öğrenmeye yönelik saha gezileriydi. Her katılımcı toplamda on gezi seçeneğinden istediği ikisini seçip, bunlara katılabildi. Biz kent merkezinin göçmenler, soylulaştırma ve Airbnb gibi etkilerle dönüşen mahallelerini gezdik. Kent merkezinin başlıca üç meydanından biri olan Omonoia’nın çevresine göçmenler yerleşmiş ve lokanta, bakkal gibi kendi küçük işyerlerini açmışlardı. Kaldığımız otel de Omonoia’ya yakın bir sokakta olduğu için, ilk geldiğimizde kentin bu binaları ve sokakları eski ve bakımsız görüntülü, sokaklarında evsizlerin, sokak kadınlarının ve göçmenlerin çok olduğu bölgesine bakıp, Atina’nın sandığımızdan çok daha yoksul olduğu izlenimine kapılmıştık. Hatta yıllar önce gittiğimiz St. Petersburg’daki eski Sovyet kenti havası buraya sinmiş gibiydi.

Paskalya Tatili öncesi Yarı Açık Çarşı

Öte yandan, saha gezilerinden birinde gittiğimiz Metaxourghio semti, eskiden bir sanayi üretimi merkeziyken, günümüzde bir parça ticari soylulaştırma geçirmiş, ama çoğu yeni doktoralı ya da yardımcı doçent olan rehberlerimizin anlattıklarına göre, zamanında banliyölere kaçmış, varlıklı Atinalıları geri çekemediği için, konut soylulaştırmasında başarısız olmuştu. Katıldığımız iki saha gezisinin rehberleri de Atina’da soylulaştırmanın bütünüyle gerçekleşmediğini vurgulayıp, bunun çeşitli nedenlerine değindiler. Örneğin, ev sahipliği oranının yüksekliği pahalılaşma ve yerinden etmeye karşı eski yaşayanlara belli bir koruma sağlarken, Atina’da kentsel ayrışmanın ve kutuplaşmanın yerine, “dikey ayrışma”nın yaygın olması, yani, bir apartman içerisinde aşağıdan yukarı gidildikçe sosyo-ekonomik statünün de artması kent merkezinde her toplumsal sınıftan insanın barınabilmesini kolaylaştırmıştı. Boş konutların çokluğu da konut pahalılaşması sorununa engel olan etmenlerden bir başkasıydı. Konferansın yapıldığı üniversitenin de içinde yer aldığı Exarchia semti kendi başına ilginç ve Belçikalı bir arkadaşımızın deyişiyle, “içinde grafiti olmayan bir fotoğraf çekmenin olanaksız” olduğu bir yerdi. Bütün binalar, kepenkler, sütunlar grafiti kaplı olduğu gibi, sokak sanatçıları hızlarını alamayıp, sokakta park etmiş minibüsleri de boyamışlardı! Eğer yerleri boyamadılarsa, bu herhalde akan trafiği durduramadıkları için olsa gerek… Asimina Paraskevopoulou “Austerity & crisis through the lenses of Athenian street art” başlıklı sunumunda Atina’daki bu grafiti çokluğunun yalnızca sokak sanatı ile ilgisi olmadığını, bu duvar resimlerini Atina’daki 2009’dan beri süregelen kriz ve kemer sıkma politikaları bağlamında toplumsal hoşnutsuzluğun yansımaları, yani “prefigüratif siyaset” olarak düşünmek gerektiğini söyledi.

Koukaki semtindeki Airbnb uygulamaları ile ilgili olan ikinci saha gezisi için Pazartesi sabahı kentin ana meydanı olan Syntagma’da buluşulduğunda buluşma noktasının hemen karşısında Ermeni tehciri ile ilgili müzik yayını da yapan bir stant ve sergi vardı. Üzerlerindeki sloganlı tişörtleriyle iki genç kız meydandan gelip, geçen Atinalılara Ermeni bakış açısının tarihini istekle anlatıyorlardı. (Bu konudaki güncel bir yazı için, Uluç Gürkan’ın Cumhuriyet’te 24 Nisan’da yayımlanmış yazısına bakılabilir.) Bu gezinin rotasını oluşturan ve Syntagma’nın güneyinde yer alan Plaka semtine girdikten sonra Akropol’e kadar uzanan bir hayli turistik sokaklarda neredeyse hiç grafiti yoktu ve kentsel çevrenin eli yüzü düzelip, daha varlıklı ve denetimli bir görüntü kazanıyordu. Plaka ve çevresi kentin en tarihi ve turistik semtleri olduğu için, devletin varlığı burada kendini gösteriyor, ama solcuların semti diye bilinen Exarchia’da zırhlı polisler dışında devlet pek ortalıkta görünmüyordu. Öte yandan, serüvenci turistler Airbnb Deneyimleri gibi uygulamalar üzerinden “tatlı anarşi” diye pazarlanan bu grafiti kaplı semti (Exarchia) çoktan keşfedip, tüketmeye başlamıştı; semtlerinin turistikleşmesi çoğu orada yaşayan ve çalışan konferans düzenleyicilerinin bütünüyle karşı olduğu bir gelişmeydi. Ancak, araştırmacıların Airbnb’ye bakışı kararsızlıklar da içeriyordu, çünkü söylediklerine göre, önceden banliyölere kaçmış ve merkezde boş kalan dairelerini Airbnb ile pazarlayan varlıklı kesim dışında, daha düşük gelir grubundan kimseler içinde de krizden sonra bu yolla geçimini sağlayanlar vardı. Yine, Exarchia’da savaştıkları uyuşturucu ticaretinin piyonlarının korunaksız göçmenler olması bu savaşımlarında ellerini güçsüzleştiriyordu. Karşılarına almak istemedikleri göçmenler aydınlara göre, “harcanabilirler”di (expendables) ve gerçek uyuşturucu mafyasının yalnızca, görünür bir uzantısını oluşturuyorlardı.

Konferansa ek olarak dinleme fırsatı edindiğimiz bütün bu yerinde kent anlatıları toplumbilimlerinde hiçbir şeyin bütünüyle siyah ya da beyaz olmadığını ve olayların arkasındaki nedenlere ve yapısal gelişmelere bakmak gerektiğini bir kez daha kanıtlıyordu.