İdam devletin taammüden adam öldürmesidir

Mustafa Karadağ - Avukat, Yargıçlar Sendikası Eski Başkanı. 

İdam cezası, diğer adıyla ölüm cezası. 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanununda idam cezasının, hükümlünün asılması suretiyle infaz edileceği düzenleniyordu. İstatistiki sayılar bir yana Türkiye’nin hep hatırlanan idamları; 1961 yılında Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun, 1972 yılında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan ile 1980 yılında Necdet Adalı ile başlayıp 1984 yılında Hıdır Aslan ile son bulan ve tabii ki hiç unutulmayacak olan 17 yaşındaki Erdal Eren’in idamları. 

İdam cezası Türkiye’deki bazı ceza hukukçuları tarafından, devletin taammüden adam öldürmesi olarak tanımlanıyor. Türkiye’nin ya da dünya ülkelerinin idam deneyimlerine baktığımızda, adi suçlar nedeniyle idam edilen mahkûmlar olmakla birlikte esasen devletin kendisine yönelen, kendisine yönelik tehdit olarak gördüğü eylemleri suç olarak belirleyip idam cezasını da bu paralelde uyguladığını görmekteyiz. Esasen büyük ölçüde, demokrasiden uzaklaşılan hallerde idam bir çeşit hesaplaşmadır, intikamdır. Hallacı Mansur’dan Bedrettin’e, Pir Sultan’a, Şeyh Sait’ten Seyit Rıza’ya Deniz Gezmiş’ten Hıdır Aslan’a, Erdal Eren’e hep böyle olmuştur. Ölüm cezalarının infazı biraz da konjonktüre bağlıdır.  

Türkiye’de son idam 1984 yılında gerçekleştirildi, daha sonra infaz edilen idam cezası yok. Fakat ilginç olan Türkiye’nin son yıllardaki en baş teröristi Abdullah Öcalan’ı idam edememesidir. Bu arada idam edememeyi bir nakise olarak görüyor değilim. Abdullah Öcalan, 1999 Şubatında Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirildi, 31 Mayıs 1999 tarihinde yargılamasına başlandı ve Türkiye’de ilk defa bir yargılama kürsü arkasında bir yedek hâkim tarafından izlendi. 29 Haziranda idam cezası ile cezalandırılıp 25 Kasım 1999 tarihinde cezası Yargıtay tarafından onanarak kesinleşti. Avrupa Birliği süreci, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ek protokolünün onaylanması gibi nedenlerle 2001 yılında yapılan yasa değişikliği ile idam cezası sadece savaş tehdidi ve terör suçları dışında kalan suçlar için kaldırıldı. 2002 değişikliği ile ise idam cezası sadece savaş ve çok yakın savaş tehdidi hallerinde işlenmiş suçlar için kaldı. Nihayetinde 2004 yılında idam cezası Türk hukukundan tümüyle kaldırıldı. O tarihte, Abdullah Öcalan’a verilen idam cezası 2002 değişiklikleri nedeniyle çoktan ağırlaştırılmış müebbet hapsi cezasına çevrilmiş durumdaydı. 

2001 ve 2002 değişiklikleri Ecevit hükümeti zamanında, idamın tamamen hukuk sisteminden çıkarılması sonucunu doğuran 2004 değişiklikleri ise AKP iktidarında yapıldı. 2007 seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’a ip atan MHP ve Genel Başkanı da 1999-2002 yılları arasında Ecevit hükümetinin koalisyon ortağı idi. Türkiye’nin siyasal tarihi ilginç hikâyelerle dolu, idamı en çok isteyen MHP idamın kaldırılmasına öncülük eden ve Abdullah Öcalan’ın idamını engelleyen siyasi partilerden biri. Şimdi Esenyurt cinayetlerinin şüphelilerinin idamını isteyen, kısasa kısas diyen Cumhurbaşkanı başdanışmanının mensup olduğu parti AKP de idamı Türk hukukundan tamamen çıkaran siyasi parti. Yusuf Hayaloğlu’nun şiirinde olduğu gibi nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan…  

Her şeye rağmen ve hangi saikle yapılırsa yapılsın ölüm cezasının Türk hukukundan ve Türkiye gündeminden çıkarılması olumlu bir şeydir, kazanımdır. Doğru yapılmıştır. 

Coğrafya kaderdir sözünü doğrularcasına, siyasi faaliyetlerini, yasama tercihlerini, yaşamı değerli ve kutlu kılmak, toplumsal barışı ve refahı artırmak adına değil, ama o günkü siyasi konjonktüre göre belirlemek elbette ki yanlış bir tutum. İdam cezasına ilişkin yasal düzenlemelerin yapılmasından sonra iktidar cenahının her vesileyle ölüm cezasını gündeme taşıması ve dillendirmesi samimiyetsizliğin bir itirafı olarak sıkça karşımıza çıkıyor. Tam burada idam cezasını Türkiye’nin hukukundan çıkaran siyasi iradenin aslında o gün AB rüzgârının etkisi-zoruyla hareket ettiğinin, esasen sonraki yıllar için iktidarını kalıcılaştırma aracı olarak kullandığının farkına varmamız gerekiyor. Farkına varmamız gereken başka bir konu ise iktidar ve ortağının insancıl ve barış bağlamlı, tutarlı bir ideolojiye sahip olmadığı, insanla ilgili iyileştirici hareketlerin taktiksel olmaktan başka bir anlam taşımadığı.  

Bunlar Türk siyasi hareketlerinin gerçekleri. Fakat idam cezasının caydırıcılığı noktasında bildiğimiz şey ise ölüm cezası da dahil olmak üzere, cezaların ağırlığının tek başına suç işlenmesinin önüne geçemediği. Bugüne kadar gördüğümüz siyasi suçlarda idam cezası tercihi illegal örgütlenmeleri engellemediği gibi adi suçlardaki idam tercihi de şiddet eylemlerini önleyebilmiş, azaltmış değil. Hatta kaybedecek şeyi olmayan, feodaliteye, erkek egemen topluma teslim ya da angaje olmuş insanlar nezdinde bir kahramanlık payesi olmuştur. İdamın var olduğu günlerde suç işleme azalmadığı gibi kaldırıldığı zamanlarda da artmış değil.  

Son 40 yılın suç oranlarının artmasındaki birincil etken eğitimsizlik, yoksulluk ve yoksunluk. Neoliberal kültürün bir ürünü, tezahürü olan eğitimsizlik ve son dönem TV dizilerindeki mafyatik yapılanmalar kaybedeceği bir şey olmayan, bir meslek ve maharet edinmemiş insanlar bakımından öykünülecek, feyz alınacak bir marifet durumunda. Okuduğunu anlama yeteneğinin her geçen gün azaldığı bir coğrafyada suça sürüklenme sonucunun doğması son derece normal. Eğitimden ahlakı çıkarıp dinsel davranış ve refleksleri öne çıkarmanın da doğal sonucu tabii ki. Laik ve karma eğitimin önemini tartışmak buraya sığmaz elbet, ama değinmeden geçmekte mümkün değil.  

Özellikle son dönemlerdeki silahlanma, silahlı saldırı eylemlerindeki artış, aynı zamanda adalete güven endeksindeki düşme ile doğrudan ilişkili. Siyasi iktidarın dindar ve kindar gençlik yetiştirme politikası bir şekilde sonuç vermiş durumda. İkisi bir arada olunca, “hakkını almak-yedirmemek”, “racon kesmek”, “sen kimsin – benim kim olduğumu biliyor musun?” tavrı doğal olarak makbul davranış haline gelmiş durumda. Eğitimin daha doğrusu değerler eğitiminin değersizleştirildiği bir ortamda insanların giderek empati yeteneği, vicdanı ve merhamet duygusu da paralel olarak azalıyor, yok oluyor. Paranın kadrini doğanın katline üstün tutan bir terbiyenin “can”a değer vermesini beklemek çok naif bir düşünce artık.  

Son cümle; iktidar bizleri bollukta değil yoklukta ve yoksullukta eşitlemeye yemin etmiş durumda, idam tartışmalarının ya da güzellemelerinin bir değeri yok. İnanın, idam bir daha gelirse tek başına gelmeyecek!...