Hüseyin Aygün’ün kaçırılmasının ardından yaşanan gelişmeler, bilindik bir ırkçı ma’luliyet göstergesi olmaya devam ediyor. Baskı altına alınan siyaset ve siyasetin baskı altına aldığı toplum, birbirini bileyerek yoluna devam ederken, nefret ve öfke milli soslu bir linçe dönüşüyor.  Günübirlik siyaseti kotarmak için popülizmin dibine vuranların sorumsuzluğu altında hepimiz hızla uçuruma sürükleniyoruz.
 
Hüseyin Aygün’ün Dersim’de yolu kesilerek kaçırılmasına ilişkin ilk yorum Şamil Tayyar’dan geldi. “Sohbetiniz bol olsun, millet yemez bu numaraları” diyerek nasıl külyutmaz bir gazeteci ve milletvekili olduğuna dair rüştünü piyasaya sürdü. Milletin ne yiyip, yemeyeceğine dair politik gurmeliği ile yorumlayıverdi olup biteni. Bunun bir oyun olduğu, aslında Aygün’ün gizli bir PKK’li olduğuna dair bir göndermeydi yaptığı. İnsan, vicdanından ayıp sınırlarını kaldırınca arlanmazlık bir sonuç haline geliyor vesselam.
 
Sabah’tan Sevilay Yükselir’in attığı tweetler gibi. ‘‘Muhteremin yüreksiz oldugu”na kanaat getirmişti o da.
 
“…Aygün'ün söyledikleri 'danışıklı dövüş' diyenleri haklı çıkardı çünkü. Sokaktaki insanın algısı bu yönde. Sizi silah zoruyla kaçıranlara karşı söyleyecek sözleriniz bunlar olmamalı. Serbest kaldığınız anda gökkubbeyi başlarına yıkmalısınız. Yanlarına bırakmayacağını söylemelisiniz..” döktürmesi yapan Zaman’dan Mustafa Ünlü gibi. Sokak algısından yola çıkarak vardırdığı sonuç,  sokaktan daha geri bir önerme ile son buluyor: Gelenekçi ulus devlet anlayışının ezber argümanlarını sıralayıp savaş naraları atarak, yıkıcı bir histeriğiyle  “bir avuç çapulcu, baldırı çıplak, azılı terörist, yanlarına kalmayacak” tarzı bir uluma ile cevap verilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
 
Yan ahali, baltasını bilemiş rastgele savuruyor.
 
Öldürülen Kürt çocukların sayısının 500’ü geçmiş olması onları ilgilendirmiyor. Devletin öldürdüğü bu çocukların yaşam hakkıyla ilgili değiller. Demokrasi, hak ve özgürlükler, söz konusu Kürtler olduğunda ihlal edilebilir ve hatta bu ihlalin ölümcül sonuçları gönül rahatlığıyla sineye çekilebilinir. Ensesine tek kurşun sıkılarak öldürülen ve sürüklenerek İran sınırına atılan, üzerine taşlar konarak bir çukura bırakılan kaçakçı çocuk Vesim Zengin’in hikâyesi elbette ki bu yan ahalide hissedilmez. “Organik” gazını Kürt çocukların kafasına nişan alarak kullananlar ve 11 yaşındaki Mazlum Akay’ın yaşamını elinden alanlar için,  ‘‘gökkubbeyi yıkarız, yanlarına bırakmayız” dediklerini duyanınız oldu mu?
 
Korktu, tırstı, kükreyemedi, altına yaptı gibi anal-ist çözümlemeler yapan bir düzeysizlik almış başını gidiyor. Kalemlerine askeri kamuflaj geçirip hizaya girenler adeta birbirleriyle yarışıyorlar.
 
Savaş, tarafları her zaman birbirine benzeştirir.
 
Ne kadar ilke, prensip vs. koyarsanız koyun pratik şekilleniş şiddet dozunun artmasıyla yalpalar, hiç yapmayacağınız, karşı olduğunuz şeyleri bile uygulamaya başlarsınız. Bunun bolca örnekleri 30 yılı aşkındır sürdürülen savaşın içinde mevcuttur. Kürt siyasi hareketinin kendi özeleştirisini çeşitli dönemlerde bu noktada vermiş olması boşuna değil. Sivil halka zarar veren son dönem eylemler bu yüzden hızla mahkûm edilmiş ve özür dilenmiştir. Aygün’ün kaçırılmasını bu temelde okumak mümkün. Alınan karar, ya da konulan inisiyatif (her ne derseniz deyin)  Kürt siyasi hareketinin siyasal zeminde önerdiklerini sekteye uğratan bir sonuç doğurmuştur. Devletin, Aleviler ile Kürt hareketi arasına örmeye çalıştığı duvarı sağlamlaştırmak için üzerinde oynayabileceği bir alan açmıştır.
 
Kürt medyasının Aygün’ün kaçırılmasına dair yaklaşımının “özel savaşa hizmet ediyordu” gibi ucu açık bir söylem etrafında şekillenmesi de üzerinde durulması gereken bir tutumdur. Aygün’ün bırakıldıktan sonra yaptığı açıklamanın, Türk medyası içinde milli bir linç’e dönüştürülmesi, öte yandan Kürt medyasında “özel savaşa hizmet” vurgusu ile ele alınması bir noktada buluşmuştur. Özel savaşa hizmet kavramı üzerinden meseleyi yorumlayarak duruma bir meşruluk, bir haklılık yaratmaya çalışmak barış talebi etrafında toplanan pek çok kesimi bir sorgulama yapmaya götürecektir.
 
Pragmatizmin dost düşman kavramını nasıl iç içe geçirip içinden çıkılmaz bir hale getirdiğini, nasıl bir statüko oluşturduğunu unutmamak gerekiyor.
 
Hüseyin Aygün’ün bir siyasi kimliği ve o siyasi kimliğe uygun bir duruşu var. Farklı düşünen ama barışçıl bir yol öneren, haksızlıkları dile getiren ve düşündüklerini açıkça ifade eden yapısı ile hak ve özgürlükler mücadelesinin bir parçası olması ve bunu CHP içinde yapmaya çalışması oldukça önemlidir. Bu yüzden Aygün’ün sahiplenilmesini doğru okumakta fayda var.
 
Hüseyin Aygün’ün kızı İdil’in yüzündeki sevinci anlayamayacak kadar yüreğini, aklını savaş ile törpüleyenlerin, “dağdaki gençler barış istiyorlar” söylemini kılıçla kesip dillerinin kınında temizlemeleri ve bunun genel kabulü insan olanı utandırıyor gerçekten.
 
Bu nedenle;
 
PKK tutsak aldığı herkesi bırakarak barış isteyen tüm kesimlere önemli bir mesaj vermiş olacaktır.
 
Devletin umursamazlığı altında ezilen bu aileler, çocuklarına dair acılı bir bekleyiş içindeler. PKK, bu acıya son vererek ve onların ailelerine sağ salim kavuşmasını sağlayarak kötümser algıları ortadan kaldıracaktır.