Kasetler, şantajlar, küfürler, yalanlar…

Kasetler, şantajlar, küfürler, yalanlar…

Yoksuzluk, yolsuzluk, düzeysizlik, onursuzluk…

Küf kokulu, kasvetli bir hava gırtlağımızdaki pençesini ağır ağır daraltıyor. Soluk almamız gitgide güçleşiyor.

Her şeyi olağan karşılamaya alışkın şaşkınlığımız içinde, ara sıra göğüs kafesimizi genişleterek bulabildiğimiz oksijenle durumu idare etmeye çalışıyoruz.

Mengenenin bir sonraki daralışı yeniden kesiyor soluğumuzu…

Yaşamak için en fazla ihtiyaç duyduğumuz havanın böylesine sistemli biçimde kirletilerek bizi zehirlemesine karşı akıl almaz bir sabır gösteriyoruz.

Gören de yedeğimizde ikinci bir hayatımız olduğunu sanır.

Ama sahip olduğumuz ömür, kum saatinin tanecikleri gibi yavaş yavaş azalıyor.

Soluduğumuz havadaki moleküllerin kir-pas içinde olduğunu görmek için artık mikroskoba ihtiyacımız yok. Kabuğumuzu kırmayı beceremezsek kendi kum saatimizin içinde, tepemize durmadan düşen kum tanelerinin altına gömülüp gideceğiz.

Havayı temizleyecek, soluğumuzu açacak şeyin adı, kalite. Her yerde, her konuda kaliteye ihtiyaç duyuyoruz. Kalitesiz hayat ve ilişkiler zincirine indirecek temiz bir balyoza uzanıyor yarı iştahlı, yarı ürkek ellerimiz.
 
 
*      *      *

İç politikada kalite istiyoruz. Demokrasinin sadece seçimlere indirgenmesine, seçimlerin de bataklık ortamında bir şaşırtmacaya dönüşmesine karşı çıkıyoruz. Yıllar boyu bize “siyaset” diye dayatılan bezirgan sofrasının yerini kaliteli siyasetçiler alsın istiyoruz. “Ben yaptım oldu mantığı”na ve “yasa boşlukları hokkabazlığı”na karşı, gerçek hukuk devletinin egemen olmasını istiyoruz.

Dış politikada kalite istiyoruz. Ne sahte kahramanlıklara, ne boyumuzu aşan liderliklere ihtiyaç duyuyoruz. Bizi pohpohlayan “ağabeyler” karşısında el pençe divan durmanın da, süper aktif ama tutarsız kimlik ispatlama çabalarının da onurlu ve akılcı siyaset olmadığını görüyoruz.

Ekonomide kalite istiyoruz. İstatistiklere göre dünyanın bilmem kaçıncı büyük devletinde değil, tüm bireyleri gerçekten zengin ve özgür yaşayan bir toplumda yaşamayı özlüyoruz. “İktisadi hayatın kaçınılmaz zorunlulukları” boyasıyla önümüze sürülen çilelerimizin bitmesini, gelişmiş ve çağdaş  ülkelerdeki hayat standardına kavuşmayı, insanca yaşamayı arzuluyoruz.

Medyada kalite istiyoruz. İktidar yağcılığından da, “Halk bunu istiyor”cu sahtekarlıklardan da, gazetecilerin kah uyuşuk kah saldırgan tavırlarla siyasi ve ekonomik güç odaklarının yanında, ama toplumsal gelişmenin gerisinde kalmasından bıktık, birbirine ikiz gibi benzeyen gazete ve televizyon kanallarından yorulduk.

Sanatta ve kültürde kalite istiyoruz. Şarkıdan filme, kitaptan karikatüre kadar ucuz popülarite avcılığına son verilmesini, her türlü yapıtta zamanın ve estetiğin sorumluluğunun hissedilmesini istiyoruz. Dilimizin doğru öğrenilip kullanılması gerektiğini, çünkü daha iyi anlaşmak ve daha doğru düşünmek için ondan başka aracımız olmadığını düşünüyoruz.

Üretimde ve hizmette kalite istiyoruz. İşimizde “bugünü kurtarmak”, “patronun gözüne girmek” ve “müşteri kurdu olmak” yerine toplumsal yaşam düzeyinin yükselmesine katkıda bulunmanın önünün açılmasının zorunlu olduğunu vurguluyoruz.

En başta insan ve insani ilişki üretiminde kalite istiyoruz. Akrabalık, arkadaşlık ve hatta aşk ilişkilerimize bile sızan maddiyatçı-yatırımcı yaklaşımlardan, baskılardan, şiddetten arınmamız gerektiğini hissediyoruz.
 
 
*      *      *

Başkalarına, bütün dünyaya gösteriş için falan değil, kendimiz için istiyoruz kaliteyi. Çünkü kalitesizliğin giderek daralan mengenesini biz kıramazsak kimse bize yardım etmeyecek.

Kum saatinin taneciklerinin epeyce bir bölümü önümüze düşmüş durumda.

Bir an önce kabuğumuzu kırmayı başarmak zorundayız.

Çünkü yedeğimizde bir başka hayat yok.


***


Rüşvet olmadan asla!


Rusya, Avrupa yolsuzluk şampiyonu olmuş. Ernst&Young şirketinin araştırmalarına göre, sorunların çözümünü kolaylaştırmak için para ve hediye vermek bakımından da, mali raporlara “takla attırmak” bakımından da Rus şirketleri ve işadamları birinci olmuş.

Rusya’da rüşveti genellikle para olarak verme eğilimi yaygın. En azından araştırmaya katılan Ruslar’ın yüzde 39’u bu kanıda. Yüzde 26 ise “değerli hediye” verilmesinden yana (Bu alanda Rusya’yı yüzde 32’lik oranla yalnızca Türkiye geride bırakmış.) Yüzde 25 de, tatil ve eğlence imkanlarını rüşvet olarak sunuyormuş.

Araştırmacılar, sadece Rusya’da değil, neredeyse bütün ülkelerde yolsuzluk ve rüşvetlerin arttığını belirtiyorlar. Özellikle krize bağlı olarak. Avrupalı her beş kişiden biri rüşvet vermeyi olağan gördüğünü açıkça söylemiş. Fransa ve Norveç, dürüstler sıralamasında başta geliyormuş.

Biz Rusya’ya dönelim. Kriz sonrasında Rusya Federasyonu’ndaki “yolsuzluk piyasası”nın 300 milyar dolarlık bir hacme ulaştığı söyleniyor. İddia Uluslararası Saydamlık Örgütü Transparency International. Söz konusu kuruluşun 2010 yılına ilişkin 178 ülkelik listesinde Rusya’nın yeri 154. sırada. (Türkiye ise, aynı listede 56.)

*      *      *

Aslında Çarlık Rusyası’nda rüşvet o kadar kötü bir şey değildi. Hatta XVIII. Yüzyıl’a kadar devlet memurlarının “yemleme” adı altında rüşveti yasal olarak almaları mümkündü. 1715’te rüşvet yasaklandıysa da, gelenekler ağır bastı. Özellikle Büyük Pyotr (“Deli Petro”) döneminde iyice arttı; onun ölümünden sonra da tekrar yasallaştı.

Sovyet Rusya’da yolsuzluklar “karşı devrimci bir faaliyet” olarak kurşuna dizilme cezasına çarptırılıyordu. Rüşvet “sosyalizmin doğasına aykırı, kapitalizme özgü bir hastalık” olarak değerlendiriliyordu. Ancak yıllar içinde rüşvet geleneği tekrar güçlendi. Özellikle Brejnev döneminde devasa boyutlara ulaştı. 1983’te haberalma kökenli Andropov başa geldiğinde, en büyük sloganlarından biri “yolsuzluklarla mücadele” idi. “Yeni Rusya” bu konuda da eskinin rekorlarını kırdı. 2006’da Rusya Başsavcı Birinci Yardımcısı Aleksandr Buksman, Rusya’nın “240 milyar doları aşkın bir yolsuzluk piyasası olduğunu” söyledi. Transparency International da bu rakamı 300 milyara tamamladı.

*      *      *

Rüşvet ve yolsuzluklara karşı çıkan çok yazı okumuştum, ama tersini açıktan savunana rastlamamıştım. Geçen gün bu eksikliğimi de giderdim. Adamın biri, “Bırakın rüşvetle mücadele sloganlarını! Rusya’da rüşvet olmazsa işler yürümez. Yüzyıllardır hayatımızın bir parçasıdır o. Yasaklanırsa üretim ve sosyal hayat durur” diyor ve bir dizi örnekle görüşünü temellendiriyor.

Gerçekten de Rusya, okuldan askerliğe, sağlık hizmetlerinden tatillere kadar her alanda gırtlağına kadar rüşvete batmış durumda. Vermezsen alamazsın: İzin alamazsın, vize alamazsın, sıra alamazsın... Başka? Kayıt yaptıramazsın, tedavi olamazsın, tamir ettiremezsin...

Hani şu sosyalizmden kalma “bedava” hizmetler var ya! En çok da onlardan korkun! Sağlık alanını ele alalım. “Nasıl olsa tedavi ücretsizdir” diye doktor ve hemşirelere hiç olmazsa mütevazı bir hediye getirmeyin de görün bakalım, nasıl tedavi ediliyorsunuz... Bu ve benzeri “düzgün” alanlarda daha çok çikolata-şeker hediyeler yaygındır.

Az eğitimli erkek işlerine gelince (“mujik” emeği gerektiren konular): Burada masaya votka koymak zorundasınız! Örneğin, tamirat işi diyelim. Muslukçu, duvarcı, badanacı vs. içkisini almadan yüzünüze bakmaz. Para alsa bile “alkollü jest” ister. Siz ücreti zaten ödenmiş bir kooperatif evinde bu işleri “doğal olarak bedava yaptıracağınızı” sanmakta özgürsünüz tabii!

Daha büyük rüşvet çeşitleri de var. Söz gelimi, oğlunuza sakat raporu vererek askerlikten kurtaran doktoru bir Avrupa ülkesine tatile gönderebilirsiniz. İşler büyüdükçe rüşvet hacmi de büyür.

*      *      *

Kriz gerekçesi (veya bahanesi) ile son iki yılda Rusya’daki rüşvet boyutu neredeyse iki kat artmış.

Tam da bu yıllarda Başkan Medvedev’in en büyük önceliklerinden biri yolsuzlukla mücadele idi…