İki kardeş ve Kaunos’un kuruluşu
Fotoğraf: AA

Y. Emre CEREN

Ege’nin bilhassa Türkiye kıyılarındaki antik kentlerin belli bir kısmında Yunan öncesinde de yerleşim görülüyor. Hatta bunların da ciddi bir kısmı o dönem de dahi şehir şeklinde nitelendirebileceğimiz yerler. Ancak önceki yazılarda da bahsettiğimiz gibi ister kuruluş mitosu ihtiyacı, ister kültürel hegemonya inşası, ister kentteki yerleşimcilerin etnik değişikliğinden kaynaklı isterse de başka sebeplerden olsun bazı kentlerin sıfırdan kurulmuş gibi aktarıldığı görülüyor. Mesela Miletos (Milet), Ephesos (Efes) gibi kentler, Yunanlar kurduğunu söylemeden çok evvel de vardı. Bu Bronz/Tunç Çağı kentlerinin elbette kendi içlerinde ayrı tarihsel hikâyeleri vardır, ancak bu kentlere esas popülerliğini veren ve oraları abat eden bir noktadan itibaren Yunan medeniyetidir. Belki de bu yeniden kuruluş öyküleri bu sebepten yazılmıştır. Ancak burada bir noktaya değinmek lazım girişte de belirtildiği üzere “belli bir kısmında” yeniden kuruluş mitosu söz konusudur. Yani Yunan medeniyeti öylece var olan kentleri yeniden yaratmamış üzerine pek çok yeni kenti de inşa etmiştir. Eskiçağ’ın büyük şairlerinden Ovidius ile Apollodoros’un sözünü ettiği, bizim de önceki yazılarda değindiğimiz, kente de adını veren Miletos’un ismi özellikle Muğla civarındaki birtakım şehirin kurulumunda dolaylı olarak anılıyor. Bu yazıda da Miletos’un iki çocuğunun öyküsünü ele alacağız.

***

Miletos, yazarların ortaklaştığı üzere Girit kökenlidir. Rivayete göre anası Deione, babası ise türlü meziyetlerin tanrısı Apollon’dur. Girit’in destan konusu kralı Minos bu tanrı oğlunu adasında istemez ve sürgün eder. Çocuk da yüzerek karşı kıyıya Asya’ya çıkar. Orada kendi adını yaşayan bir şehir kurar. Burada hikâye boşluğunu doldurmak için Miletos’un belli bir maiyetle geldiğini düşünebiliriz. Kenti kurduktan sonra Miletos, civardaki büyük nehir tanrısı Maiandros’un kızı Kyane (Koyu Mavi) ile evlenir. Bu evliliğe dair çeşitli rivayetler vardır ancak genellikle bu tanrının kızıyla evlendiği kabul edilir. Günümüzde Miletos şehrine taşkın zamanı gidenler nehrin şehir için kudretine tanık olmuş olabilir. Miletos’un bu evlilikten ikiz çocuğu olur; kızı Byblis ve oğlu Kaunos, tıpkı ataları Artemis ve Apollon gibi. Miletos’un buraya gelişinde türlü anlatılar vardır, ama bu yazının konusu onun iki çocuğu olduğundan tüm öteki hikâyelerin ortak noktasını şöyle özetleyebiliriz: Miletos Giritlidir, Asya’ya göçmüştür ve Miletos’u kurmuştur. 

Miletos’un kızı Byblis zamanla büyür ve erkek kardeşine günahkâr bir tutkuyla âşık olur. Romalı şair Ovidius, Metamorphoses (Dönüşümler) eserinde Byblis’in en başta içinde uyanan sevgiyi fark etmediğini, bunu bir kardeş sevgisi gibi yorumladığını söyler. “En başta Kaunos’u öyle içtenlikle öpmekte, öyle kollarını boynuna sarıp sarmalamakta bir beis yok diye düşündü, böyle kendini aldattı işte.” Ama bu kanunlara göre yasaktı. Byblis bu sevgisinin ne olduğunu giderek daha da anlamaya başlar. Anladıkça da geri çekilmek yerine niyetini daha da belli eder. Mesela Kaunos’a kardeşim diye seslenmez artık. Ancak Kaunos ona ısrarla kardeşim der. Byblis ise “Bana kardeşim deme, Byblis de” diye çıkışır. Ancak Kaunos bu sevgiye asla karşılık vermemektedir. Byblis ise rüyalarında bile onu görmekte, tanrılara onun adıyla yakarmaktadır. Olymposlu tanrılara “siz de kardeşlerinizle evlendiniz, gökte geçerli olan yasa uymaz mı insanlara” der. Uzun uzadıya “Günah bunun neresinde?” diye düşünür. Sonra duygularını tüm açıklığıyla göstereceği bir mektup yazmaya karar verir. Mektubu yazar ve uşağını çağırır. “Bu mektubu al ve… kardeşime götür.” Bunu derken uzunca duraklar. Kaunos mektubu alınca öfkeden kudurur. Onun kudurduğunu gören uşak “Yasak aşkın uğursuz tellalı kaçar” der. 

***

Kaunos ne yapacağını bilemez, kardeşine mi kıymalı, bunu açık edip kardeşine mi kıydırtmalı, yoksa bu uğursuz mektubu getiren uşağı mı öldürmeliydi. Hiçbirinin bu fenalığa çare olmadığına karar verir. Bundan kurtulmanın tek çaresinin bu diyarı terk etmek olduğuna kanaat getirince de pılısını pırtısını toplar Karia’ya (Kabaca Söke ile Teke Yarımadası arasında kalan bölge) geçer. Burada kendi kentini kurmaya karar verir. Burada yine girişteki gibi hikâyeye yanında maiyetinin olduğunu ekleyebiliriz. Kaunos’un kaçtığı haberini alan Byblis ise aşkından delirir ve tüm Anadolu’yu arşınlamaya başlar. Huzuru eremez dolaştığı yerlerde en sonunda çıkar yüksekçe bir kayaya, aşağı atlayacağı sırada nymphalar acır bu çaresiz aşka kapılan kadına ve ilelebet ağlasın diye pınara dönüştürürler onu. Anısına birisi Karia’da öteki de Lübnan kıyılarındaki Fenike’de olmak üzere iki kente Byblis’in adını verirler. 

Azra Erhat şöyle der: “Bu öyküleri anlatanlar Kaunos’u… görmemişler herhalde.” “Kaunos’a giden “bu yol yol bataklıkların Byblis’in tükenmez gözyaşlarıyla meydana geldiği düşünülemez miydi” yoksa?