İktidar, öğrencilerin siyaset konuşabileceği, tartışabileceği kamusal alanlardan hoşlanmıyor. Öğrencileri özel hayatlarına, yalnızlığa sıkıştırmak istiyor.

İktidar ve sistem  çocukları yalnızlaştırıyor

İlda Alçay Sepetoğlu

Seçim sonrasında, siyasetin her gün daha fazla karamsarlaştırdığı gençleri, eğitimde dinselleştirme uygulamalarını psikolog yazar Ceylannur Akgün ile konuştuk.

Çocukların sınav stresine daha fazla maruz kalmasına yol açan bazı politik etmenler, geleceksizlik endişesi, seçim sonrası intihar düşüncesinin yaygınlaşmasını gözlemliyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz; çocukların, gençlerin daha fazla yalnızlaştığı bir dönemde miyiz; siyasetten ne kadar etkileniyorlar?
Sınav sisteminin kendisi giderek daha fazla çözümsüzlüğe götürüyor, önceden beri sınav sistemi böyleydi ama her geçen gün giren çocuk sayısı artıyor ve tamamen elemeye dönük bir sınava dönüştü. Öğrenmeden çok hangi soruyla kaç çocuk eleyebiliriz sınavına dönüştü. Ben şöyle bir şey gözlemliyorum: ekonomik krizle beraber kazansak da ne olacak fikri yaygın. Eğitimin özelleştirilmesi eğitim kalitesini çok bozdu. Aileler dünya kadar para ödüyor devlet üniversitesine giremeyen çocuklarını okutabilmek için; bu sefer de karşılarına işsizlik sorunu çıkıyor. Zaten formasyonları da yetersiz oluyor. Çoğu üniversitenin eğitim kadroları yetersiz ve boş.

Bir diğer etmen de depremde, pandemide her sıkıntıda önce eğitimden feragat edilmesi. Önce üniversiteler okullar kapatılıyor. Bunun tabii ki politik bir tarafı var. İktidar öğrencilerin siyaset konuşabileceği tartışabileceği kamusal alanlardan hoşlanmıyor. Öğrencileri özel hayatlarına yalnızlığa sıkıştırmak istiyor. Kayyum atamalarından da bunu görüyoruz. Çocuklar bir sistem içerisine itildiklerinin ve mecbur olduklarının farkındalar. Üniversite sınavına giriş bir tür sıtmaya razı olma durumuna döndü. Gençler çok daha fazla kaygılı. İntihar oranları artıyor, karamsarlar, depresyon kaygı bozukluğu tanıları artıyor. Ama biz bunları istisna hali gibi çocukların psikolojik sorunları arttı gibi değil, yapısal, olağan sorunlar olarak görüyoruz. Böyle bir sistemden daha farklı bir ürün çıkması mümkün değil. Onların yaş grubu ergenlik dönemi en fazla dışarıda olmak istedikleri, sosyalleşmek istedikleri zamanlar. Kimliklenme zamanları da aynı zamanda. Farklı felsefi mistik dinî merakların, ontolojik merakların başladığı bir zaman dilimi. Biz böyle bir zaman diliminde çocukları iki yıllık bir ev hapsine mahkûm ediyoruz neredeyse. Asosyalleşiyorlar çünkü bütün günleri okul-dershane-ev üçgeninde geçiyor. Bunların her biri bir yandan sistemle, neokapitalizmle çok ilgili. Birbirlerini besleyen süreçler. Çocukların spor yapmak, bir sanatla uğraşabilme imkânı çok kısıtlı. Orta sınıf zaten kalmadı, orta üstü sınıfın çocukları ancak bu imkânlara ulaşabiliyor. 

Çocukların çoğu zaten yurtdışında okumak istiyor. Yurtdışı da kollarını açmış bizi beklemiyor. Ekonomik zorluklarla bazı aileler çocuklarını gönderebiliyor. Seçkin üniversitelerdeki çocuklar yurtdışına gitmek istiyor. Sadece mezunlar değil, ODTÜ, Boğaziçi gibi üniversitelerdeki çocuklar yurtdışına burs başvuruları yapıyor çünkü burada üniversiteler kapalı, eğitim alamıyorlar.

Manevi danışmanlık sistemi getirildi. Bu uygulamayla okullar daha fazla cemaat ve tarikatın sızmasına sebep oluyor. Bunun sonuçları sizce ne olur?
Okullardaki meslek gruplarının iş tanımı yapılmış olmalı. Okullarda kimya öğretmenleri varsa üniversitelerin kimya bölümünden mezundur. Okulun psikolojik rehberleri PDR bölümlerinden mezundur. Manevi danışmanlık diye bir şey varsa bu hangi bilimsel altyapıya hangi teoriye yaslanıyor, eğitimi ne? Bunun sınırları çok muğlak, yaşam koçlarından aile danışmanlıklarına lisans eğitimi olmayan bir sürü insan bu tarz faaliyet gösteriyor, çok da tehlikeli. Ailelilerin çocuklarını işin uzmanı olmayan diplomasını görmedikleri kişilere teslim etmemesi gerekiyor. Sadece eğitimde değil, sağlıkta, gündelik hayatın her alanında sekülerleşmeden uzaklaşarak dinî alana doğru gidiyoruz. Din gibi son derece şahsi bir meselenin eğitimin alanına girmesi, 12 Eylül’de Din Kültürü derslerinin mecbur edilmesiyle başlayan bir süreç. 2002’den beri ise artarak gidiyor. Sınav sorularına din kültürü soruları konması, başka din derslerinin seçmeli ders olarak konması. Bu uygulamalar önce insan haklarına aykırı. Din şahsi bir meseledir. Seçim meselesidir. Bu ülkede Sünni olmayan, Müslüman olmayan, herhangi bir dine ait hissetmeyen milyonlarca insanın bu din eğitimine tabi tutulup sınavlarda sorulması eşitlikçi bir uygulama değil. Türkiye Cumhuriyeti kâğıt üzerinde seküler bir devlet ama fiiliyata baktığınızda, “yüzde 99’u Müslüman” denerek bu geçiştiriliyor.

Cemaatlerin ne olduğunu 15 Temmuz gösterdi. Tarikat yurtlarında olanları görüyoruz. Ama maalesef bundan sonrası da böyle gidecek gibi gözüküyor.