Yasal ya da yasal olmayan ama hep gayrımeşru yöntemlerle medyaya operasyon/baskı, zaafın ve aczin itirafı. Bilgiye ve fikire, bilgi ve fikirle karşılık verilir. Polisle mahkemeyle değil... Sansür, kısa vadede bazı gerçekleri engelleyebilir ama orta ve uzun vadede sansürcüyü dipsiz kuyulara iter.

İktidar, zaaf, acz, hücum  ve sonrası...

RAGIP DURAN - @ragipduran

Siyasi iktidar, 13 yıllık vadesini tamamlayana doğru aleyhindeki gelişme ve eleştirilerden son derece rahatsız. Kolay değil... Çünkü 7 Haziran’dan sonra tek başına hükümet kuramaz azınlığa düştü. Çözüm Süreci adı altında 2-3 yıldır oyalanmaya bırakılan Kürt meselesi zeytinyağı gibi su yüzüne çıktı. Üstelik de, HDP barajı aşıp 80 milletvekili ile Meclis’e girince, iktidarın samimiyetsizliği, sahtekârlığı, milliyetçiliği kabak gibi ortaya çıktı. Bu manzarayı örtmek için kanlı bir perde germeye başladılar Kürdistan’da. Her gün çocuk öldürüyorlar. Suriye politikasının iflası, silah gönderme belge ve fotograflarıyla etrafa saçıldı. Yakın geçmişte ‘Mazlumlar, dışlanmışlar’ diyerek savundukları mezhepdaşları IŞİD’e, Batı’nın baskısıyla, hiç olmazsa göstermelik olarak karşı çıkmak zorunda kalınca da, o taraftan ölüm tehditleri gelmeye başladı. İçeride AKPli Kürtleri kaybedip, MHP’yi de kendi saflarına çekemeyince, Cafer bez getir!
Kamuoyu anketlerinde yurttaşların yüzde 60’ından fazlası mevcut kaosun sorumlusunun Erdoğan olduğunu söylüyor. Aynı kamuoyu yoklama sonuçları da, genellikle, AKP ve MHP’yi gerileyen, CHP ve HDP’yi de yükselen güç olarak gösterince, umumi manzara iktidar açısıdan pek kötü...

HİÇ OLMAZSA GÖRÜNTÜYÜ KURTARMAK

Hakiki Gerçek’e bakınca kısa ve orta vadede, AKP’siz bir hükümet, Meclis Araştırmaları, 17-25 Aralık dosyalarının yeniden açılması, Yüce Divan gibi iktidar açısından müthiş menfi resimler sırıtıyor. Çoğunluk hesap verilmesini talep ediyor artık. Değişiklik istiyor. Saray ve akordu bozulan saz arkadaşları açısından 13 yıldır alışılmadık devasa bir engeller demeti...

Zaaf içindeler ve çaresizliklerini gizleyemez hale düştüler. Öyle olmasa ‘Bölge, HDP’ye oy verdiği için Çözüm Süreci tıkandı’ demezlerdi. Ya da ‘7 Haziran’dan sonra Başkanlık gerçekleşseydi bu kaos yaşanmazdı’ diye tahlil yaptıklarına göre, acz içinde olduklarını bu kadar net itiraf ederler miydi?

Hakiki Gerçeği değiştirip lehlerine çeviremeyeceklerini bildikleri için vargüçleriyle Sanal Gerçeğe yükleniyorlar. Can Dündar’ı casusluktan içeri atma girişimleri, Koza grubuna baskınlar, Doğan grubuna saldırılar bir yandan Hakiki Gerçeği gizlemeye/örtmeye yönelik girişimlerse, bir yandan da Sanal Gerçek alanında mevzi kazanmaya yönelik. Gazete yaz(a)mayınca, radyo söyle(ye)meyince, televizyon göster(e)meyince sanıyorlar ki, Saray muhteşem, Suriye politikası başarılı, 17-25 unutulacak ve insanlar karayı ak görecek.

Zaafı ve aczı, medyaya saldırarak, onu yıkarak, haberleri yasaklayarak gizleyebileceklerini, alt edebileceklerini sanıyorlar. Oysa ki, farkında değiller, boomerang etkisi yapıyor bu hücumlar. Çünkü gerçeğin yansımasını değiştirerek gerçeği değiştirdiğine inanmak, gerçek karşısında yenilginin ilk itirafıdır. Sansürden medet ummak, bozuk son kurşunla zafer kazanma hayali...

1500 YILDIR MEVCUT AMA...

Roma İmparatorluğu döneminde MS 443 yılında ‘Gelenek ve görenekleri muhafaz etmek amacıyla’, ‘Censeur’ (Sansürcü) makamı tesis edilmiş. Sözlükler, sansür sözcüğünün karşılığı olarak bugün şu satırları yazıyor: ‘’Sansür, herkesin ifade özgürlüğünün, keyfi ya da doktrinal nedenlerle kısıtlanmasıdır. İktidarı elinde tutan bir güç (Devlet ya da dini bir otorite), yayınlanmadan önce, kitapların, gazetelerin,haber bültenlerinin, tiyatro oyunlarının, filmlerin vs... içeriğini denetime tabi tutar ve uygun görmediği bölümleri yasaklar. Sansür, yani ifade özgürlüğünün kısıtlanması, yayın öncesi veya yayın sonrası biçimleri de içerir. Siyasi sansür yani hükümetin ifade özgürlüğünü kısıtlaması, resmi olmayan, dolaylı sansürden farklıdır. Mesela iktisadi sansür ya da otosansür de sonuç olarak hep aynı amacı güder: İfade Özgürlüğünü kısıtlamak’’

Dünya veya Türkiye basın tarihine baktığımızda, bu tarihin büyük ölçüde sansüre karşı mücadele tarihi olduğunu görürüz. İktidarla toplum arasında, hükümetle gazeteler arasında eskiden beri süren bir kavga var: İktidar sınırlamaya, yasaklamaya çalışır, toplum ve basın da buna cevaben ifade özgürlüğü alanını genişletmeye ve yasakları devirip özgürlük mecrasını genişletmeye çalışır. Bilançoya baktığımızda, dünyada da Türkiye’de de, yaklaşık iki asırdır, sansürcülerin gerilediğini, düşünce, ifade ve basın özgürlüğü taraftarlarının ise mevzi kazandığını görüyoruz.

Güncel bir nokta: Sansüre karşı mücadelede tayin edici olan, sansüre/ baskıya mağdur kalanın (Kişi ya da medya kuruluşu) geçmişi, kimliği ya da siyasi konumu değildir. Sansür uygulayandır ve baskıdır. Dolayısıyla bugün iktidarın baskısına/sansürüne uğrayan grup, gazete ya da gazetecinin geçmişteki olumsuzlukları, bugünkü olası olumsuz kimliği ya da benimsenmeyen siyasi-ideolojik konumunu gündeme getirip, tartışma konusu yapmak doğru değil. Hatta bu tutum sansürcünün ekmeğine yağ sürer. Sansürü haklı ve meşru göstermek anlamına gelir. Baskıya sansüre karşı çıkmak, baskıya, sansüre mağdur kalan kişi ya da kurumu otomatik olarak savunmak anlamına gelmez.

MAKASLAR DA KIRILIR!

Sansür, gazeteci terminolojisinde ve görselinde, Fransız karikatürcü Andre Gill’in 1870’lerde çizdiği Madam Anastasie karikatürüyle sembolleşmiş. Aksi, lanet, tehditkâr, yaşlı ve çirkin bir kadın (Feministler ve kadınlar haklı olarak bu tercihe karşı çıkar) omuzunda karanlığın ve uğursuzluğun simgesi bir baykuşla birlikte kocaman bir makas taşımaktadır. Makas, gazete kağıdını hatta belki ciltli kalın kitapları bile kesebilir de, taş gibi gerçeğin karşısında kırılan makaslar da vardır... Başlıktaki SONRASI... sözcüğüne karşılık olarak, MAĞLUBİYET ya da HÜSRAN sözcükleri önerilir.