AKP iktidarı, Anagold Şirketi’ne “yürü ya kulum” demişti. Bu da yetmedi yeni ÇED raporlarıyla iki kez kapasite artışı yapıldı. Bu süreçte ÇED Raporu'nun iptali istemiyle TMMOB dahil değişik örgütler tarafından birçok dava açıldı ancak sonuç alınamadı.

İliç’te neler oluyor?

Mehmet Torun - Maden Mühendisi

İliç, son yıllara kadar sessiz, sakin, şirin bir kasaba iken 2010 yılında altın avcılarının yöreye gelmesiyle hareketlenmeye başladı. Gelenler; yöreye zenginlik getireceklerini, gençlere iş sahası açacaklarını söyledi. İliç, Paris olacaktı. Yörede hayvancılık ve tarım yok edilerek işsiz bırakılan yoksul halkın büyük kısmı bu sözlere kandı, inandı. Yapılacak bu faaliyetin sonucunun yöre için yıkım olacağını söyleyenler ise ötekileştirildi, dışlandı. Gelenler sıradan insanlar değildi. Derslerine çalışmış, kimlerle nasıl ilişki kurulacağını bilen profesyonellerdi. İliç’e gelene kadar dünyanın pek çok ülkesinde benzer operasyonları yapmışlardı. Rahat çalışabilmeleri için gittikleri ülkede yerel bir ortak buluyorlardı. Bu sayede siyasi iktidarlar ile bağlar kurulup bürokratik sorunlar kolayca aşılırken, yöre halkına da yerli imajı veriliyordu. İhtiyaç duydukları durumlarda ise her kesimden satın alınacak insanları da buluyorlardı. İtiraz eden bir avuç gerçek biliminsanı ve yurtsever ise bir şekilde cezalandırılıyordu.  

Gelenler, ABD-Kanada menşeili çokuluslu SSR Mining şirketiydi. Yerli ortak ise Çalıklar Holding olmuştu. İliç için kurdukları Anagold Madencilik’in yüzde 80’i Kanadalı SSR Mining, yüzde 20’si ise Çalık Grubu’na aitti. Yerli ortağın Saray ile ilişkileri oldukça iyiydi. Hatta Sarayın damadı şirketin üst düzey yöneticisiydi. Her türlü sorun rahatça çözülüyordu.  

Yasalar bile şirketler lehine çıkarılmıştı. Teşvikler, vergi iadeleri, muafiyetler. İliç, kalkınmada öncelikli 5. bölgede idi ve orada altın üretecek şirket çok şanslıydı. Örneğin: makine alımlarında KDV istisnası, gümrük vergisi muafiyeti, kurumlar vergisi ve gelir vergisi indirimi, 7 yıl boyunca sigorta primi işveren muafiyeti, yatırım yeri tahsisi, faiz desteği, 5 yıl emlak vergisi muafiyeti vb. Bu teşviklerin yanı sıra özellikle yabancı şirketler, “yeni teknoloji getirme” gerekçesiyle TÜBİTAK’tan da teşvik alabilmekteydi. Bu teşvikler incelendiğinde bazen ilk yatırım maliyetlerinin tamamı söz konusu teşviklerden karşılanmakta ve tabiri caizse yatırımcı cebinden beş kuruş harcamadan faaliyete başlayabilmekte. Sonuçta söz konusu teşvikler devlet kasasından verilen halkın parası.  

Yabancı şirketler, genellikle uluslararası hukuk çerçevesinde ilişkilerini yürütmekte, anlaşmalarını bu şekilde yapmakta ve uluslararası tahkim yasalarına göre çalışma yapmakta. Bu çalışmaları yaparken devletlerarası anlaşmaların kendi yararına olan maddelerinden azami ölçüde yararlanmakta. Örneğin; Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması ile madenin üretildiği ülkede ya hiç vergi vermeme ya da daha az vergi verme avantajına kavuşmakta. Bu kapsamda anlaşma imzalanmış ülkelerin yabancı sermayeli şirketleri kendi ülkelerinde vergi ödemekte, üretim yapılan ülkeye vergi vermemektedir.  

Maden Kanunu’na göre; madencilik yapan şirketler belli oranlarda devlet hakkı ödemek durumundadır. Bu oran, altın madeninde üretilen madenin %5’idir. Ancak, gerçekte bu oran hiçbir şekilde uygulanmamaktadır. Şöyle ki; Maden Kanunu’na göre (Madde 14) altın ve benzer madenlerden Devlet Hakkı “ocak başı satış fiyatı” üzerinden alınmaktadır. Ocak başı fiyatı altının satış fiyatı olmayıp kanundaki tanımı; “… madenin ocakta üretiminden ilk satışının yapıldığı aşamaya kadar oluşan nakliye, zenginleştirme ve varsa farklı prosese ait kullanılan tesis ve ekipmanın amortismanı dahil giderler çıkarılarak oluşan fiyattır” şeklinde yapılmıştır. Diğer taraftan Maden Kanunu’nun 9. maddesinde “… altın, gümüş ve platin için ise Devlet hakkının %40’ı alınmaz” denilmiştir. Bu iki madde birlikte değerlendirildiğinde altın üreten yabancı/yerli şirketler ülkemizde Devlet Hakkı olarak ürettikleri altının %5’ini değil %1’ ini bile ödememektedir. Örneğin; 10 ton/yıl altın üretildiğinde ve üretilen 10 ton altının 7 tonu maliyet olarak alındığında, ocak başı satış bedeli 10 - 7 = 3 ton altın karşılığıdır. 3 ton x %5 = 0.150 ton (150 kg) devlet hakkı olarak ödenecektir.  

Bu bedelin %40’ı da yine Maden Kanunu’na göre alınmayacaktır. 150 - (150 x %40) = 150 - 60 = 90 kg. Yani çok iyimser bir hesaplamayla 10 ton altın üreten şirket, devlet hakkı olarak yaklaşık 90 kg altın ödemektedir. Bu oran %1 bile değildir. Bu şekilde yatırım yapan çokuluslu şirket, ucuz işçi çalıştırarak kârını katlarken ürettiği altını sadece beyan ederek bildirir. Çünkü yasa böyledir ve yabancı şirketin beyanı doğru kabul edilir. Şirket, 14 yılda 85 ton altın üretmiştir kendi beyanına göre.  

24 Haziran 2022’de altın madeninde kullanılan siyanürü taşıyan boru patladı, siyanür Fırat Nehri üzerinde kurulan İliç Barajına aktı. Olay önce gizlendi, sonra yalanlandı ancak üzerine gidilince küçük bir olay gibi aktarıldı. Kamuoyu baskısıyla Bakanlık mecburen olaya el attı. İşletme 3 ay kapatıldı ve 16 milyon TL idari para cezası verildi. Bu rakam şirket için çok önemsizdi. İtiraz dahi etmediler sonra öğrenildi ki 2023 yılında Kanadalı şirketin 7,2 milyon dolar vergi borcu silinmiş. Bu rakam, o günkü kur değeriyle yaklaşık 209 milyon liraydı.  

AKP iktidarı, Anagold Şirketi’ne “yürü ya kulum” demişti. Bu da yetmedi yeni ÇED raporlarıyla iki kez kapasite artışı yapıldı. Bu süreçte ÇED Raporu’nun iptali istemiyle TMMOB dahil değişik örgütler tarafından birçok dava açıldı ancak sonuç alınamadı. Bugün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olan dönemin bakanı Murat Kurum’un başında olduğu bakanlık bu raporları onayladı. Zaten riskli alanda verilen işletme izninin hacmini ve kapasitesini üç kat büyüttü. Sonuçta riski daha da artırdı.  

13.02.2024 tarihinde altın işletmesinde zehirli kimyasallarla yıkanan yığınların kayması sonucu resmî rakamlara 9 işçi kayan atıkların altında kaldı… Son yaşanan olay sıradan bir maden göçüğü ve heyelan değildir. Bir doğa olayı değildir. İnsan eliyle oluşturulan sülfirik asit ve siyanür ile yıkanan, yüksekliği 60-70 metreyi bulan öğütülmüş cevherli kaya yığınlarıdır, suni tepelerdir. Bu zehirli yığınlar eksik önlemler nedeniyle kaymış ve 9 kişiye diri diri mezar olmuştur. Fırat Nehrine kuş uçuşu 300 metre mesafede meydana gelen bu zehirli akıntı büyük bir çevresel faciaya yol açabilecektir. Siyanür ve ağır metal içeren 30 milyon ton civarındaki zehirli atık, yeraltı suyuna ve Fırat’a karışmasıyla uzun yıllar sürecek ciddi sağlık sorunları yaratacaktır. Mezopotamya’ya, Harran’a can veren suyun zehirlenmesi aynı zamanda bir insanlık suçudur.  

Çokuluslu şirketlerin ve yerli işbirlikçilerinin kasalarını doldurması için ülkemize yaşatılan bu olay, sömürge madenciliğinin en somut göstergesidir. Aktif olan Munzur fayının tam üzerinde faaliyet gösteren işletme, daha büyük tehlikelere gebedir. Olası bir depremde yıkım çok fazla olacaktır.  

Şirketin yerli ortağının Saray ile ilişkileri göz önüne alındığında, kamusal denetim mekanizmasının nasıl çalıştığı da görülecektir. Denetimin yapılmadığı, daha çok kâr için gerekli önlemlerin alınmadığı durumda bu acı olayların yaşanması kaçınılmaz olmaktadır. Bugün ülkemizde 20 altın işletmesi faaliyette olup benzer riskler çoğunda mevcuttur.  

Batılı şirketler, kendi ülkelerinde yapamadıklarını bizim ülkemizde pervasızca yapmaktadır. Ülkenin her noktası bu şirketlerin kirli şantiyesine dönüştürülmüştür. 2000 yılında yeraltındaki madenlerimizi üretelim dış borçlarımız azalacak denilmişti. O günden bugüne 500 ton altın üretildi, borcumuz bırakın azalmayı katbekat arttı. Giden madenlerimiz oldu, talan edildi. Artan ise doğa yıkımı oldu, çevre katliamı oldu, kaynak kaybı oldu. Can kaybı oldu.  

Doğal kaynaklarımız; çokuluslu şirketlerin av alanı olmaktan çıkarılmalı, halkımıza yararı olmayan faaliyetlere son verilmelidir. İliç’te sorumluluğu olan herkesten hesap sorulmalıdır. Bugün yapılan madencilik faaliyetinin adı SÖMÜRGE MADENCİLİĞİDİR. Mücadele, bu sistemin yok edilmesine yönelik olarak yapılmalıdır.