Saddam Hüseyin’in yargılanmasını çok raundlu bir maça benzetir

Saddam Hüseyin’in yargılanmasını çok raundlu bir maça benzetirsek, Irak diktatörünün ilk raundu açık farkla kazandığını söyleyebiliriz. İşe bakın ki, Saddam Hüseyin, katliamdan yargılandığı duruşmayı bile kendisini “kahraman” olarak gösteren bir şova dönüştürebildi. Onun bu başarıdaki payını küçümsemek haksızlık olur, ancak Saddam’ı “kahraman”laştıranın son aylarda her yönden yumruklar yiyen rakibi Bush’un oyunu olduğunu da görmek gerek.

Katrina deneyimini yaşayan ABD’liler, şimdi Wilma kasırgasının önünden kaçıyorlar. Irak’ta her gün yeni bir evladını kaybeden anneler Bush’un yakasına gittikçe daha sıkı yapışıyorlar. Saddam Bağdat’ta yargılanırken, New York’taki Buffalo Üniversitesi’nde konuşma yapan eski ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell protestolarla, “Colin Powell hiç utanmıyor musun?” pankartlarıyla karşılandı. İğrenç işkence fotoğraflarından sonra, şimdi de Afganistan’da Taliban askerlerinin cesetlerinin bir aşağılama ritüeli olarak yakıldığına ilişkin görüntüler çıkıyor Bush’un karşısına. İstanbul’daki Uluslararası Irak Mahkemesi’nin vicdanlarda mahkûm ettiği Bush ve Blair’i, Arap Avukatlar Birliği de yargılamaya hazırlanıyor, başkanlığını Güney Afrika’nın efsanevi lideri Nelson Mandela’nın yaptığı bir mahkemede!

Her türlü hukukun ve ahlakın hiçe sayıldığı, yalanlarla gerçekleştirilmiş bir işgal, işgal edilen ülkenin eli kanlı diktatörünü kahramanlaştırıyor. Bağdat’ta, bir Kürt mahkeme başkanı ile 4 militan Şii üyeden oluşan mahkeme, ABD’li işgalcilerin bütün sansür ve denetim çabalarına karşın Saddam Hüseyin’in şovuna sahne oluyor. Hüsnü Mahalli, eski işgal valisi Paul Bremer’in seçtiği mahkeme heyetinin ABD, İngiltere ve Avusturya’da bir yıldır eğitim gördüklerini, mahkeme için 30 milyon dolarlık bir bütçe ayrıldığını yazdı. Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan bu “30 milyon dolarlık Hollywood filmi”ni izledi. Sanırım, bu büyüklükte bir bütçeyle çekilmiş hiçbir Hollywood filmi, üstelik yönetmenin film gösterilirken yaptığı onca müdahaleye karşın, ABD’nin arzularına bu kadar ters etkilere yol açmamıştır.

Kimi iletişimciler, medya mesajlarının kendilerinin değil onların bireyler tarafından algılanış biçimlerinin bir etki yarattığını, mesajların değil onların çözülen şifrelerinin insan davranışında değişikliklere yol açtığını söylerler. Arapların ve Müslümanların ezici çoğunluğu mahkemeden yansıyan görüntüleri cesur bir meydan okuma olarak algıladılar.

ABD’liler iletişim, propaganda ve imaj yaratma işini iyi bilirler. İşi iyi bilen o uzmanların, Saddam Hüseyin'in mahkeme salonunda sergilediği performansla, sürekli taktik verdikleri kendi liderlerinin iletişim becerilerini kıyaslayıp, derin derin “ah” çektiklerinden kuşkum yok.

Irak direnişi, biri İslam, diğeri de Arap milliyetçiliği olmak üzere iki bacak üzerinde yürüyor... Soruları yanıtlamayı reddederek, işgali ve onun mahkemesini tanımadığını ilan eden Irak diktatörü, direnişin iki ana damarına dönük muhteşem sembolik mesajlar verdi. Kürsüye elinde Kuran’la gelişi, Iraklıların İslam inancına gönderilmiş ve o inancı işgalin karşısına dikmeye dönük bir mesajdı. Beraber yargılandığı Baas yöneticilerinin mahkemeye Arap milli kıyafetleri ile gelişleri ve salona getirilirken başlarından alınan kefiyelerini talep edişleri Araplığa sesleniyordu. O milli başlıkları bir Arap meydan okuması olarak mahkeme salonunda giyişlerini izleyen milyonlarca Arabın gururu okşandı.

Irak diktatörünü yargılayan mahkemenin ilk raundunda, mahkeme başkanının “muhteşem” olarak nitelenen tavırları da dikkati çekti ama asıl bilinçlere kazınan Saddam’ın mahkemeyi tanımayan sözleri ile elindeki Kuran ve Baas önderlerinin kefiye şovuyla Araplık ruhuna seslenişleri olacaktır.

Bakalım ABD’li iletişim uzmanları, kesinlikle Saddam’ın olan bu ilk raunddan ne dersler çıkarıp, sonraki tavırlar için ne tedbirler alacaklar? Bakalım, ABD’li iletişim uzmanları, işgalin mahkemeden yansıyan ve bir diktatörü bile kahramanlaştı ran çirkinliğini örtmeyi becerebilecekler mi?