Çok eski zamanlarda bir yazı yazmıştım. Daha henüz ÖDP kurulmamıştı ama “geniş katılımlı bir sosyalist parti”nin heyecanı...

Çok eski zamanlarda bir yazı yazmıştım. Daha henüz ÖDP kurulmamıştı ama “geniş katılımlı bir sosyalist parti”nin heyecanı, bütün Beyoğlu’nu sarmıştı.
“Yeni bir sosyalizm” konulu yazımı derginin editörünün önüne fırlattım ve “Tek kelimesine bile dokunmadan basın lütfen” dedim.
Bu yaptığım, “büyüklerimden” gördüğüm bir hareketin kopyasıydı. “Büyükler” bunu böyle yapıyorsa, ben neden farklı davranmalıydım ki? Nihayet 23 yaşında aslan gibi bir delikanlıydım; Mahir Çayan’ın 6. Filo’ya karşı eyleme katıldığı yaştaydım.
Yazım bir hafta sonra iade edildi. Derginin gün görmüş editörü, herkesin içinde alay ederek konuştu:
“Bu yazıyı okuduk ve kelimenin tam anlamıyla rezalet bulduk. Bize böyle artistlik yapmadan önce adam gibi yazmayı öğren. Ben bu sakalı değirmende ağartmadım.”
O sıralar Beyoğlu’nda 23 yaşında delikanlılara, yalakalık yapmaları şartıyla yer verilirdi. 23 yaşındaki delikanlıların yanında dolaşan güzeller güzeli kızlara ise kapılar ve kollar sonuna dek açılırdı. Belki şimdi öyle değildir, bilmiyorum.
Editör büyüğümden ağzımın payını aldıktan sonra dışarı çıktım. Yazımın sadece başlığını değiştirdim. Alta da kendi ismimi silip, eniştem Metin Ünkazanan’ın adını yazdım.
Sonra da gidip AYNI yazıyı; Taksim PTT’den AYNI dergiye postaladım.
Yazım o hafta derginin kapağından girdi. Bir anda tüm Beyoğlu, Metin Ünkazanan isimli gizemli sosyalistin aykırı fikirlerini konuşmaya başladı. Hatta ÖDP’nin kuruluş tartışmalarıyla ilgili çıkan bir antolojide; hepsi şöhretli 10 üstadın yanı sıra, kimsenin tanımadığı Metin Ünkazanan’ın fikirleri de basıldı. Çeşitli kişiler yıllar boyunca Metin Ünkazanan’dan alıntılar yaptı.
Gerçek Metin Ünkazanan geçen yıl devlet memurluğundan emekli oldu. Sahte Metin Ünkazanan olan bendeniz, o zamanlardan beri Beyoğlu’na uğramıyorum. Birkaç kez İnci Pastanesi’nin hatrına gittim, o kadar.
Geçenlerde ÖDP antolojisindeki o yazımı tekrar okudum.
“Türk ve Kürt kardeşliğinin yolu; her iki taraftaki apoletli faşistlerin kıçına tekmeyi basmaktır.” yazıyordu ilk bakışta rezalet, ikinci bakışta şaheser bulunan yazıda.
Gözüm aynaya takıldı. Bu yazıdan beri 16 yıl geçmiş. Değirmenlere su taşıyayım, kılıç çekeyim derken sakalımın yarısı ağarmış.
Şu sıralar Beyoğlunda hayranlık uyandıran bir “mantık önermesi” duyuluyor: “Öcalan bazılarına göre “terörist başı”, öte yandan pek çok kişinin “şef” dediği bir insan. Ona kulak vermek gerekmez mi?”
Elbette herkese kulak vermeliyiz. Açılımlara girmeliyiz...
Abdullah Öcalan en yakınındaki birçok yoldaşı dahil, binlerce kişinin ölüm emrini vermiş bir “şef”. Tıpkı örnek aldığı Türk “şef”ler gibi Spinoza’nın izinden gidiyor ve karmaşık düzlemler evreninde birbiriyle çelişen, çakışan bin türlü laf ediyor. Artık neresinden tutarsanız.
Birilerinin saygı duyması o kişiyi muhattap almamızı gerektirecekse tüm mafya babalarını, faşist siyasetçileri, kanlı paşaları da dinleyelim. Tarikat liderlerine Öcalan bile saygı duyuyor. Onları neden muhattap almıyoruz ki?
Bir zamanlar bana kimse saygı duymadı ve yazdığım yazılar suratıma çarpıldı. Ben genç bir oğlan çocuğu oldum için saygı görmüyorsam fikirlerimin suçu ne? Parası, silahı, CIA’sı, tarikatıyla güç kazanan herifin saygınlığının sebebi ne?
Beyoğlu’nda moda olan mantık önermesi; kaçınılmaz sonuçlar doğuruyor: Silahla, kanla, cebren ve hileyle “güç” ve “saygı” kazanmış insanların “önderlik” ettiği bir “uzlaşma”dan kime ne fayda gelir? Böyle bir uzlaşma, bu liderleri “lider” yapan yöntemleri de kutsamamız anlamına gelmez mi? Sosyalistler bu “yöntem”lerle, aynı yolda buluşabilir mi?
Geçenlerde bir toplantıda 23 yaşlarında bir delikanlı, güzeller güzeli sevgilisinin elinden tutarak küstahça sordu bana:
“Sizce Abdullah Öcalan İmralı’dan çıkmalı mı, çıkmamalı mı?”
Önce elimi ak sakalıma götürdüm ve delikanlıyı sözlerimle bir güzel dövdüğümü hayal ettim. Sonra nedense bundan vazgeçtim ve  “Çıkmamalı” dedim. “Çünkü başka bir yol var.”
“Öcalan ömrünün sonuna dek İmralı’da kalsın. Ama bu saygıdeğer kişiyi orada yalnız bırakmamak gerek. Yanına 29 yıldır beslediğimiz Netekim Paşa’yı ve pis kokulu silah arkadaşlarını da yollayalım. Bu yetmez tabi. Kardeşlerine ölüm emri veren tüm suçluları, tüm işkencecileri, tüm zalimleri ve bunu şehvetle destekleyen tüm kalembazları o lanetli adaya tıkalım. Adanın adını da “Gerçek Hayırsız Ada” olarak değiştirelim.
Sonra da Orta Dünya Birliği’nde kardeş kardeş yaşamaya başlayalım. Hapisteki çocuklarımızı çıkarıp, hepsini tek tek öpelim. Hüzünlü mezarlarda beraberce ağlayalım. İnsanlarımızı iş ve güç sahibi yapalım. İşte benim yolum budur.”
Beyoğlu unutturuyor bazen.
Ama bizim bir yolumuz var. Sakın ha şaşırmayın; bizim bir yolumuz var.