Dünya küresel kapitalizmin krizi ve kurtarma operasyonları ile uğraşırken Türkiye’de son günlerde Kürt sorunu ve Ergenekon Davası bir miktar krizin önüne geçti. Yaşam otobanında...

Dünya küresel kapitalizmin krizi ve kurtarma operasyonları ile uğraşırken Türkiye’de son günlerde Kürt sorunu ve Ergenekon Davası bir miktar krizin önüne geçti. Yaşam otobanında ülkenin kronik meseleleri zaman zaman birbirini sollasa da hiçbir zaman otobanı terk etmiyor. Hal böyle iken sorun emziren bir Hükümet ve Fat Star’ın “Bu dünya toz pembe mi,yoksa sen misin?” şarkı sözlerine denk düşen, şarkının güzeli gibi hep kendini tekrarlamak isteyen bir Başbakan ile yaşam otobanındayız ve  ezilmemeye çalışıyoruz.. Kendi bahçesindeki yolsuzluk pisliklerini görmeyip Diyarbakır’da kentin pisliğine vurgu yapan, atadıkları yandaş Rektör üzerinden Dicle Üniversitesi’ni saldırı kürsüsüne çeviren, BM Güvenlik Konseyine Geçici Üyelik için halkın elli milyon dolarını rüşvet olarak dağıtan, bize bir şey olmaz edebiyatı ile ekonomiden bir haber, şiir okumayı seven ama şairleri tanımayan bir Başbakan ile otobana çıkmış bir Türkiye. Bu manzara ortada iken kimi şaşkın ekonomi yazarlarının krizi fırsata çevirme replikleri de sürmekte. Uluslararası Para Fonu’nun tıpkı küresel kapitalizm gibi itibar yitirdiği bu günlerde IMF ile yeniden masaya oturma söylemleri ile medyada turlamalar.

Aslında Kafka’nın “ kötüye borcunuzu taksit taksit ödeyemezsiniz.”sözünü “kötüye borcunuzu hiç ödeyemezsiniz” şekline dönüştüren IMF’den yeniden borç alma ülke kapitalistlerine yönelik taze kan bulma çabasından öte bir şey değil. Ne bu replikler ne de bu tür bir iktidar Türkiye için yeni değil. Yıllar boyu benzer söylemlerle günü kurtaran sistem her tükenen iktidar yerine aynı yapıyı yeniden boyayıp tekrar tekrar sunmakta. Burada unutkan insan hafızasına ne kadar çok iş düşüyor…

 

HAFIZA YİTİMİ..

Kısa bir süre sonra biz Ankaralılar TAKSAV sayesinde yine tiyatronun o güzel replikleri ile iç içe olacağız. Tiyatronun yanı sıra bir başka sanatsal büyü benim için sinema. Sahnede olduğu gibi perdede de hiçbir şeyin göze teğet geçemeyeceğini söyleyebiliriz kanısındayım. Filmler etkiler, büyüsü sizi bir süre sarmalar. Bu büyü kimi ışıklar yanınca bozulur, kimi sinema kapısında gecenin serinliği yada ayazı yüzünüzü yalayınca. Pek azımızda bu büyü düşlere uzanır. Çoğu hayatın gerçekleri bizi kısa sürede hayalden koparıp rutin dünyaya geri çağırır. Bu ıslığın ardından gitmeyen yok gibidir. Aklın hegemonyasından kendini kurtarmışlar hariç.Bir de hafıza yitiminden muzdarip olanlar.

Sinema, hayal ve hafıza sözcükleri yan yana gelince Peter Segal’in “Elli İlk Öpücük” filmini anımsamamak olası mı?  Film bir trafik kazası sonucu sürekli yenilenen hafıza kaybına uğrayan Lucy ( Drew Barrymore) ile ona aşık olan Dr.Henry Roth ( Adam Sandler) arasındaki inanılmaz ilişkiyi konu ediniyor. Kaza sonrası her gün bir önceki günü unutan Lucy’e her gün kendini tekrar tekrar anlatan,anımsatan Henry Roth’un özverisi, emeği.. Aşk emek ister sözünün vücut bulduğu bir film. Filmde yer alan bir replik var ki  değinmeden geçmemek gerekir. Lucy’nin hafıza kaybına neden olan kaza önlerine çıkan bir ineği ezmemek çabasına dayanır. Kaza sonrasını anımsamayan Lucy Henry’e sorar; - “İnek ne durumda şimdi?” Henry;-“ tıpkı senin gibi,her gün inek olduğuna inandırmaya çalışıyorlar?”

 

Fİlmden gerçek hayata dönelim

Her gün iktidar olduğuna kendini inandırmaya çalışanların, işkenceden ölümlerin sıradanlaştığı bir ülkede  her gün insan olduğuna kendini inandırmaya çalışanların, ‘cover’lanan iktidarlardan her gün yeni şarkılar dinlenebileceğine kendini inandıranların, samimiyetsizliğin emzirildiği ortamdan her gün çatılar kurulabileceğine kendini inandıranların,  popülizm  ile halkın yanında yer alacağına kendini inandıranların,  silahları gömerek çatışmaların son bulacağına kendini inandıranların,  liboş-yobaz ittifakı ile militarizmin hakkından gelineceğine kendini inandıranların,  bu ittifaka sıcak bakanların,  yengeç sepetinden göğe bakanların, Dr Henry Roth’un her gün aşkını yeniden kazanmak için verdiği emeği her gün vermeden almaya çalışan kolay solculuk suyuna olta atanların ve her gün yeniden bıkmadan usanmadan emperyalist-kapitalist yıkımı anlatıp iğne ile kuyu kazmaya çalışanların, her gün bir ağaç sökenlerin ve her gün bir tohum ekenlerin gerçek dünyasına, hayatın gerçeğine…