İnkâr ve linç
Filistinli öğrenciler, akademisyenler, doktorlar ve devlet politikalarına karşı çıkan Yahudi İsrailliler ülkede kendilerini giderek daha fazla baskı altında hissediyorlar. İsrail faşizmin pençesinde mi? Maalesef olumlu bir yanıt bulamıyorum.
Meron RAPOPORT
Bazen nasıl bir ülkede yaşadığıma gerçekten aklım ermiyor. Daha doğrusu, bu korkunç savaş bittiğinde yaşadığım ülkenin neye dönüşeceğini öngöremiyorum.
Geçtiğimiz Pazartesi günü Zoom’da yapılan bir toplantıya katıldım. İsrail’in Arap Vatandaşları Komitesi toplantısına komite üyelerine ek olarak çeşitli siyasetçiler, akademisyenler ve hak savunucuları katılıyordu.
Bu toplantı vatana ihanet suçu içeriyor muydu? Belki de içeriyordu.
Perşembe günü geldiğinde 16 yıl boyunca milletvekilliği yapan komite lideri ve solcu Hadaş Partisi eski lideri Muhammed Baraka tutuklandı.
Baraka’ya ek olarak komiteden iki tanınmış siyasetçi daha tutuklandı; Balad partisi lideri Sami Abu Şehadet ve parti üyesi Hanin Zoabi. Duyduğumuza göre Gazze’deki savaşa karşı Nasıra’da eylem çağrısı yaptıkları için tutuklanmışlardı.
Telegram’daki Hamas kanalını takip ediyorsanız suç işlediğiniz kesin, yalnızca bu sebeple yıllarca hapis yatabilirsiniz.
Hükümet, filistinli öğrencilere ve akademisyenlere İsrailli üniversitelerde baskının dozunu daha da artırmaya hazırlanıyor.
Filistinlilere ait bir hukuk ve insan hakları merkezi olan Adalah, sosyal medya ya da WhatsApp gruplarında yaptıkları Gazze paylaşımları sebebiyle 100’den fazla öğrenci ve öğretmenin şimdiden kurumlarından uzaklaştırıldığını bildirdi.
Adalah Genel Direktörü Hasan Cabarin’in komite toplantısında aktardığına göre bir öğretmen “Allah’tan başka ilah yoktur” gönderisi yüzünden ifadeye çağrıldı. Öğretmen ifadesinde halasının vefat ettiğini, bu gönderiyi o yüzden paylaştığını söyledi. Okul yönetimi halasının ölüm belgesini görmeyi talep etti ve “suçu” ancak o zaman affedildi.
CADI AVI
Cadı avının Hayfa Üniversitesi’nde de başladığını görüyoruz. Hamas saldırıları ile aynı gün dekanlıktan tarafına mektup gönderilen bir öğrenci, “derslerinin dondurulduğu ve yurttaki odasını bir gün içinde boşaltması gerektiği” haberini aldı. “Gazze yakınlarındaki yerleşkelere yapılan terör saldırını ve masumların katlini” desteklemek ile suçlanıyordu. Öğrenci, bu suçlamaları kabul etmediğini ifade etti.
Öğrencinin sorgusuz sualsiz cezalandırılmasına karşı çıkan 24 öğretmen harekete geçti ve konunun disiplin komitesinde görüşülmesini talep ettiler.
Konuyu Adalah da takip etmeye başladı. Üniversiteye ilettikleri resmi mektupta öğrencinin okuldan uzaklaştırılmasının “keyfi ve makul olmayan” bir uygulama olduğu ifade edildi ve “öğrencinin adalet, barınma, ifade özgürlüğü haklarının çiğnendiği” belirtildi. Süreçte halen sona gelinmiş değil.
Üstelik bu tür hadiseler yalnızca Hayfa’da yaşanmıyor. Kaye Koleji’nde profesörlük yapan diğer bir dostum Varda Saade, Gazze’nin 16 yıldır kuşatma altında olduğunu ifade eden bir gönderi paylaştı. Gönderisinde Hamas saldırılarını meşru gören herhangi bir fikir ya da ifade yer almıyordu. Sivillerin öldürülmesini net bir biçimde kınıyordu. Üniversitenin 30 yıllık çalışanı olmasına rağmen işine öylece son verildi.
Benzer olaylar İsrail’in sağlık sektöründe de yaşanıyor. Hastanelerde, tıp merkezlerinde ve eczanelerde çalışanların yüzde 40’ını Filistinliler oluşturuyor.
Ben Gurion Üniversitesi’nde kamu sağlığı alanında araştırmacı olarak çalışan Niyaha Davud, doktorları ve sağlık çalışanları ihraç etmek için yürütülen kampanyayı aktardı, savaşın başlangıcından önce paylaştıkları gönderilerin insanların önüne konduğundan söz etti.
Haşaron Hastanesinde görev yapan kardiyolog Abed Samara, saldırıdan bir sene önce paylaştığı “İslam bayrağı ve zeytin dalı taşıyan güvercin” gönderisi yüzünden ifadesi dahi alınmadan ihraç edildi.
Davud’un aktardığına göre sağlık çalışanları Yahudi meslektaşları tarafından kötü muamele görüyorlar ve sendikalar ya da tabip birlikleri bu konuda herhangi bir aksiyon almıyor.
Şifa Hastanesi’nin bombalanması çağrısı yapan İsrailli Yahudi doktorlar, cezasızlık politikası ile korunuyor. Böyle bir çağrının benzerini ne İsrail’de, ne başka bir yerde geçmişte görmedik.
Davud bu çağrının hem Cenevre Sözleşmesinin, hem Hipokrat yemininin doğrudan ihlali olduğunu söylüyor.
Diğer endişe verici bir olgu da bu orantısız yaptırımların devletin tepesinden, aşırı sağcılarla dolmuş kadrolardan dahi gelmiyor. Üniversiteler veya hastaneler, bu işten çıkarmaları bizzat kendi inisiyatifleri ile gerçekleştiriyorlar. Filistinliler, kendi Yahudi meslektaşları tarafından işlerinden uzaklaştırılıyorlar.
NELER OLUYOR?
Bana kalırsa hem resmi, hem gayriresmi şekillerde yürürlüğe konan kararlar, bir tür bilinçli ve kolektif kararın ürünü. Bu karar gereği, İsrail toplumu gerçekleri görmezden görmeyi seçiyor.
Geçtiğimiz Cuma Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın yaptığı konuşma, “düşmana hizmet ettiği” gerekçesiyle hiçbir İsrail televizyonunda yayınlanmadı. Diğer yandan El Cezire televizyonu İsrail ordusunun basın açıklamalarını canlı olarak yayınlıyor.
İsrailli Yahudiler kendilerini gerçeklerden soyutlamak, İsrail’de yaşayan iki milyon Filistinli’nin Gazze halkıyla dayanışma ruhu içinde olduğunu görmezden gelmek istiyorlar. Bu insanların birçoğunun Yaffa’da ya da Rama’da akrabaları var.
Aynı yaklaşımı planlanan rehine takasında da görüyoruz. İki hafta önce, kara harekatı başlamadan önce taraflar kadın, çocuk ve yabancı rehineler ile İsrail hapishanelerindeki kadın ve çocuk mahkumların takas edilmesi için görüşüyorlardı. Ateşkesin ne kadar süreceği ve İsrailli rehinelerin kime teslim edileceği gibi konularda henüz anlaşmaya varılamamıştı. Buna rağmen müzakereleri yürüten yetkililer anlaşmaya “ramak kaldığını” söylüyorlardı.
Anlaşmanın imzalanması beklenmedi ve İsrail kara harekatı başlattı. Harekat başlar başlamaz söylemler değişti. İsrail ordusu sözcüsü ve kendisiyle ağız birliği yapan askeri yorumcular ve gazeteciler hep bir ağızdan kara harekatının “Hamas üzerinde rehineleri serbest bırakması için baskı oluşturduğunu” söylemeye başladılar.
Rehinelerin aileleri bu görüşe katılmıyorlardı fakat “vatan haini” damgası yeme korkusuyla seslerini çıkarmadılar.
Kimse, “Kara istilası Hamas’ın rehineleri bırakması için ne tür bir baskı yaratıyor? Ne bakımdan? Nasıl?” diye soramadı.
ÇARPIK BAKIŞ AÇISI
Savaşın enkazı altına gömülen başka bir soru daha var. İsrailli Yahudiler Gazze’de ne olup bittiğini görüyorlar, duyuyorlar, düşünüyorlar? İşlenen savaş suçlarına dair neredeyse hiçbir şey görmüyorlar.
Londra’da, Washington’da ve diğer dünya kentlerinde haftalık olarak düzenlenen Filistin’e destek eylemleri, İsrailli sivillerin öldürülmesini destekleyen “solcuların” eylemleri olarak yansıtılıyor.
İsrail’in Gazze’de yaptıklarına karşı artan küresel tiksinti, İsrail medyasında haberleştirilmiyor. Haberleştirildiğinde ise tamamen çarpıtılıyor ve sanki Yahudilere ve İsrail’e karşı bir tür komplo hazırlandığı algısı oluşturuluyor.
Baskıcı politikalar Filistinli İsraillilere has değil. Yahudi muhalifler de linç kültürüne maruz kalıyorlar.
Yıllarca Haaretz gazetesi için yazan psikiyatrist Eran Ronik Çarşamba günü Kamu Hizmetleri Komisyonu tarafından disiplin kurulu görüşmesine çağırıldı ve Netanyahu karşıtı yazıları için ifade vermesi talep edildi.
Vatandaşlık öğretmeni Meir Baruçin, İsrail ordusunun Gazze’de ya da Filistin’de öldürdüğü Filistinli çocukların fotoğraflarını paylaştığı için “vatana ihanet” suçlamaları ile Perşembe günü tutuklandı.
Ultra-Orthodox, solcu bir gazeteci olan İsrail Frey, kibbutz günü yaşamını yitiren İsrailli ve Filistinli çocuklar için dua ettiğini yazdı. Evinin önüne toplanan kalabalıktan kendini zor kurtardı ve sığındığı yer halen bilinmiyor.
Zihnimi en çok kurcalayan ve beni en çok korkutan soru ise şu: Bir sonraki adım ne?
Şu an yaratılan terör iklimini “korku ve intikam hırsı” ile açıklayabilirsiniz. Hamas saldırısı ardından Yahudi İsraillilerin abartılı olsa da kendilerini güvende hissetmediklerini söyleyebilirsiniz. Fakat İsrail içinde yaratılan bu susturma ve baskı rejimi, savaş bitince sona erecek mi? Yoksa Filistinli ve İsrailli muhaliflerin topyekün bastırıldığı yeni bir rejimin eşiğinde miyiz?
İsrail faşizmin pençesinde mi? Maalesef olumlu bir yanıt bulamıyorum.
Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Middle East Eye