Onların hayatını anlamlı kılan aramaktı. Neden olmasın? Bu noktada tereddütle yaklaşmamız gereken birinci nokta kapitalizmin oyuncak anlamlarına dalıp, bizi canlı tutan bireysel anlamlardan kopmamak. İkinci olarak da facialar ve katliamlar ülkesinde yaşayan insanlar olarak adil, insancıl ve aydınlık bir anlam arayışından vazgeçmemek için direnmek, direnmek, direnmek…

İnsan hayatının anlamı

NESLİ ZAĞLI

İnsanın anlam arayışı, sadece belli zümrelere, elitlere ve varoluşçulara özgü lüks bir konu olmamalıydı. Her insan canlısının yaşamda bir anlam bulabilme telaşı olmalıydı. Oysa üstünde yaşanılan bu dünyada ve içinde yaşanılan bu ülkede, hayatın anlamını aramak bir define arama öyküsü gibi uçuk kalıyor. Çünkü arsız bir kapitalizm var, sömürü düzenine dönüşen globalleşme var, onca yoksulluk var. Aslında insanın yoksunluğu neyse, anlamı da o oluyor. Barınma ve beslenme ihtiyaçlarını karşılamanın peşine düşen kişi, koyu bir kahve yapıp yaşamın anlamını sorgulayamıyor. Diğer pek çok şey gibi insanın anlam arayışı da politiktir. Neye ihtiyaç duyduğumuzu bilmeden anlamın peşine düşemeyiz. Eğer ihtiyaçlarımız temel insani gereksinimlerden öteye gidemiyorsa neyin eksik, neyin anlam olduğunu asla bilemeyiz. Doğduk, büyüdük ve yaşlanıyoruz. Varlığımızın biricikliği söz konusuysa, bir anlamı da olmalı. Yüzyıllardır varoluşçu filozoflar ve psikologların en temel çalışma alanı olarak “varoluşun anlamı”nı seçmeleri de bu yüzdendir. Eğer karnımız tok, sırtımız pek ise en çok ihtiyaç duyduğumuz şey var olmamızda bir anlam bulmaktır. Bu anlam arayışı sınıflar üstü müdür, elbet tartışılır ama ne olursa olsun her türlü arayış tok karnına yapılır. Şu ana dek varoluşsal felsefeye yönelik hiç bir metinde işin bu yönüne rastlamadım. İnsan hayatının anlamı sorusu kapitalizm sonrası bir konu değil bunu biliyoruz. Ancak bu çağda hayatın anlamı nedir dendiğinde büsbütün kuşkudayız.

Peki hayatın anlamı ne? “İnsanın Anlam Arayışı” adlı popüler kitabında Viktor Frankl, Yahudi soykırımı esnasında yüksek ölüm ihtimali dışında bir şeyi kalmamış bir insanın bile hayatında bir anlam aradığına dikkat çeker. Aslında yukarıda sözünü ettiğimiz “İnsanın anlamı araması için önce temel ihtiyaçları sağlanmalı” önermemize karşıt bir bakış gibi görünmektedir. Açsın, susuzsun, ölümle burun burunasın ve anlam peşinde koşuyorsun. Bu mümkün mü? Altında bir inanç, bir ideoloji veya bir öğreti varsa mümkün. Soykırım karşısındaki tekil insan ruhu ancak böyle büyük bir travmanın işlenip anlamlandırılabildiği bir noktada varoluşu anlamlı kılabilir. Frankl geliştirdiği ve logoterapi adnı verdiği psikoterapi okulunda da bunu savunmaktadır. Bu yaklaşım “anlam verilmez ama alınır” gibi bir noktaya karşılık gelir. O halde anlam gümüş tepsilerde başını ellerinin arasına alıp düşünene değil, anlam için doğal ve doğaüstü engellere direnebilenlere bahşedilmiştir. Mevcut koşullara, olasılık ve tehditlere direniş ise çoğu zaman insanoğlunun dokunup koklayamadan öldüğü saklı bir hazine gibidir maalesef.

İnsanın anlamlı bir hayat yaşadığına, kendi varlığı ve birliğinin anlamlı bütünlüğüne inanması aslında çok büyük oranda gelişimsel öyküsüne ve kendilik bütünlüğüne bağlıdır. İdeal olarak bir çocuk önce anne, sonra babanın da içinde bulunduğu küçük evrende yaşarken gelişiminin bir hattı ideallerdir. Çocuğun geliştireceği idealler bakım verenlerinin duygusal ve ruhsal iklimiyle ve yanıtlarıyla ilgilidir. Çocuk anne ve babayı ülküleştirecek ve öncelikle bu küçük sistem içinde bir anlam inşa edecektir. Anne ve babanın ilgisi, dikkati, özeni, anlayışı ve empatik yanıtları çocuğun varoluşundaki anlamın ilk yapı taşları olacaktır. Hayatında büyük bir boşluk ve anlamsızlıktan yakınan yetişkinlerin ailevi dinamikleri sorgulandığında ailenin anlamlı bir kendilik sistemine olanak vermediği kolaylıkla görülür. Ancak bu demek değildir ki bahtsız bir aile ortamında anlamlı ve bütünlüklü bir kendilik geliştiremeyen biri topyekün bir boşluğa mecburdur. Yaşam, anlamlı bir kendilik oluşturabilecek idealleri kesik kesik de olsa sunar. Bunları yakalamak da dirençle ilgilidir. Aynı, anlaşılmadığımız ve sürekli cezalandırıldığımız bu coğrafyada yaşarken ortaya çıkan ufak direniş olanakları gibi. Anlam verilmez ancak alınır diye tekrarlayalım.

Bir insanın hayatın anlamını nerede araması gerektiğinden daha önemlisi ne için aradığıdır. İç sıkıntısını gidermek için “şuralarda bir yerlerde hayatın bir anlamı olacak” tavrıyla aranan anlamın sonu bir kişisel gelişim kitabının sayfalarında, yeni bir alışverişte, pornografide son bulabilir. Bu sahte anlamlar illa ki zararlı değildir, ama tüketilmeye hazır ve hazımsızlık riski olan ürünlerdir. Hayatın anlamından söz ediyorsak uzun soluklu bir şekilde besleyen, direnç veren ve yücelten şeylerden bahsediyoruz. İnsanın anlam dediği şeyi kapitalizm çukurunda bulması bu yüzden meşakatli ve bezdiricidir. Kapitalist sistem anlam aramadan yalayıp, yutan tüketici sever. Sorgulayan ve kıyaslayan zihin serbest piyasa ekonomisinin artığıdır, çarkların arasında ezemediğidir. Bu çağda bir anlam arayışından söz ediyorsak, bize hazır sunulan anlamları al aşağı etmekte fayda var. Anlam arayışının ulaşacağı noktanın evrensel bir değerde olma olasılığı elbette var: Rasyonel akıl, ahlak, özgür irade, özgürlük vb. Ama çoğunlukla bireysel anlam arayışının varacağı nokta yine bireyseldir, kişiye özeldir, onu ifade eden değer ve eylemlerdir. Kısacası anlam arayışının hazır bir reçetesi, bir yol haritası yok. “Anlam” deyince herkesin anlamı kendine…

Siz de hayatın anlamının peşinde koşuyor musunuz? Yoksa yanlış anlamlar seçmekten yorgun mu düştünüz? Yoksa size de hayatın anlamını düşünmek için her uzaklara dalışınızda bir gülme geliyor mu benim gibi? Bana sorarsanız hayatın anlamı gizli bir formülde veya define sandığında değil. Anlam, dünyayı, ötekileri, zamanı ve kendimizi unuttuğumuz o “şeyde.” Aşk, sanat, edebiyat, yazılım, çiçek, seramik, yabancı dil, mutfak, bilim, çocuk, evcil hayvan, politika, felsefe, spor, deniz, gök, direniş ve her neye kendinizden vazgeçerek kaptırıyorsanız. Elbette bu hipnoza meyillettiren tutkular görecelidir. Ama temelindeki nokta ortaktır: en büyük günahımızdan, zamandan sıyrılmak. Bazıları için bu kendinden geçme halinin yaşanmasına olanak verecek bir psikolojik zemin olmayabiliyor, biliyorum. Ama ben insanlara inatla, gizli gizli, azar azar onları baştan çıkaran şeyi soruyorum. Saat kaç oldu demeden, selfie çekmeye unutarak ve haz alarak yaptıklarını. Bunlar her zaman ulvi anlamlara götürmüyor insanı ama emin olun yaklaştırıyor. Koskoca filozoflar hayatın anlamı üzerine aforizmalar döktürürken aslında muhtemelen anlamı bulmuşlardı. Onların hayatını anlamlı kılan aramaktı. Neden olmasın? Bu noktada tereddütle yaklaşmamız gereken birinci nokta kapitalizmin oyuncak anlamlarına dalıp, bizi canlı tutan bireysel anlamlardan kopmamak. İkinci olarak da facialar ve katliamlar ülkesinde yaşayan insanlar olarak adil, insancıl ve aydınlık bir anlam arayışından vazgeçmemek için direnmek, direnmek, direnmek…