Fransız işçi sınıfı, kendi bekası olarak gördüğü özlük haklarına yapılan saldırıyı “vatana ihanet” sayar. Bunu son aylarda yine sokaklarda dile getiren sosyalist partiler aylardır eylemler yapmakta, Macron’un haklarına saldırısına karşı, “vatanı müdafaa” etmektedirler.

İnsan neyle yaşar?

Nurullah Yıldız

Bu başlık, Tolstoy’un insana spiritüel duy- gular aşıladığı, tanrının mutlak hâkim olduğu dünyayı tanıttığı, bir ders olarak iyiliği öğütlediği öykü kitabına gönderme olsun diye tercih edilmedi. Bu başlık, Lenin’in Ne Yapmalı? sorusuna verdiği yanıtlar ışığında, sınıfların kavgasının halk kitleleri nezdinde ne- lere yol açtığını, günümüzde emek yığınlarının neyle mutlu olabileceklerini ortaya koyabilmek adına seçildi!

Bu yazıda insanın neyle yaşadığı sorusuna cevap aranacaktır. Bu soruya aranan yanıt, sı- nıfların karşılıklı verdikleri tavizler, aralarındaki uzlaşmaz çelişkileri burjuvazi adına iktidarı yönetenlerin aldıkları önlemler ve bu önlemlere sınıfın verdiği karşılık üzerinden Avrupa’da yaşanan ve dünyaya yayılan ya da yayılmış olan bazı olaylara atıfta bulunulacaktır.

Lenin, 1919 yılının 1 Mayıs konuşmasına şöyle başlıyor:

“Emekçi halkın düşmanı toprak sahipleri ve kapitalistler diyorlar ki, işçiler ve köylüler biz olmadan yaşayamazlar. Biz olmasaydık eğer, her şey çöker, devlet parçalara bölünürdü!”
Bu 100 yıllık söylem, Avrupa’da artık işçi sınıfının önünde “vatanın bölünmez bütün- lüğü” olarak yer almasa da Doğu’da hem kadınlar hem emekçi yığınlar açısından daima Devletin Bekası mevzusu önemli rol oynar. İran’da kadının başörtüsü devletin bekasını belirlerken, Irak’ta devletin bekası federatif bölgelerin referandum talepleridir. Libya’da beka petrol rafinerileri, İsrail’de Netanya- hu’nun kirli elleridir. Türkiye’de beka, 21 yıllık iktidarın el değiştirme olasılığıdır! İktidar gi- derse, tam bağımsızlık elden gidebilir! Yani beka ne elle tutulur ne gözle görülür bir kavramdır. Beka, bazen Beko, bazen Arçelik olarak satılan ürünün yerli olmasına övgü, Koç fabrikalarında ezilen emekçinin hakkını talep etmesine ise itirazdır!

Fransız işçi sınıfı, kendi bekası olarak gördü- ğü özlük haklarına yapılan saldırıyı “vatana iha- net” sayar. Bunu son aylarda yine sokaklarda dile getiren sosyalist partiler aylardır eylemler yapmakta, Macron’un haklarına saldırısına kar- şı, “vatanı müdafaa” etmektedirler.

 Emeklilik yaşının artırılmasına olan öfke eşliğinde mayıs ayını karşılayan Fransız emekçiler, sokakları bırakmayacaklarının sözünü verdiler. ’68 Mayıs ayına olan hasretli bakış sürerken, 1 Mayıs ala- nında binlerce insan yer aldı. Sarı Yelekliler ey- leminde karşımıza çıkan talepler ve bu talepler yanında “artık bıktık, yaşayamıyoruz” söylemi yerine, bu kez sokakta umut ve isyan bayrak- ları dalgalandı. Emekçiler hem Macron’a, hem doğamızı yakıp yıkan neoliberal politikalara karşı tek sloganda birleştiler: Direniş!

Direniş sloganı alanda yer aldığında, gözler hemen Latin Amerika’ya döner. “Ernesto’nun yoldaşları nasıllar acaba?” diye düşünülürken hem darbelerin hem Şili’nin başkenti Santiago hatırlanır, Peru’da yerel halkın yaşam biçimi tartışılır, Brezilya’da Lula’nın zaferi dünmüş gibi anımsanır, Bolsonaro’nun seçim sonuçlarını kabul etmeden ABD’ye kaçması yadırganır! Fakat kıta Amerika’sında ABD’nin durumu daima durağandır!

Alman işçi sınıfı, son 50 yılda hiç rastlan- mamış bir şekilde, tüm sendikaların birleşme kararını aldığı bir 1 Mayıs kutladı. Almanya’da emekçiler, “insan neyle yaşar?” sorusuna “bir- leşerek” diye cevap vermek isteyebilir, lakin Almanya’da son yıllarda görülen en kapsamlı direniş, yükselen enflasyon oranında maaş zammı alamayan işçi ve memurların eylemleri olarak göze çarpıyor. Alman emekçileri, son zamanlarda sadece bir umut ile yaşıyorlar: Direniş! Onların yaşama tutunmalarındaki tek gerçeklik, direnmek için gösterdikleri çabayla açıklanabilir. Zira ekonomik talepleri sosyal demokrat hükümet tarafından dinleniyor olsa da hâlâ istediklerini alamadılar. Tam olarak sokaklara da yayılmayan eylemlik süreçleri için, direnmek gibi bir istekleri var. Bunu da ha başardılar, ha başaracaklar.

Peki, her küçük fırsatı sınıfsal bir direnişe, isyankâr bir atılıma çeviren Yunanistan halkı? Yunan Emekçileri? Uzun yıllardır neoliberal politikalara teslim olmuş Yunanistan yeniden
seçime gidiyor. Bu seçimde solun güçlenmesi beklenmiyor fakat Yunan emekçileri liberalizm karşısında geri adım atmamaya, maaşlarına zam istemeye, özlük haklarını korumaya ka- rarlılar. Atina’da sokağa taşan binlerce emekçi 1 Mayıs’ta yine aynı sloganı tekrarladı: Direniş!

Faşist Parti’nin lideri Mussolini tek tip İtal- ya’yı elde edene kadar kavgasına devam ede- ceğine yemin ettiğinde, işlerin bu kadar ileri gi- deceğini kimse düşünmemişti. Adolf çekingen konuşmalar yaparken, kimse Nazilerin insanlığı tehlikeye atacağını aklına getirmemişti ki Kızıl- lar Berlin’i hem havadan hem karadan teslim almış, aylardan yine mayıs kapıya dayanmış, kesin zafer için 8 Mayısa kadar beklenmişti. Yine Mussolini’nin İtalya’sına özenen Meloni, göreve geldiğinde aşırıya kaçacağına dair bir emare olmamasına rağmen, tüm sağcılar gibi iktidara gelir gelmez yine emekçilere savaş açtı. Bu savaşın arasına ise beka sorununu sıkıştırdı ve ülkedeki “kaçak göçmenleri” örnek göstererek olağanüstü hal kararı aldı. Buna kar- şın İtalyan Antifa ve emek hareketleri birleşti. Milan başta olmak üzere, halk kitlesel eylemler yapmaya başladı. İtalyan halkı da “insan neyle yaşar?” sorusuna, Direniş yanıtı verdi.

Avrupa’da direniş, Latin Amerika’da is- yan, Asya’da iç savaş, Ortadoğu’da kargaşa sürerken, insanlığın ortak değerleri daima tehdit altındadır. Yaşam alanları talan edi- len hayvanlar rahatsız, doğa yok olmaya yüz tutmuş durumda. Sınıfsal pozisyonla- rı itibariyle iktidarı almaya en yakın kesim olan işçi sınıfı, sınıfların kavgasında doğa ve yaşam eksenli bir iktidar kurmak adına yeni bir hamle ortaya koyamadı. Bu eksik kulvar, emek sermaye çelişkileri ölçeğinde doldurulmadıkça, hayatımıza yeni kavram- lar girmeye devam edecek. Direniş yerine yok oluş; devrim yerine dönüşüm! Bu yeni kavramlar insan neyle yaşar sorusuna yanıt oluşturmayacak. Bu sorunun yanıtı yine di- reniş cevabıyla var olmayı sürdürecek!

Günümüzde sınıf mücadelesinden ilk kez haberdar olanlar var ve muhtemelen birçok kişi sınıf mücadelesinin Berlin Duvarı ve Sov- yetler Birliği ile sona erdiğini sanıyor. Yahut sınıflar arasındaki kavganın sadece lafazan bir sosyoloğun derdi olduğunu sanan, azım- sanmayacak kadar insan var. Sosyolojinin doğuşundan önce, hatta “modern toplum- daki sınıfların varlığını ya da aralarındaki mü- cadeleyi keşfetme onuru bana ait değildir” diyen Marx’tan ve 1848'de Komünist Parti Manifestosu'nda kavramı sistemleştirme- sinden önce bile sosyal sınıflardan bahse- diliyordu. Yunan yurttaşlarından metiklere ve kölelere kadar, tüm toplumlarda sınıflar ve onlar arasında sınıfsal kavgalar mevcuttu. ... Onları anlamak ve organize etmek için toplumlar, tabiri caizse ilk insan toplulukla- rının oluşmasından bu yana sosyal gruplara bölünmüştü. Bir sınıf, neyle yaşayacağını araştırıp, yaşama dair umut beslediğinde, direniş sesiyle ayağa kalktı ve kendini ezip, emeğini sömüren öteki sınıf karşında devrim gerçekleştirdi. Günümüzde devrim ağır bir kavram olsa da ona bağlı ele alınabilecek olan direniş, insanın neyle yaşayabileceğine en güzel cevaptır. Direniş!
Peki, sınıf mücadelesi tamamıyla bitti mi? Söylediğimiz gibi, dünya sahip olanlar ve ol- mayanlar, kendi kaynaklarıyla yaşayabilenler ile ücret ilişkisinden geçmek zorunda olanlar ve yeniden üretimi sağlamak için emeklerini satmak zorunda olanlar arasında bölündüğü sürece, içinde yaşadığımız toplum sınıflı bir toplumdur. Karşıt sınıflar var oldukça bu böyle devam edecek. Ancak yapabileceğimiz şey, “insan neyle yaşar?” diye sorarak toplumsal yaşamdaki çelişkileri çözmek için mücadele etmektir. Bununla birlikte, sınıf mücadelesi bazen ortada yokmuş gibi görünür lakin direniş her daim hazırda bekletilmelidir! Çünkü bir sınıfın öteki sınıfa tahakkümü asla sona ermez, bazen şekil değiştirir! Direniş gibi...