Yeni kitabı ‘Parçalı Bulutlu’ ile okurlarıyla buluşan Tuğçe Isıyel, “Parçalı bulutlu ifadesi insanın karmaşık ruh hallerinin bir özeti gibi geliyor bana” diyor.

İnsanın ruh hali ‘Parçalı Bulutlu’
Tuğçe Isıyel. (Fotoğraf: BirGün)

Eda KÖPRÜ YILMAYAN

Psikoterapist Tuğçe Isıyel son yayımlanan kitabı ‘Parçalı Bulutlu’yu Okuyan Us Yayınevi etiketiyle okurla buluşturdu. Isıyel, kitabında farklı insanlık hallerine dikkat çekiyor. Son yayımlanan ‘Parçalı Bulutlu’ isimli kitabında doğadan ilham alıyor ve kitabını kurda, kuşa, aşa adıyor. Isıyel “parçalı bulutlu” ruh hallerimiz ve antidepresan toplumuna dönüşmemizle ilgili sorularımızı yanıtladı.

Kitabınızda doğanın kendi yasalarına ve insanın doğanın bir parçası olduğuna dikkat çekiyorsunuz. Öncelikle kitabın adından başlayalım. Neden ‘Parçalı Bulutlu’?

Gökyüzü hep günlük güneşlik ya da bulutlu değil. Bazen ikisi birden, bazen güneş çıkıyor sonra bir bakıyorsunuz hava bulutlanmaya başlıyor. İnsanın doğası da öyle. “Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe…” İnsan hiçbir zaman tam, mükemmel bir varlık değil, eksik gedik, yara bere dolu. İnsan kusurlarıyla, zaaflarıyla, hatalarıyla insan. Tıpkı gökyüzünün de bulutlarla birlikte gökyüzü olması gibi. Bulutlar gökyüzünden bir şey eksiltmiyor. Kusurlar da insandan bir şey eksiltmiyor. Parçalı Bulutlu ifadesi insanın karmaşık ruh hallerinin bir özeti gibi geliyor bana.

Kitabınızı neden kurda, kuşa ve aşa adıyorsunuz?

Bu Anadolu’nun kadim laflarındandır. Çok severim. Tohumu ekerken söylerler. Bağa, bahçeye ekilenin sadece insan için olmadığını, tüm doğa için olduğunu ifade eder. Doğanın bir parçası olduğumuzu hatırlatır bize. Ne yazık ki doğayla ilişkimiz çok kibirli bir hal aldı, insan doğadan üstünmüş gibi, doğa insana hizmet etmeliymiş gibi yaşanan bir durum var. Hâlbuki insan doğa içre bir varlık. Burada bir hiyerarşi söz konusu olamaz. Kurda, kuşa, aşa ifadesi de her varlığın eşit yaşama haklarına sahip olduğunu çağrıştıran bir ifade benim için. Bir diğer tarafıyla da kurda, kuşa derken sanki içimizdeki evcil ve vahşi taraflara da gönderme yapan bir söz.

PARÇALI BULUTLU, Tuğçe Isıyel, Okuyan Us, 2022PARÇALI BULUTLU, Tuğçe Isıyel, Okuyan Us, 2022

Bozcaada’da yaşıyorsunuz. Kitabınızda adaya ilişkin pek çok duygu da var. Adayı anne rahmine benzetiyorsunuz. İnsanın kendiyle kalabileceği, zamanını doğaya göre şekillendireceği bir yer ada. Aslında distopik de bir yer. Siz adada yaşamanın iyi tarafına da dikkat çekiyorsunuz. Kavafis’le, Sait Faik’le, Calvino’yla arkadaş olabileceğinizi yazıyorsunuz ve her ada İthaka’dır diyorsunuz. (Odysseia’nın ulaşmaya çalıştığı ülkesi) Ada sizin için ne ifade ediyor?

Adanın anakaradan kopuk hali, denizin ortasında durması bir yalıtılmışlık duygusu veriyor bana. Bir kendi başınalık hali. Belki de karşıda olan bitene yani şehirdekine bir boş vermişlik hali. Bunun güvende hissettiren bir yanı var, bir biz bizelik duygusu veriyor. Ada aynı zamanda kendinizle ve olanla yetinebilmeyi epey iyi öğretiyor. Olanaklar çok kısıtlı, her istediğinizde karşıya geçemiyorsunuz, çıkan bir fırtına buna engel olabiliyor ya da şehirdeki birçok şeye erişemiyorsunuz dolayısıyla başka şeyler önem kazanmaya başlıyor bir süre sonra ve onlarla yetinmeyi öğreniyorsunuz. Bu kolay olmuyor elbette, karşılaştığınız o ıssızlıkta, uyaransızlıkta kendinize epeyce çarpıyorsunuz. Esas hikâye de o zaman başlıyor işte, kendinizle karşılaşınca. O zaman kendi İthaka’nızı yaratmaya başlıyorsunuz.

Psikoterapistsiniz. Yapılan pek çok araştırmada toplumun bir “prozac toplumuna” dönüştüğünü görüyoruz. Gözlemlerinizi öğrenmek isterim. Bu hale nasıl geldik?

Bunun çok çeşitli dışsal ve içsel sebepleri var elbette. Şunu düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum, niçin sürekli iyi olmaya, yüksek performans göstermeye odaklıyız? Niçin kendimizden sürekli yüksek beklentiler içindeyiz? Yorulma, iyi hissetmeme hakkımız yok mu? Her olumsuz duygu durumunda neden hemen ondan kaçmaya eğilimliyiz de o olumsuz hissin peşine, kökenine düşmüyoruz, ona biraz tahammül edemiyoruz? O duygu durumuyla temas etmiyoruz? Hemen antidepresanlara koşarak o hissi susturmaya çalışıyoruz ancak belli ki o halin bize söylemeye çalıştığı bir şey var. İnsan olduğumuzu unutup, sürekli yüksek performans göstermesi gereken mekanik bir canlı muamelesi yapıyoruz kendimize. Bunun doğamıza çok aykırı olduğunu düşünüyorum. Bu sayede kendimize yabancılaştığımıza ve hastalandığımıza inanıyorum. Kendimizle temas kurmamız gerekiyor, duygularımızla, zaaflarımızla, bugünümüzle, geçmişimizle… Duygularımızı bastırmaya çalışmadan, mükemmellik beklentisine saplanmadan.