Vahşi kapitalist sistem için fakirin ederi yok, siyah fakirin hele, hiç yok! Sonra aradan yaklaşık altı sene geçti, işte birkaç gün önce, yine ve yeniden “Nefes alamıyorum” dedi biri, son sözünde. Afro-Amerikan öfke, haklı ve meşrudur çünkü düzen, ilkel kölelikten modern köleliğe geç diyor onlara. Şarkıcılıktan yırt, sporculuktan kurtar, eh geri kalanı, onlar da baksın canım başının çaresine. Hah!

Irkçılık, ölümcül bir salgındır!

ALPER TURGUT

Dünyadaki Covid-19 vaka sayısı altı milyonu aştı ve lanet salgının şu anki merkez üssü hiç şüphesiz ABD. Yerkürede bu hastalığa yakalan insanların, neredeyse üçte biri, ABD’de yaşıyor. Nefes kesen illet yetmiyor, ABD’nin şiddete hayli meyilli ırkçı kolluk gücü, yine ve yeniden siyah Amerikalıları soluksuz bırakıyor. New York'ta 2014 yılında, kaçak sigara sattığı gerekçesiyle 44 yaşındaki Eric Garner'ı gözaltına almak isteyen polisler, tüm insanlığın gözü önünde cinayet işlemekten çekinmediler. Aynasızlar, üstüne çullanmak ve derdest etmek yetmiyormuş gibi, arkadan boğazını sıkmaya başladılar, altı çocuklu fukara adamın son sözü “Nefes alamıyorum” (i can’t breathe) olmuştu.

Elbette, bu insanlık suçu, infiale yol açtı, öfke sokaklara taştı. Hatta kendini kurtarmış olan, çok zengin NBA yıldızları, nefes alamıyorum yazılı siyah tişörtler giydiler, çok havalı hareket diye alkışlandılar filan. Sonuç mu? Haliyle katil polis ve kendisine yardımcı olan meslektaşları suçsuz ilan edildiler.

Vahşi kapitalist sistem için fakirin ederi yok, siyah fakirin hele, hiç yok! Sonra aradan yaklaşık altı sene geçti, işte birkaç gün önce, yine ve yeniden “Nefes alamıyorum” dedi biri, son sözünde. ABD'nin Minnesota eyaletinin en büyük şehri Minneapolis'te, 44 yaşındaki beyaz bir polis memuru Derek Chauvin, siyah Amerikalı George Floyd'u (46), boğazına diziyle basarak resmen katletti. Pek meşhur koronavirüs de boğarak can alıyor, o vakit ırkçılığın nahoş bir salgın, bir ölümcül virüs olmadığını kim inkâr edebilir ki?

Afro-Amerikan öfke, haklı ve meşrudur, çünkü düzen, ilkel kölelikten modern köleliğe geç diyor onlara. Şarkıcılıktan yırt, sporculuktan kurtar, eh geri kalanı, onlar da baksın canım başının çaresine. Hah! Virüs demiştik başta, şerefsiz salgın, en çok gelir dağılımından vuruyor insanlığı! ABD’de en çok hastalığa yakalanan, en çok can kaybı yaşayan, hiç kuşkusuz siyah toplum. Çünkü öncelikle onlarda diyabet, kalp ve akciğer yetmezliği gibi hastalıkların oranı bir hayli yüksek! İnsan, zenginleştikçe fit, fakirleştikçe obez oluyor ABD gerçeğinde ve sağlık en pahalı şey, asri zamanlarda, ne yazık ki.

Polis merkezini basan ve yakan, devriye otolarını kundaklayan bu siyah öfke ve şiddetin, neden yağmacı diye aşağılandığını tahmin ediyorsunuzdur artık? Öyle ya da böyle o dev dükkanlar, ziyadesiyle talihli beyazlara ait ve pek kısmetsiz siyahlar için, biricik şans, o işyerlerinde çalışmak, çalışamayan da çalıyor işte, bu tarifsiz kaostan doğarak. Ha yağma kültürünü onaylıyorum gibi bir anlam çıkarmıyorsunuzdur umarım, bunu ben demiyorum yağmaya katılanlar diyor, yıllarca çalışsam da alamayacağım şeyi, zevkle yaktım diyor biri, en ihtiyaç duyduğum şey, artık rüyalarımı değil, gerçekten odamı süslüyor diyor diğeri. Yağmacılar da öyle genel öfkenin içerisinde bir avuç sayılır ha, öyle yamamayın talan ayaklanması lan bu diyerek. Hem anlı şanlı sigorta şirketleri de bir işe yarayıversin be, can giderken, ille de mal, malllll diye ağlaşanları susturuversin.

Bizim tayfa da bir âlem, anında üstlerine vazife çıkardılar, ta Amerika kıtasındaki resmi şiddeti, memleketimin güvenlik güçlerinin davranışlarıyla kıyasladılar. Şunu anlamadılar, elbette silahların peynir ekmek gibi satıldığı bir ülkede, müdahalenin koşulları bambaşkadır. Kolluk, sana arabanın torpido gözüne yavaşça ulaş diyorsa, öyle yaparsın, yoksa tehdit görüp ateş eder. Burada asıl suçlanması gereken, bireysel silahlanmayı coşturan, silah sanayisine bel bağlayan Amerikan siyasileridir, sanırım üstüne tartışılacak bir şey değil bu, göz var, izan var. Hah! Amerikan polisinin ırkçı, saldırgan, başına buyruk ve sistem tarafından sırtı sıvazlanan olduğu apaçık. Lakin bizim aynasızlar da keyfi uygulamalar ve şiddet sevdası konusunda yabana atılmayacak bir tutum içerisinde olmuşlardır, ta ezelden beridir. Kendi adıma, pek çok kez darp edildiğim ve hatta mahkemede bu şiddeti onaylattığım için, rahatlıkla bu mevzu hakkında bik bik edebilirim.

Festus Okey’i bilmez belki gençler, o da bir siyah idi, Afrika’dan gelmişti, Nijeryalıydı. Sene 2007 idi, bakın Minneapolis’te değil, İstanbul’da katledildi. Üstelik polis kurşunuyla ve hatta Beyoğlu Ekipler Amirliği binasında. Cenaze töreninde, tabutuna fotoğrafıyla birlikte iliştirilen; “Gidiyoruz, Teşekkürler Türkiye!” dün gibi hatırımda hâlâ. Gitti ama adaleti bekliyor hâlâ Festus, ısrarla, inatla. Çok eskiye gitmeyelim mi, Adana'da gencecik Suriyeli Ali Hemdan'ı vurdular kardeş! Devletin polisi vurdu, orucum dedi vurdu, sendeledim dedi vurdu, yanlışlıkla dedi vurdu, yorgundum dedi vurdu, yalan söyledi ve vurdu. Neyse ki, tez vakitte ‘katil’ polise, “kasten insan öldürme suçundan” müebbet hapis cezası istemiyle dava açılabildi. Ender görülen bir durum ha, o da siyasi gerekçeler, vicdani sebepler değil ana mevzu.

Meslektaşım ve arkadaşım Metin Göktepe’yi gözaltında katledip, gözümüzün içine baka baka yalan söylediler, “duvardan düştü” dediler. Destek görmeseler siyasi iradeden, bunca pervasız olabilirler miydi? Türkiye’de 2007 yılından 2019’a dek, 91’i çocuk toplam 395 kişi, polisin “dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürüldü. İşkencede öldürülenleri, evinde, ailesinin gözleri önünde katledilenleri de unutmayın.

Gezi’nin de yıldönümündeyiz, Ali İsmail Korkmaz’lar bir daha “Vurmayın. Öldüm!” demesinler diye, başkalarının şiddetini örnek gösterip, acıları yarıştırmayacak, zalimce böbürlenmeyeceğiz, iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır diye boş yere söylememişler. Ne çabuk unuttunuz, Mehmet Ayvalıtaş’ı, Abdullah Cömert’i, Ethem Sarısülük’ü, Ahmet Atakan’ı, Berkin Elvan’ı? “Masum değiliz hiçbirimiz” diye şarkı söyleseniz, harbiden daha akıllı ve vicdanlı bir söylem deriz, bilesiniz.

Evet, şu an belki son sokağa çıkma yasağında (kısıtlama diyenlere uyuz olan bir ben değilim umarım) yazıyorum bu sayıklamaları, pazartesi günü yeni normalleşme akımına uyup birbirimizden evvel, büyük bir serüvenle kucaklaşacağız. Sokaklara taşmış idik, şimdi kaynaşacağız, haliyle sonumuz meçhul! Dikkat edelim bünyelere sevgili arkadaşlar, bu saçma sapan insanlık yolculuğunda, birbirimize ihtiyacımız var!