Işığa Nostalji

Semiha Durak 

“Belgeselsiz bir ülke, fotoğraf albümü olmayan bir aileye benzer” diyor Şilili yönetmen Patricio Guzmán.  Belgeselcilik  kariyeri, Salvador Allende'nin silahsız devriminin ilk günlerini anlattığı, First Year  (İlk Yıl ) ile başladığından bu yana,  ömrünü  Allende’nin yarıda kalan düşünü anlatmaya adamış. 50 yıl önce,  11 Eylül 1973’te, Allende’nin ABD destekli Pinochet darbesiyle devrildiği sırada,  o günlerin kaydını  en  yakından tutan Guzmán, bunları üç bölümden oluşan  Şili Savaşı filmi ile belgelemişti. 

Şili’den Avrupa’ya  kaçırılan film makaralarıyla tamamladığı belgeselin,  darbenin  50. yıldönümünde, restore edilmiş biçimiyle,  yeniden gösterimde olduğunu duymak güzel. Guzmánsız bir Şili, Nazımsız bir Türkiye‘ye benzer. Böyle söyleyince, Nazım’ın paraleline Pablo Neruda daha uygun düşerdi şairliğiyle,   diye itiraz edecek oluyor iç sesim. Ama Guzmán’ın anlatımı, taşları, metaforları Neruda’yı aratmayacak bir şiirsellikte. Poetika ile  politikayı birbirinden ve hayattan ayırmayan, dünyaya aynı mercekle  bakan insan  benzerliği,  üçünün de üzerinde.

Guzmán, Şili’nin katmanlı tarihinin dokusundan alınmış kesitlere benzeyen film makaralarıyla birlikte  sürgünde yaşadığı yılların ardından,  ilk kez 2010 yılında,  ülkesinin travmatik geçmişine dönüp bakıyor. Geçmişin karanlık dehlizlerinde özlemle aradığı ışığın peşindeki filmine  verdiği isimden,  izlerken şiirsel bir yolculuğa çıkacağımız da belli oluyor. Işığa Nostalji bir belgeselden daha fazlası. Destansı bir şiirle bilimsel bir makalenin ahenkli dansı gibi.  Arkeoloji, astronomi ve politikanın metaforlar, alegorilerle  harmanlandığı şiirsel bir yapıt. Geçmişi, bugünü ve geleceği toz ve ışık kavramlarıyla sorguluyor. Toz baktığımız her yerde; tarihin sayfalarında, gökteki yıldızlarda, çöl rüzgarında savrulan kuma  karışmış insan kalıntılarında. Ağıt ve umut,  tozun değişik formlarında, Guzmán’ın yansıttığı ışığın içinden geçip kucaklaşıyor. Toz orada o ışık hüzmesine gizlenmiş; kimsesiz  mezarların dehlizlerinden,  isli camlardan, teleskoplardan süzülüyor.

Işığa Nostalji,  Şili’deki  Atacama Çölünde  yerin, göğün ve ölüler diyarının,  üç farklı hikaye örgüsüyle birleştiği bir yolculuğa çıkarıyor izleyenleri.  Deniz seviyesinden 3000 metre yükseklikteki bu çölün ortasında arkeologlar eski uygarlıkların izlerini, gökbilimciler yeni galaksileri ve  Şilili kadınlar ölülerini ararken,  onları orada buluşturan, çölde savrulan kumdan çok,  içiçe geçmiş zamanların tozu olmalı.

Bir söyleşisinde, kafayı taktığı geçmiş ve hafıza konusunu filme dönüştürmek için Atacama Çölü'nü özellikle   seçtiğini anlatıyor Guzmán.  Kendi başına bağımsız  bir gezegen olarak düşündüğü bu çölde,  her şeyin geçmişten geldiğini söylüyor. Atacama Çölünün  geçmişe geçit sağlayan kendine has doğası,  arkeologlar  ve  gökbilimcilerin yollarını, Guzmán’ın deyimiyle bu geçmiş gezegeninde kesiştiriyor.  Çöldeki gökyüzünün saydamlığı ve iklimsel  özellikler araştırmacılara aradıkları ipuçlarına ulaşmalarında kolaylık sağlıyor.  Uzanıp tutulacak kadar yakın görünen yıldızlar ve  geçmişe dokunmanın mümkün olduğu hissini veren, sanki şimdi yapılmış gibi bozulmadan duran binlerce yıllık kaya resimleri  arasındaki bağ;  çölün katmanlı ve sırlarla dolu  dokusudur. Bu doku, yüzleşmenin zor olduğu geçmiş trajedilere  dokunmanın da mümkün olduğunu gösteriyor.

Işığa Nostalji’nin  asıl derdi de zaten  trajedilerle yüzleşmek, geçmişle hesaplaşmak. Pinochet diktatörlüğünün izleri ve  bu izlerin peşindeki insanlar Guzmán’ın hikayesinin merkezini oluşturuyor. Atacama Çölü’nde 19. Yüzyıldan kalma eski maden ocağı,  1973’teki darbenin ardından,  Pinochet rejimi tarafından toplama kampına dönüştürülmüş. Orada neler olduğunu  tahmin etmek güç değil; Atacama Çölü ‘kaybolan’  binlerce insanın mezarı. Bu uçsuz bucaksız kimsesizler mezarlığında nereye gömüldüğünü bilmedikleri 'kayıp' sevdiklerini arayan kadınlar ile arkeologlar ve gökbilimcileri buluşturan,  aralarındaki bu  büyülü bağ geçmişle yüzleşmenin zorunluluğudur.

Şili’nin geleceğini karanlığa boğmanın peşindeki Pinochet'nin faşist diktatörlüğü,  geçmişi karartmaktan da geri kalmamış, işkenceyle öldürdükleri insanların bulunmalarını engellemek için cesetleri parçalara ayırıp çöllere, dağlara, denizlerlere atıp dağıtmış. Böylesine bir vahşeti insan olma tanımları, sınırları içinde anlamak mümkün değil.

Çölde  yıllardır ellerinde küreklerle yakınlarının izini arayan Şilili kadınların buldukları küçük bir kemik parçasıyla yaşadıkları o tuhaf tamamlanmışlık duygusu, sevdiklerinin bir parçasını bile ışığa kavuşturmak ve bir sırrı aydınlatmak sonu belli olmayan karanlık bir sürgünden eve dönüşe benziyor.

Guzmán, film boyunca yıldızları, kaya resimlerini ve ölülerini arayanlara mikrofon uzatıyor, hikayelerini kendi seslerinden duymamızı sağlıyor. Bu seslerin sahiplerinden  biri olan  Victor Gonzalez,   diktatörlük döneminde Şili’den kaçmak zorunda kalan annesiyle birlikte sürgünde büyümüş ve  şimdi gökbilimci olarak Şili’ye geri dönmüş. Kendini ‘vatanı olmayan bir çocuk’ olarak tanımlayan Gonzalez, Atacama Çölü’nün gökyüzünde şimdi  kimbilir hangi soruların cevabını, hangi kayıp geçmişi arıyor.

Guzmán’ın tanıklığına başvurduğu en ilginç karakterlerden olan  Miguel Lawner, diktatörlük döneminden hayatta kalmayı başaran eski bir tutsak. Mahkum edildiği  hapishanelerin planlarını hapisten çıktıktan sonra ezbere çizebilecek ve mahkumların yaşam koşullarını detaylı anlatabilecek kadar parlak bir hafızaya sahip. Guzmán’ın ‘hafıza mimarı’ olarak tanımladığı Miguel’in eşi Anita ise Alzheimer hastasıdır. Geçmişi inatla hatırlayan Miguel ve her şeyi unutan Anita’nın birlikteliği hatırlama ve unutma diyalektiğinin sembolü ve trajik geçmişlere sahip bütün ülkelerin metaforu gibi. 

Belgesel boyunca dinlediğimiz tanıkların yanısıra Patricio Guzmán 'ın kendi sesini duyarız. Şiir ve felsefeyle taçlandırdığı kelimeleri Şili’nin dağlarını, denizlerini, çöllerini ve gökleri dolaşır durur. Belgeselin final sahnelerinde, gezegenleri andıran camdan misketlere bakarken, Guzmán 'ın çocukluk anılarından kendi çocukluğumuza, geçmişimize akarız. Sonra yine Guzmán'ın sesi  duyulur;  "Hafıza yerçekimi kuvveti gibidir” der. Ve “hafızası olanlar şimdiki zamanın hassas kırılganlığında hayatta kalmayı başarır, olmayanlar ise hiçbir yerde yaşayamaz.”