Türkiye toplumunun önünde çok ciddi ve hayati bir sorun bulunmaktadır. İslamcı ve muhafazakâr yapı/örgüt ve kitleler Erbakan’ın “kanlı mı kansız mı” olacak sorusuna giderek kanlı cevabını vermekte ve bu yöntemi tercih etmektedir

İslamcılar, terör örgütleriyle  aranıza mesafe koyun

ALİ HAYDAR FIRAT*

Suruç’ta yıllardan beri halkların kardeşliğini savunan solun bunun bedelini ne denli ağır biçimde ödediğine bir kez daha tanıklık ettik. Bütün dünyada büyük yankı uyandıran bu katliamın sorumluları elbette ki bellidir. IŞİD’e kim yardım ve yataklık yaptıysa, kim kamplarında eğittiyse, kim her türlü desteği sağladıysa sorumlu odur. Bu ülkede AKP’li “devlet büyükleri” bir şehre gitmeden o şehrin polisleri evleri basar ne kadar devrimci, demokrat varsa hepsini gözaltına alır, böylece ziyaretin “olaysız” geçmesini sağlar. Ama ne hikmetse dünyanın en kanlı, en adi barbar sürüsü olan IŞİD ülkenin birçok kentinde “askere alma şubesi” gibi binlerce militan toplarken AKP devletinin sesi çıkmamaktadır. Şimdi bu ülkenin vicdanlı, onurlu, namuslu insanları bu durumu sorgulamalı ve hesap sormalıdır.

Günümüz Türkiye’sinde İslamcı-muhafazakârların büyük bir bölümü artık moderniteye, sekülerliğe ait ne varsa savaş açmış durumdalar. Geri kalan kısmı ise sesini çıkarmamakta ve olayları seyretmektedir.

AKP ve İslamcıların büyük bir mutlulukla dile getirdikleri “muhafazakârlığın yükselişi” tespiti artık herkese başka türlü bir dünya ve eylemlilik ifade etmelidir. Çünkü İslamcı-muhafazakârlığın bugün geldiği nokta bir siyasal hareket ve toplumsal yapı kategorisinin çok ötesinde anlam taşımaktadır. AKP iktidarıyla hem yoğunlaşan hem de ciddi bir yükselme ve o oranda baskıcı niteliği kazanan İslamcı-muhafazakârlık artık başka bir aşamaya geçmiş bulunuyor. AKP öncesi silahlı eylem ve örgütlenmeyi gündemine çok fazla almayan muhafazakârlık özellikle AKP’nin Suriye politikası ile farklı bir sürecin içine girdi.

Türkiye’de hem askeri darbelerle büyütülen İslamcı-muhafazakârlık hem de yine devlet eliyle Kürt siyasi hareketine karşı silahlandıran Hizbullah gibi kontra yapılar AKP iktidarıyla birlikte yoğun bir güç biriktirip her bölgede çok ciddi bir örgütlenme ağına kavuştular. AKP’nin Suriye müdahalesi zaten devlet denetiminde olan İslamcı muhafazakâr kadro ve yapıların Suriye için seferber edilmesine neden oldu. Ancak bu kadrolar sadece Suriye’de ve Irak’ta değil bütün bir İslam coğrafyasında tek bir devlet kurma amacındalar. O yüzden bugün o namlunun ucunda Türkiye var, masum insanlarımız var.

Türkiye toplumunun önünde çok ciddi ve hayati bir sorun bulunmaktadır. İslamcı ve muhafazakâr yapı/örgüt ve kitleler Erbakan’ın “kanlı mı kansız mı” olacak sorusuna giderek kanlı cevabını vermekte ve bu yöntemi tercih etmektedir.

Bütün devlet aklının sadece solu yok etmeye kurulduğu bu ülkede devlet kendi “öz çocuklarının” “beslemelerinin” katliamlarını ciddiye almamaktadır. Hangi İslamcı eylem aydınlatıldı? Kaç kişi gözaltına alındı? Kaç kişi yargılandı? Gezi direnişince masum çocukların ve gençlerin kanına giren, onları öldüren, sakat bırakan ve binlerce insanı dayaktan geçirip yargılayanlar bu katliamlara sessiz kalmaktadırlar.

Yıllardan beri soldan Kürt hareketine öğrencilerden Alevilere her hak arama eylemini terörize edenler kalkıp “terörle şiddetle aranıza mesafe koyun” demekteydiler. Şimdi bunu söyleyenler bir terör bataklığının içinde debelenmektedirler. O zaman şimdi İslamcı-Muhafazakâr hegemonyanın retoriğini deşifre etme ve bunu tersine çevirme vakti gelmiştir. Bu ülkede teröre ve şiddete karşı olan bütün kesimler İslamcı-muhafazakâr yapılara karşı çok açık çağrıda bulunmalıdırlar “Terör örgütleriyle aranıza mesafe koyun” demelidirler. Elbette ki bu yeterli değildir. Ancak toplumu bu çerçevede örgütlemek için bu tavır bir başlangıçtır. Her türlü şiddete karşı açık tavra davet solun görevi olmalıdır. Çünkü solun en temel değerleri arasında insan hayatını, barışı savunmak vardır. Solun hangi renginde, hangi siyasetinde olursak olalım durduğumuz yer insandan, barıştan yana olmalıdır. Durduğumuz yer Gezi’nin eylem çerçevesi olmalı. Yani dayanışmayı, sanatı, mizahı esas alan ve yaşamı kucaklayan, yaşama anlam katan bir tavır olmalı. Gezi, büyük halk kitlelerinin nasıl kazanıldığı ve bu ülkenin iki kentinden hariç bütün kentlerinde nasıl bir haykırışa imkan hazırladığını gösterdi. Bu ruhu canlı tutmak herkesin ortak sorumluluğudur. Gezi aynı zamanda bu ülkede barışın, özgürlüğün, eşitliğin ve ortak yaşamın zeminidir.

Suruç’taki kanlı katliamın takipçisi olmak ve buna zemin hazırlayan İslamcı-muhafazakâr siyaseti deşifre etmek insani, ahlaki, siyasi bir sorumluktur. Bunun için bugüne kadar toplumsal hafızaya yerleştirilen bir retoriği tersyüz etmenin vaktidir. Hep birlikte “İslamcı-muhafazakâr yapılar terörle aralarına mesafe koymalıdır” demeliyiz.

*İletişim Bilimci