İsrail ordusunun Gazze'de her gün onlarca Filistinliyi katletmekle meşgul olduğu şu şartlarda yazı yazmaya çalışmak çok zor. Ama yazı yazılmalı....

İsrail ordusunun Gazze"de her gün onlarca Filistinliyi katletmekle meşgul olduğu şu şartlarda yazı yazmaya çalışmak çok zor. Ama yazı yazılmalı.

Kendi çocukları, Filistinli çocukların yaralanmış veya çoktan ölmüş bedenlerinin görüntülerini televizyondan izlemekteyken ve siz, kendinizi aynı şeylerin kendi çocuklarınızın başına da gelebileceğini düşünmekten alıkoyamazken yazı yazmaya çalışmak çok güç. Ama yazı yazılmalı.

Gazzeli Filistinlilerin Noel zamanı yaşadıkları 2008/2009 katliamı, anayurtlarında Avrupalı sömürgecilerin yeryüzündeki en vahşi ölüm silahlarından birine karşı verdikleri mücadele tarihi açısından bir dönüm noktası.

İsrail devleti 1948 yılında zayıf bir temelle ancak cüretkar bir irade ile kurulmuştu. Varlığını ise Avrupa"nın Ortaçağlardan Yahudi Soykırımı"na kadar uzanan ahlaki çöküntüsüne ve zulmüne dayandırıyordu. Hıristiyan Avrupa ise, Yahudilere yüzyıllardır yaptıklarının bedelini, Filistinlilerin toprakları ve özgürlüklerini elinden alarak ödedi.

İsrail, yıllar boyunca, Avrupa ırkçılığının Yahudilere yaşattığı acı dolu geçmişten faydalanmaya devam etti. Ancak bu sürede, Siyonizm’in Filistinlilere yaşattığı terörizmi tüm dünya öğrenirken, İsrail"in Yahudi Soykırımı üzerinden kurduğu vesayet iddiası da meşruiyetini kaybediyor ve bölgede hak iddia etmek adına arkasını sadece orduya yaslamaya başlıyordu.

İsrail, askeri servislerini, bölgedeki ve onun da ötesindeki ABD emperyalizminin hizmetine sunarak ise, büründüğü o mağduriyet tutumunun tamamını terk etti ve rezil bir şiddet makinesine dönüştü. Yahudi Soykırımı"nın mirası üzerinden edindiği ahlaki otoritenin zeminini yitirdikçe, askeri kudrete sığındı ve bu kudreti sergilemek için her fırsatı değerlendirmekten de kaçınmadı. 1948"de kazandığı başarılı savaşlarla başlayan sömürgeci varlığından 1967 savaşı sonrası genişlettiği sınırlarına kadar, İsrail her zaman sömürgeci savaş stratejilerine sarıldı, hızla genişledi ve kendisini ABD"nin bölgedeki emperyal çıkarları tarafından desteklenen dev bir askeri kampa dönüştürdü.

1973 yılındaki Yum Kippur Savaşındaki askeri başarısızlığına rağmen, İsrail"in 1978 ve 1982 yıllarındaki Lübnan işgalleri ve bunları takip eden Güney Lübnan işgali (1984-2000), Yahudi devletini bölgedeki en güçlü ordu haline getirdi. Çökmüş, zayıf hatta işbirlikçi Arap rejimleriyle karşı karşıya gelen İsrail, Avrupa"nın suçluluk duygusuna ve ABD"nin bölgesel çıkarlarına bel bağlayarak bölgenin tek ve en zalim gücü haline geldi.

1980"lerin ortalarına doğru, İsrail, Yahudi Soykırımı üzerinden edinmeye çalıştığı ahlaki meşruiyetin tamamını kaybetmişti. ABD"deki İsrail destekçisi Siyonist lobi ise bu devletin bölgesel gücünün devam etmesini sağlamak amacıyla İsrail"in tüm askeri manevralarına kaynak sağladı ve yatırım yaptı. Aynı anda, Amerikalıların siyasi söylemleri de değişime uğratılıyordu: Filistinliyi oluşturan “Arap” ve “Müslüman” kelimeleri aynı zamanda terörizm ve barbarlık anlamına da geliyordu.

John Mearsheimer ve Stephen Walt"ın sarsıcı kitapları İsrail Lobisi"nin (2002/2007) yayımlanmasından sonra, ABD"nin dış politika hamleleri de tartışma konusu haline gelecekti. Eski ABD başkanı Jimmy Carter"ın kitabı Filistin Barışı, Apartheid Değil"in (2006) basımı da bu tartışmaları yönlendirdi. Ancak İsrail bu tartışmaları asla umursamadı ve George W. Bush"un sekiz yıl süren o korkunç başkanlık dönemi boyunca Amerikan Yeni-muhafazakârlık dalgasıyla işbirliğine soyundu. Bu dönemde, milyonlarca Amerikalının ödediği vergiler, ABD"nin Ortadoğu"daki askeri maşası haline gelmiş olan İsrail"in ölümcül silahlarına, bombalarına ve uçaklarına dönüştürüldü. Ancak İsrail"in işleri tahmin ettiği kadar iyi gitmedi. Bir sonraki yazımda 1987 yılında ortaya çıkan ve farklı isimlerde varlığını hâlâ sürdüren intifadalardan bahsedeceğim.

Çeviren: Zeynep Oğuz