‘Issız’ bir yol hikâyesi
Dr. Real, "deliler" ile "aklı başındakiler” arasında önyargıların neredeyse ortadan kalktığı bir yapı kuruyor diyebiliriz. Farklılıklar ve ayrışmaya dair yazarın itirazını sıkça yinelediğini görüyoruz. Horlanan, ezilen, masum ‘meczuplar’ kafilesiyle tarihsel ve kültürel bir hesaplaşmaya varıyor Saer bu romanında.
İlke KAMAR
Yara İzleri ve Kimsesiz’le tanıdığımız Juan Jose Saer, bu kez Bulutlar romanıyla okurla buluşuyor. Olvido Kitap tarafından yayımlanan Bulutlar, bir psikiyatristin akıl hastaları, fahişeler ve haydutlarla geçen hiç de kolay olmayan çöl yolculuğunu ustalıkla ele alıyor. Ve diğer romanlarında olduğu gibi şiirsel anlatısı öne çıkıyor demek mümkün Saer’in.
Romanda hikâye 90’lı yılların Paris’inde Arjantinli bir üniversite görevlisinin Tomatis isimli karakterden aldığı bir zarfla başlıyor. Tomatis’ten gelen zarf ise 19. yüzyılda Dr. Real’in seyahat notlarına, 1834 tarihine götürüyor bizi.
Avrupa’ya tıp eğitimi almak için giden Dr. Real, orada tanıştığı Dr. Weeis’ten Arjantin’de açmak istediği ruh sağlığı hastanesinde görev alması için bir teklif almış ve kabul etmiştir. Bu çaba öncü bir harekettir çünkü ilk defe bir psikiyatr kliniği ruhsal hastalıkların çözümü için bedene değil ruha odaklanacaktır. Öyle de olur. Hastalar zindanlara kilitlenmez, ağır ilaçlarla hareketsiz bırakılmaz ve elektroşoklarla tedavi edilmeye çalışılmaz. Tekrar hikâyeye dönecek olursak, birçok engele karşın Arjantin’de kliniği açmayı başarırlar. Özellikle de zengin aileler için burası kısa zamanda popüler olur. Bu onları şaşırtmaz. Çünkü gücü elinde bulunduran zengin ailelerin kontrol edemedikleri ‘deliler’ büyük bir utanç kaynağıdır. Her ne kadar aileler, onların iyileşmesini isteseler de akıl hastası olmaları nedeniyle yakınları tarafından kolaylıkla terk edildiklerini anlarız. Orta Çağ’da cüzzamlıların cemaatlerinden dışlanmaları, sürgüne yollanma hikâyelerinden farksızdır bu yaşananlar. Michael Foucault’un Delililiğin Tarihi’nde bahsettiği toplumsal kimliğe uymayanların dışlanma mekanizmasının işlediğini görüyoruz romanda. Deliliğin üyesi oldukları toplumda öteki kabul edilmesine işaret ederek zamanın gerçeğine vurgu yapıyor Saer.
“Yaşamak için daha esnek ilkeler benimsemek zorunda olan yoksullarda delilik daha kolay gibidir, sefaletin adaletsizliğinin ortasında sessizliğinin ortasında çok dikkat çekmiyormuşçasına. Ama güçlülerin en önemli iddialarından biri kesinlikle güçlerini meşrulaştırmak için ileri sürdükleri iddialarından biri aklı temsil etmektir, öyle ki çevrelerindeki delilik onlara büyük bir sıkıntı yaratır. Bir deli soylu bir evi baştan aşağı sarsar ve evin sakinlerinin saygınlıklarını ellerinden alır, bu yüzden ruh hastalıkları utanılacak rahatsızlıklar gibi gizlenir.”
BİR GÖÇ, SÜRGÜN ALEGORİSİ…
Klinik inşa edildiğinde Dr. Real'e, klinikte tedavi görecek beş hastayı almak üzere Santa Fe'ye gitme görevi verilir. Arjantin'den Santa Fe'ye yolculuk birçok nedenden dolayı tehlikelidir. Yine de yolculuk başlar. 1804’te, Arjantin’in uçsuz bucaksız çayırlarında Buenos Aires’in kuzeyinde inşa edilen ‘akıl hastanesine’ doğru yolculuğa çıkarlar. Kızılderili saldırıları, büyük çöl fırtınaları, yangınlar, ama en başta da akıl hastalarının aşırılıklarıyla sınanan bu zorlu yolculuk Saer’in kaleminde ise adeta destansı bir göç, dahası sürgün alegorisi olarak karşımıza çıkıyor:
“Bu upuzun ve zorlu yolculuk -nasıl unutabilirim- Ağustos bin sekiz yüz dörtte gerçekleşti. O ayın ilk günü Buenos Aires’e doğru yola çıktık, korkunç bir don vardı ve tan sökerken atların toynakları kırağının maviye çalan pembe kabuklarını kırıyordu, ne var ki yalnızca birkaç gün sonra yapış yapış, azgın bir yazın pençesine düştük. Ben daha önce yolu tersine, Buenos Aires’ten kente doğru katetmiştim, yalnızca dört atlı olmamıza rağmen ve karşılaştığımız sayısız engele karşın dönüş yolundakinin on katı hızla ilerlememize karşın, güneşin en tepede olduğu saatte bile ayaz bize işkence ediyordu.”
Bulutlar’da yazarın odağının daha çok tarihsel arka plan değil insan olduğunu görüyoruz. Her ne kadar okuru içinde bulunduğu yılların siyasi ve toplumsal yapısına taşısa da Saer’in odağında insanın dışlama ve yabancılaştırılma mekanizmaları yer alıyor diyebiliriz.
Bu yüzden de yolculuk boyunca kafilede sadece hastalar yoktur; doktorlar, askerler, tüccarlar ve fahişelerin de kafilenin bir parçası olduğunu öğreniriz. Kafiledekilerin psikolojik durumu, bu durumu yaratan geçmiş ve kültürel yapı titizlikle ele alınıyor. Tüm bunları yaparken mizah unsurlarını da metne dâhil ettiğini görüyoruz yazarın. Sürekli erkeklerle seks yapmaya çalışan nemfoman bir rahibe, içine kapanık genç bir adam, onun konuşma zorluğu çeken kardeşi, üst tabakadan manik bir adam ve elleriyle aynı hareketleri tekrarlayan, bir tür obsesif kompulsif bozukluğa sahip gibi görünen genç inşa edilen kliniğe transfer edilmek için çıktıkları yolda yeni çatışmaların odağında yer alıyor.
DELİLİK KAVRAMI SORGUSU
Yolculuk sırasında kış mevsimi şartları, geçiş güzergâhlarındaki nehirlerin taşkın riski ve Kızılderili tehdidi yeni yollar bulma uğraşını beraberinde getirir. Yol boyunca Dr. Real’in hastalarıyla defalarca konuşarak geçmiş hikâyelerini öğrendiğini görürüz. Onları yakından tanımaya başladıkça birlikte mücadeleye davet eder çok geçmeden. Bu durumun her şeyi ters yüz ettiğini söyleyebiliriz. Deli olan gerçekten kimdir sorusu da artık belirginleşir romanda. Toplumun delilik olarak tanımladığı davranışların, düşüncelerin problemli tarafını görmeye başlarız.
“Deliler, atlar ve siz. Hanginizin gerçekten deli olduğunu anlamak gerçekten güç. Doğru bakış açısı eksik. İçinde bulunulan dünyanın yabancı ya da bildik olduğunu anlamak da bir bakış açısı sorunu. Öte yandan delilik ile aklın birbirinden ayrılamaz olduğu kesin. İleri sürdüğünüz, bir sinek kuşunun ya da isterseniz atın düşüncelerini anlamanın olanaksızlığına gelince, hastalarımız için de çoğu zaman aynı şeyin geçerli olduğunu söylemem gerek: Onlar ya dilden vazgeçiyorlar ya onu bozuyorlar ya da yalnızca kendilerinin anlayabildiği bir dil kullanıyorlar. O kadar ki tasarımlarını anlamak istediğimizde, o tasarımlar dilden yoksun bir hayvanınkiler kadar ulaşılmaz oluyor.”
Dr. Real, yolculuğunun sonlarına doğru "deliler" ile "aklı başındakiler” arasında önyargıların neredeyse ortadan kalktığı bir yapı kuruyor diyebiliriz. Farklılıklar ve ayrışmaya dair yazarın itirazını sıkça yinelediğini görüyoruz. Öyle ki insani olanla ilahi olanı birleştirme arayışında olan Rahibe Teresita iki cinsiyeti kendinde bir araya getirmek için çabaladığını da anlarız. Özetle horlanan, ezilen, masum ‘meczuplar’ kafilesiyle tarihsel ve kültürel bir hesaplaşmaya varıyor Saer bu romanında.