Tabii ki İstanbul'da, nerede olacak sanıyoruz

Tabii ki İstanbul'da, nerede olacak sanıyoruz. Şimdiye kadar da çokluk metropollerde olmadı mı? Nasıl olur, ne zaman olur, onu bilemeyiz. Ama Güney ülkelerinin şehirleri patlamaya hazır. Yıllardır yazılıyor çiziliyor. Zaten dünya şehirli nüfusu çoktan kırsal nüfusu aştı. Gelenler şehirleri kuşattı, neredeyse her semte sızdı. O yüzden taksi şoföründen öğretim üyesine, bakkalından, Nişantaşı sosyetesine kadar herkes bu "yeni gelenler"den şikayetçi. Parası olanlar sitelerin etrafına duvar çekiyor, kapılara eli silahlı "güvenlik" görevlilerini dikiyor. Daha da çok parası olanlar şehri terkedip, pastoral mekanlarda geçici huzura kavuşuyor. Herkes görüyor, kimse birşey yapamıyor. Bomba patlamak üzere.

Ne yapılabilir? İlkin, olan anlaşılır. Sonrada anlaşılan dönüştürülür. Bir de bakarız ki, dönüştürürken dönüşmüşüz. Demek ki ilk adım anlamak. Allahtan sıfırdan başlamıyoruz; bu işe kafa yoranlar var, değişik perspektifler birbirleriyle yarışıyor.

Tıpkı diğer Güney ülkeleri metropollleri gibi İstanbul sanki her zamankinden daha dinamik. Ve bu dinamiklerin adının konması anlama çabasının anlamlılığı için gerekli. Öyle ya, öznel ilgi ve merakların dışında bir oryantasyonla İstanbul'un orası burası kurcalanacaksa nereden, nasıl, ne yanına bakılacak sorusu kaçınılmaz. Dolayısıyla, eldeki perspektif alternatiflerinin acilen ciddi biçimlerde tartışılmasının, yani teori ile biraz haşır neşir olmanın elzem olduğunu düşünüyorum.

Bu teorik çabanın afaki olmaması için günümüz İstanbul somutundan başlaması doğru olur. Bu somutun küresel dinamiklerle etkileşim içinde vuku bulduğunu da hatırda tutmak önemli. Bir çok perspektif önerisi arasında, şahsen David Harvey'nin alansal mantık/sermaye mantığı (territorial logic/capital logic) yaklaşımının İstanbul'u anlama çabalarımızda işe yarayacağına eminim.

Alansal mantık şehirdeki aktörlerin, ki bunlar arasında belediyeler de mevcut, gecekondu sakinleri de, alansal talep ve uygulamalarının tamamı. Belediyeler sözkonusu oldu mu, politik angajmanlar, çıkar ilişkileri kaçınılmaz; öte yandan bölge sakinlerinin gündelik ihtiyaçlarına cevap verme gereği de ortada. Kısacası, karmaşık ilişkiler ve çıkarlar yumağı bu alansal mantık.

Keza, sermayenin mantığı da öyle. Sermaye şirketlerde somutlanıyor. Onların da genel çıkarı düzenin sürmesinden yana ise de, kapitalist piyasa mantığının gereği olarak birbirlerinin gözünü oymak zorundalar. Ayrıca alan kapmak, piyasa payını arttırmak, kaynaklara ve tüketicilere en ucuz şekilde erişebilmek ve bütün bunları şehir dediğimiz coğrafya üzerinde yapmak zorundalar. Ve bu girift ilişkilerin oluşturduğu dinamiğin de bir mantığı var. Ona da sermayenin mantığı diyor Harvey.

Bizim yaşadığımız, şu son 20-30 yıldır tanınmayacak denli değişen İstanbul işte bu iki mantığın karşılıklı etkileşiminin, aralarındaki çelişkinin ifadesi olarak karşımızda duruyor.Biz biz yapan bu toplumsal durumu, yani İstanbul'un kendisini anlamak ve dönüştürmek ve de olmak istediğimize dönüşmekten başka çaremiz var mı?