Hafta sonu oynanan derbi maçı iki takım için de farklı anlamlar içeriyordu. Galatasaray yenerse en azından Beşiktaş ekarte olmuş

Hafta sonu oynanan derbi maçı iki takım için de farklı anlamlar içeriyordu. Galatasaray yenerse en azından Beşiktaş ekarte olmuş olacaktı. Beşiktaş yenerse ertelenen İBB maçını da kazandığı takdirde Galatasaray ile puan farkını 2’ye indirerek tekrar yarışta olacaktı. Eksik kadrosu, ligdeki mevcut durumu ile Galatasaray’a beraberliğin yettiği belliydi. Zaten maçın ilk dakikasından itibaren kaleci Leo Franco’nun, İstanbul’da 1 puana razı Anadolu takımı kalecisi gibi aheste hareketlerinden de bunu anlayabiliyorduk.
Kapalı tribünde açılan alengirli bayraklar bile eski tribün rengini aratıyordu. Hele de maçın henüz başında ‘kutu’ denen yerin önünde başlayan itişmeler koca bir maçın taraftar açısından sönük geçmesinin ilk kıvılcımıydı. Daha ufak bir alana sıkıştırılan Galatasaray taraftarının organizesi de kolay olduğundan takımlarını daha iyi destekledikleri gözle görülen bir gerçekti.
Ben Eski Açık’taydım ve etrafımda bir sürü teknik direktörden maça kendimi veremedim desem yeridir. Neredeyse her futbolcuyu oyuna alan, bir maçta 8 değişiklik hakkını kullanan bilmişleri dinlemekten her maç gına geldi. Sanki senelerdir şampiyon olamayan bi’ takımın taraftarı gibi hepsi. Bu sabırsızlığın kaynağı nedir hâlâ çözebilmiş değilim.
Sivok’un ters ayakta yakalanmasına neticesinde Galatasaray golü buldu. Sivok ise bu ters ayakta yakalanma hadisesine yanıtını rakibi ters ayakta yakalayıp iğne deliğinden topu geçirterek cevap verdi. Ceza sahasında ters ayakta yakalanınca yalpalayan ve sonucunda gol olan pozisyonun akabinde Sivok’u yerin dibine sokan iki sıra arkadaki adam da, attığı gol sonrası Sivok’a aşkını ilan ediyordu şaşkın bakışlarımız arasında.
İstanbul’dan bir derbi daha geçti. İlkyarısı sağanak yağmur altında oynanan, taraftarın pek bir mecalsiz izlediği, ilk yarısı keyifli, ikinci yarısı bir voleybol maçı kadar havadan devam eden, Leo Franco’nun Holosku’nun şutunu çizgi üzerinde tuttuğu pozisyonun zihinlerde yer ettiği, puan itibariyle Galatasaray’ı mutlu, Beşiktaş’ı belirsizliğe sürükleyen bir Beşiktaş Galatasaray derbisiydi işte.
•••
Maçtan önce Taksim’de bir söyleşi organize edilmişti. Ben katılamadım ama arkadaşlar ordaydılar. Kısa da olsa bu söyleşiden bahsetmek için misafir yazar olarak sözü Melih’e bırakıyorum…
“Red Kültür’ün organize ettiği ‘Sol Yanım Beşiktaş’ söyleşisine Eşber Yağmurdereli ve Sezai Sarıoğlu katıldı. Mekan oldukça kalabalıktı ve iki renk hâkimdi: Siyah – Beyaz! Sezai Sarıoğlu geçmiş anılarından ve Can Yücel’in futbolcu olma isteğini ama olamayıp şair olduğunu anlattı. Can Yücel’in oğlunun da futbolcu olmak istediğini ama onun da futbolcu değil doktor olduğunu gülerek bizlere aktardı. Sonra da sözü Eşber Yağmurdereli’ye verdi. Onun ağzından dinliyoruz: ‘Tek başıma hücrede kaldığımda düşündüğüm tek şey Beşiktaş’tı. Çünkü beni mutlu eden şey Beşiktaş’tı… Günlerden bir gün faşistler bir koğuşta, bizler bir koğuştayız. Koridorda da ABD – Sovyetler basketbol maçı var. Her baskette bir taraf seviniyor. Tabii ki biz Sovyetler’i tutuyorduk. Diğer taraftakiler de ABD’yi… Yine bir hafta sonu ve büyük bir derbi var Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında. Beşiktaş bir gol attı, bizim taraf yıkılıyor adeta. Bir baktık ki diğer tarafta da coşku ve tezahüratlar. O zaman anladım ki Beşiktaş en zıt iki grubu bile buluşturan ortak bir nokta…”