İstanbul Sözleşmesi yürürlükte
İstanbul Sözleşmesi’nin hükümleri artık iç hukukumuzun bir parçası. İktidar, muhalefet, yargı, eğitim sistemi, sivil toplum örgütleri, tüm kurumlar ve bireyler sözleşmeye uymak zorunda. Bunu hiç kimsenin unutmaması, unutturmaması gerek.
Hülya GÜLBAHAR
Türkiye İstanbul Sözleşmesi adıyla bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin hazırlanmasına öncülük eden ülkelerden biri olarak 2011’de sözleşmeyi ilk imzalayan ülke oldu. İstanbul’da imzaya açıldığı için de İstanbul Sözleşmesi adını aldı. Ama 20 Mart 2021 tarihli R.T. Erdoğan imzalı bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Türkiye’nin Sözleşme’den “çekildiği” açıklandı.
Uluslararası hukuka ve başta 90. madde olmak üzere anayasanın birçok hükmüne aykırı olan bu tek kişilik bir karar ile sözleşmeden çıkış girişimine karşı 220’nin üzerinde iptal davası açıldı. Yargının çoktan bağımsızlığını yitirmesi yeterli olmamış ki, yeni müdahaleler ile Danıştay 10. Dairesi’ndeki bazı davalar Cumhurbaşkanlığı lehine sonuçlandı. Ancak bu kararlar hemen temyiz edildiği için halen kesinleşmiş bir hüküm yok. Öte yandan Danıştay 10. Dairesi’ndeki kimi davalarda ise, henüz duruşma yapılmadı, yeni duruşma günü verilmesi bekleniyor. Aynı daire bakalım bu sefer ne karar verecek. Böyle de garip bir hukuk sistemimiz var. (İstanbul Sözleşmesi ve davalarla ilgili bilgilere şu linkten ulaşılabilir: https://esikplatform.net/kategori/istanbul-sozlesmesi-bilgi-dosyasi/)
İstanbul Sözleşmesi’ne tekrar taraf olmak çok kolay
Danıştay’daki davalar, Türkiye’nin sözleşmeye taraf devletlerden biri olup olmaması ile ilgili davalar. Sözleşmenin 80. maddesi, yapılan her fesih bildiriminin üç ay sonra yürürlüğe girmesi hükmünü düzenliyor. Avrupa Konseyi, çıkış konusundaki Cumhurbaşkanlığı Kararı’nın (sözleşmenin onay kanunu olan 6251 sayılı kanun yürürlükte iken) tek başına yeterli olup olmadığını sorgulamadan hemen işleme koyduğu için Türkiye şu anda sözleşmeden çıkmış gibi görünüyor. Ama bu çıkış işlemi halen sürmekte olan davalar nedeniyle aslında hala hukuki olarak tartışmalı. Hukuki süreç tamamlanmadı. Türkiye’de siyasi iklim değiştiği anda davaların seyri de değişebileceğinden temkinli bir iyimserliği sürdürmekte yarar var. Kaldı ki davalar kesin olarak reddedilse bile, 6251 sayılı onay kanunu yürürlükte olduğu için eski ya da yeni Cumhurbaşkanı tarafından yayınlanacak tek imzalı, tek bir kararı Avrupa Konseyi’ne bildirerek hızlı bir biçimde tekrar taraf olmak mümkün.
İstanbul Sözleşmesi yasa olarak yürürlükte
Türkiye’nin sözleşmeden çıkış işlemi, artık sözleşmenin tarafı bir devlet olmamak, Sözleşmenin denetim organı olan GREVIO’dan da çıkmak gibi sonuçlar doğurdu. Ancak buradaki en önemli konu, sözleşmenin felsefesinin ve doğrudan uygulamaya elverişli tüm hükümlerinin bir yasa hükmünde olarak hala yürürlükte olduğu gerçeği.
İstanbul Sözleşme’nin hükümlerinin bir yasa hükmünde olarak hala yürürlükte olduğunu iktidara ve muhalefete, kadına karşı şiddetle mücadele ile görevli tüm kişi ve kurumlara sürekli olarak hatırlatmamız ve sözleşmeyi uygulatmamız gerekiyor.
Sözleşme hala yürürlükte, çünkü;
►İstanbul Sözleşmesi’nin onay yasası olan 6251 sayılı yasa hala yürürlükte.
►Anayasanın 90. Maddesi gereğince sözleşme hükümleri artık yasa olarak iç hukukun bir parçası halinde ve uygulanması zorunlu. Bu hükümlerin Anayasaya aykırılığı da ileri sürülemeyeceği için aslında diğer yasalardan da üstün bir konumda.
►İstanbul Sözleşmesi’ne atıfta bulunan 6284 sayılı yasa yürürlükte ve uygulanması zorunlu.
►Türkiye Avrupa Konseyi üyesi ve yaşam hakkı ve şiddetsiz bir yaşam hakkı ile ilgili hükümler taşıyan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tarafı olmaya devam ettiği için Sözleşmenin felsefesi ve maddeleri ile bağlı.
►Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları Türkiye açısından da bağlayıcı. AİHM’in Opuz kararı Türkiye’yi devlet olarak bağlamaya devam ediyor. Ayrıca AİHM, artık şiddet ile ilgili kararlarında (tecavüz ile ilgili verdiği 19 Mart 2019 tarihli E. B. ve. Romanya kararında olduğu gibi), İstanbul Sözleşmesi’ne atıf yaparak, İstanbul Sözleşmesi’nin devletleri, mağdurların haklarını ve menfaatlerini korumakla yükümlü kıldığını hatırlatıyor.
►Kaldı ki, Birleşmiş Milletler CEDAW Komitesi’nin 35 No’lu Genel Yorumu (2017) uyarınca toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti ve ayrımcılığı önlemek, uygar her devletin saygı göstermesi gereken bir milletlerarası örf ve âdet kuralıdır. Şiddetle mücadele devletin asli görevlerinden olduğu için, bu konuda tüm devletlere sağlam bir yol haritası sunan İstanbul Sözleşmesi’nin öncelikle uygulanması gerekmektedir.
►Yine CEDAW 35 No’lu Genel Yorumu Yorumunda belirtildiği gibi, devletlerin toplumsal cinsiyete dayalı kadınlara yönelik şiddetin yasaklanması konusundaki uygulamaları, uluslararası teamül hukuku ilkesine evrilmiş durumdadır. Bu alanda ulusalüstü yargı organları, ulusal hukuku da etkileyen bir içtihadi hukuk üretmektedir. Türkiye bunlara da uymak zorundadır.
İstanbul Sözleşmesi neden vazgeçilmezimiz?
Sözleşmeden çıkış sürecinde ve sonrasında sürekli olarak kadına karşı şiddetle mücadelede ülkemizdeki mevcut kanuni çerçevenin zaten yeterli olduğu söylemi sürekli gündeme getiriliyor. İstanbul Sözleşmesi genel bir tavsiyeler demeti gibi gösterilmeye çalışılıyor. Ya da sözleşmeye el sürenin anında ailesinin dağılacağı, kendisinin de eşcinsel olacağı safsataları sürekli gündemde tutularak sözleşme karalanmaya devam ediyor.
Öncelikle belirtelim ki, Türkiye’nin şiddet ile ilgili yasal mevzuatı gerçekten de çok iyi sayılabilir. Çünkü her bir kelimesinde kadın hareketi olarak bizlerin de emeği var. Daha doğru bir ifade ile bizim mücadelemiz sayesinde iyi sayılabilecek bir iç mevzuatımız var. Ancak sorun, başta kadına karşı şiddetin belli durumlarda işkence/eziyet sayılacağını düzenleyen Türk Ceza Yasası’nın 96. Maddesi örneğinde olduğu gibi yasaların uygulanmamasında ya da haksız tahrik/iyi hal indirimleri örneğinde olduğu gibi yanlış uygulanmasında. Bu nedenle iki yılı aşkın bir süredir EŞİK-Eşitlik İçin Kadın Platformu olarak “yasalara dokunma, uygula” kampanyası yürütüyoruz.
Ancak İstanbul Sözleşmesi, şiddetle mücadele konusunda önleme politikalarından başlayarak zararları giderme ve failleri cezalandırma konusunda kapsamlı ve son derece somut hükümler getiren en yeni ve en kapsamlı hukuki çerçeveyi sunuyor. Venedik Komisyonu’nun 2021’de belirttiği gibi Sözleşme, kadınlara yönelik şiddet konusunda temel hukuki standart ve en kapsamlı uluslararası sözleşme olarak kabul ediliyor.
Sözleşmenin getirdiği düzenlemelerin birçoğunun iç hukukta karşılığı yok. Sözleşme uluslararası hukuk açısından da şiddet konusunda en son yapılan düzenleme olduğu için getirdiği yeni hükümler nedeniyle uluslararası hukukta da benzeri yok. Örneğin;
►Sözleşme, genel bir çerçeve olarak, kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşitsiz güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığını tespit ederek; şiddetin önlenmesi için her alanda eşitliğin sağlanması gerektiğinin altını çiziyor. 2022 yılı 25 Kasımı’nda KADEM gibi STK’ların hala iddia ettiği gibi şiddetin “fiziksel güç eşitsizliklerinden” kaynaklandığı iddiasını çürütüyor.
►Sözleşme, devletlerin şiddeti önleme görevine vurgu yapıyor ve bu çerçevede eğitim, hukuk, sağlık vb. tüm alanlarda önleyici politikalar ve çalışmaların neler olacağına ilişkin kurallar getiriyor.
►Yapılacak tüm çalışmalar için özel bir koordinasyon kurumu oluşturulmasını öngörüyor (madde 10).
►Sözleşmenin en önemli yeniliklerinden biri, kadın danışma merkezleri/sığınaklar, cinsel şiddet kriz merkezleri, alo şiddet hattı gibi ülke çapında yaygın kurumsal mekanizmalar öngörmesi ve bu mekanizmalarda verilecek hizmetlerin/desteklerin standartlarını belirlemesi.
►Yine en önemli yeniliklerden biri de, denetim mekanizmaları öngörmesi.
►Sözleşme'nin 66. Maddesi uyarınca Sözleşmenin Taraflarca uygulanmasını izlemek üzere 15 üyeden oluşan "Kadınlara yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadele konusunda uzmanlar Grubu" (GREVIO) oluşturulmuş durumda. Türkiye'de bunu karşılayacak bir mekanizma yok.
►Sözleşme, şiddetle ilgili politikaların oluşturulmasından uygulamanın denetimine kadar tüm aşamalarda ilgili STK’ların katılımını öngörüyor. Bu STK’ların kadro ve finansman olarak devlet tarafından desteklenmesini gerektiriyor (madde 8)
►Ayrıca, 67. madde uyarınca Sözleşmeye Taraf ülkelerin temsilcilerinden oluşan bir Taraflar Komitesi var.
►Sözleşme şiddetle mücadeleyi partiler üstü bir konu, herkesin ortak sorumluluğu olarak gördüğü için 70. maddesi ile sözleşmenin uygulanmasında ulusal parlamentolara da önemli bir izleme rolü veriyor. Maddeye göre taraf devletler GREVIO raporlarını kendi ulusal parlamentolarına sunmalılar. Sözleşmenin açıklayıcı kitapçığında varsa bölgesel parlamentolardan da söz edildiği için Türkiye açısından yerel parlamentolar niteliği taşıyan il ve ilçe meclislerinin de bu konuda sorumlulukları var.
►Bütün bunlara ek olarak Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi de, Sözleşmenin uygulamalarını düzenli aralıklarla değerlendirmeye davet edilecek.
►Sözleşme şiddet suçları konusunda uluslararası işbirliği üzerine (veri paylaşımı, göç, sığınma hakkı vb.) çeşitli düzenlemeler içeriyor. Sözleşmeden kesin olarak çekilmesi halinde Türkiye ve şiddet mağdurları, Sözleşme’nin bu hükümlerinden de faydalanamayacak.
Bu örneklerden de görüleceği üzere sözleşme şiddeti önleyici programların geliştirilmesi, kurumların oluşturulması için devleti görevlendiriyor. Bu tür programların oluşturulması için Türkiye’de etkili başka bir hukuki olarak zorlayıcı metin yok. Örneğin Belediyelere sığınak açma yükümlülüğü getiren düzenlemeyi izleme mekanizması yok ve yasa tam olarak uygulanmıyor. Yine 6284 sayılı şiddet yasası da eksik ve yasanın 2. Maddesinde bu eksiklik kabul edilerek yasada hüküm bulunmayan hallerde İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanacağı açıkça yazılı. Açıktır ki, İstanbul Sözleşmesi'nin izlenmesi için, Sözleşme ile oluşturulan ulusal ve uluslararası denetim mekanizmasının Türkiye hukukunda ve devlet mekanizmaları içinde hiçbir bir muadili yok.
Tekrar ve tekrar vurgulamak gerekiyor: İstanbul Sözleşmesi’nin hükümleri artık iç hukukumuzun bir parçası. İktidar, muhalefet, yargı, eğitim sistemi, sivil toplum örgütleri, tüm kurumlar ve bireyler sözleşmeye uymak zorunda. Bunu hiç kimsenin unutmaması, unutturmaması gerek. Sözleşmenin uygulanması talebimizi her daim gündemde tutmalıyız.
EŞİK Eşitlik İçin Kadın Platformu’nda sözleşmenin uygulanması için 12 maddelik bir acil program yayınlamış; “Görevinse yap, değilse görevi olandan talep et” demiştik. İktidar sözleşmeye karşı, muhalefet ise uygulanmasını seçim sonrasına erteleme eğiliminde. Oysa sözleşmenin hükümleri yasa hükmünde olarak yürürlükte ve uygulanması için hep birlikte çalışmak zorundayız.